İnsan canlısı, kendi türünün kendi türüne ettiklerini bir türlü kabullenemiyor. Yaşanılan hoyratlıklara, sırt dönmelere, vahşiliklere, olan bitene inanamıyor. Bu inanamayışla baş edemiyor ve o da kendisine davranıldığı biçimde davranıp, bu kısır döngünün içinde bir başrol üstleniyor. Bu sistemden de başkasını suçlama yoluyla sıyrılmaya çalışırken, kendi yarattığı cehennemine daha fazla odun taşıyor, hatta cehennemine odun oluyor.
Suçlamak, anadilimiz olmuş. Diğer dilleri anlasak da, konuşamıyoruz ne yazık ki. Ne kadar anladığımız da meçhul. Çocukken kafanızı masanın kenarına çarptığınızda, anneniz masayı suçluyordu. Siz büyüdükçe şeytanı suçlar oldunuz, sizi günaha soktuğu için. Doğayı suçlar oldunuz, yakıp yıktığı için. Kaderi, yetiştiriliş biçiminizi, eğitim sistemini, teknolojiyi, içinde bulunduğunuz çağı, sizden önceki kuşakları suçladıkça suçladınız. Sonra yetmedi anne babanızı suçladınız, okuldaki hocanızı, kapı komşunuzu, garsonu... Bunlar da yetmedi bu sefer toplumdaki marjinal grupları, azınlıkları, sizden farklı olanı suçladınız. Sonra ölüp gittiniz ve suçlama bayrağını başkalarına devrettiniz.
Bu suçlama halinin kavramsal bir adı var: Günah keçisi.
Bu kavram bir gelenekten de besleniyor üstelik. Eski Ahit'de yapılan Kefaret Günü ayinlerinde Yahudi kavmi günahlarını simgesel olarak erkek bir keçiye yüklerlerdi. Bu keçi, kurayla seçilir ve Azazel adlı kötü ruhu yatıştırıp, Yahudi kavmini günahlarından arındırmak üzere Kudüs’ün dışında bir uçurumdan aşağıya atarlardı. Antik Yunan’da da benzeri bir geleneğe rastlıyoruz. Burada da hastalıkları, afetleri, felaketleri hafifletmek ya da önlemek amacıyla günah keçisi olarak insanlar kullanılırdı. Atinalılar, Thargelia Şenliği'nde bir kadın ve bir erkek seçerler, yapılan şenlikten sonra bu çifti kentte dolaştırırlar ve sonra onları ince yeşil dallarla dövüp, kentin dışına sürerler ve orada taşlayarak öldürürlerdi. Böylece kentin bir yıl boyunca kötü kaderden korunacağına inanılırdı.
Bizim toplumumuz da gelenek ve göreneklerine son derece sadık oluşuyla(!) benzer uygulamaları yapmayı sürdürüyor. Kendisinin dışında olduğunu sansa da aslında kendisinden bir şeytan yaratıp, koluna kuvvet onu her fırsatta taşlıyor. Ve bunu yaparken de hiç olmadığı kadar yaratıcı olabiliyor. Çok hızlı bir şekilde gündem değişiyor bu ülkede ve itinayla yeni günah keçileri bulunuyor.
Bu sayede yaratılan günah keçisi üzerinden yarısı yapma, yarısı çakma, ziyan bir varoluş sürdürülmeye çalışılıyor, yaşamak ancak bu yolla anlam kazanıyor(!)
Anti-psikiyatri akımının savunucularından Dr. Thomas Szasz "Deliliğin İmalatı" isimli kitapta, sosyal inancın 'öteki'ne olan olumsuz bakışı ve onu yok etme çabasından ziyade, paradoksal bir biçimde ona ihtiyaç duymasını, bu yüzden onu yaratmasını ve kötülüğü ona yakıştırarak kendini doğurmasını ortaya koymaya çalıştığını ifade ediyor.
Kişisel veya toplumsal kendi iç meselelerimize, birer dış mesele atıyoruz. Ancak bu yolla içimizde olan biteni görmezden gelip onun sorumluluğundan kaçıp ancak bu şekilde başetmeye çalışıyoruz. İçeride yaşanan ama kabul edemediğimiz şeyleri, bu şekilde baskılıyoruz. Sonra hafiflediğimizi sanıp, fakat gittikçe ağırlaşan halimize duyarsızlaşıyoruz.
Thomas Szasz’ın da belirttiği gibi o dış meseleye ihtiyaç duyuyoruz, onu yoktan var ediyoruz ve sonra da ondan kurtulmak isterken, ona bağımlı hale geliyoruz.
Mesela sevgilinizle ilişki probleminiz mi var, atayın bir güzel günah keçisi oraya, kurtarsın sizi. Bu keçi, sevgilinizin annesi de olabilir, bir arkadaşınız da. Ama asla kendi özgüven probleminize, iç huzursuzluğunuza, ilişkinizde size iyi gelmeyen şeylere odaklanmayın. Siz başkasını suçlarken, o kişiyle olan temasınızı keserken, ilişkinizi kurtardığınızı sanın. Ve devam edin kendi içinizle olan bu temassızlığa. Kısa devre yapmanız an meselesi nasılsa.
Cinsiyet kimliğinizle veya cinselliğinizle ilgili meseleniz mi var, oraya da atayın bir tane. Günah keçisinden bol ne var ki bu memlekette. Kadınları suçlayın, eşcinselleri suçlayın, hatta onları öldürmeye çalışın, sonra etek boylarını suçlayın, gecenin körünü suçlayın ama asla bakmayın kendi cinsel eğilimlerinize, kendi sapkınlıklarınıza, kendi bastırılmışlıklarınıza, kendi hazin çaresizliğinize.
Siz iki kelimeyi yan yana getiremezken, suçlayın eli kalem tutanları, düşünenleri... Ama asla kendi korkularınıza, kendi eksikliklerinize, kendi zayıflıklarınıza bakmayın.
Psikolojik danışmanlık merkezleri, anne-babaları tarafından psikoterapi görmeye getirilen çocuklarla dolu. Anne-babalarına göre bu çocukların dev sorunları var. Getirilen çocuklara yakından baktığınızda, problemin ebeveynlerden kaynaklandığını rahatça görüyorsunuz. Fakat ebeveynler kendi çocuk yetiştirme tarzlarına veya çift ilişkilerindeki problemlere bakıp, bunları çözmeye çalışmaktansa çocuklarını günah keçisi ilan edip, çözümü çok başka yerlerde arayabiliyorlar.
Günah keçisi atanan bir diğer konu da azınlık meseleleri. Peki hiç düşündünüz mü, siz içinizdeki hangi çoğunlukla bu denli çatışma yaşıyorsunuz? Neyi azaltmak ya da neyi çoğaltmak istiyorsunuz ruhsallığınızda ki yüzyıllardır anlaşılamayan, kulakları sağır eden bir ıslığı tutturmuş gidiyorsunuz.
Sahi, siz gerçekten gidiyor musunuz? (TI/HK)