Türkiye’de çok partili siyasal yaşama geçildiğinden beri siyasal partiler kendilerini sağ veya sol kavramları üzerinden (CHP, TİP’in önünü kesmek için 1965 yılında kendini ‘ortanın solu’ olarak) tanımladılar.
Siyasal partiler genel olarak mevcut sistemi savunma veya mevcut sistemde değişiklikler yapma görüşüne göre siyaset ürettiler. Elbette sağda ve solda birçok parti olmasına rağmen, sağ ve sol kavramı siyasetin ana ayracı olarak işlev gördü ve partiler, kategorik olarak bu iki başlık altında toplandı.
Bu kavramlar 21. yüzyıla girdiğimiz dönemdeki köklü değişimleri gittikçe ifade etmekte yetersiz kalmakta ve seçmen tercihlerini belirleyen temel bir etken olma fonksiyonunu azaltmakta. Bir başka deyişle iki kutuplu dünyanın yıkılması ve bilgi teknolojilerindeki muazzam gelişmeler yeni kültürel davranış biçimleri ürettiğinden, seçmen tercihlerinde başka faktörler de devreye girdi.
Bu gerçeklik, Türkiye özelinde kendini daha bir yakıcı olarak göstermekte. Türkiye’de sistemin yapısı ve siyasetin geldiği aşama, sağ ve sol kapsamlarının ötesine geçmiş durumda. Erdoğan Türkiye’si sağ ve sol kavramlarıyla birlikte ama ondan daha kapsamlı yeni siyasal ilişkiler ve talepler üretmeyi zorunlu kılıyor.
Türkiye siyaseti çok partili yaşama geçişinden itibaren sağ ve sol eksenleri üzerinde devam etmekte. Siyasetteki bu kategorizasyon, toplumda yarattığı algı gereğince de bir kilitlenmeye işarettir. Bu kilitlenmenin göstergesi iki sapma (1973 ve 1977 seçimlerinde CHP yüzde 40’larda) dışında genel olarak sağ oyların toplamı yüzde 70, sol oyların toplamı da yüzde 30 bandında olmasıdır.
Bu yerleşmiş ve statik hale gelmiş/getirilmiş seçmen tercihi Erdoğan için geniş ve rahat bir manevra alanı sağlamakta. Hatta Erdoğan 2010’lardan özellikle Gezi olaylarından sonra iktidar hesabını seçmenlerin sağ veya sol tercihlerinden çok, iktidar olmak için alınacak oy oranı üzerinden kurgulayarak politika üretmekte. Bunun için yüzde 45 – 50’lik oy oranı bandını yeterli gören Erdoğan, seçim stratejisini yüzde 50’lik kesim üzerine bina etti. Seçmen tabanını konsolide etmek için de diğer yüzde 50’lik kesimi düşman ilan etti.
Erdoğan, başkanlık referandumu sürecinde bu yüzde 50’lik husus risk içerdiğinden dolayı MHP ile iş birliği yaptı. Bu anlamda tekrar bir sağ seçmen algısını tabanda aktifleştirmek istedi.
Türkiye gittikçe hapishaneye dönüyor. Bir korku imparatorluğu oluşmaya başladı. Hukukun olmadığı bir kanun devleti hükmü icra ediliyor vb.
2019’da başkanlık (cumhurbaşkanlığı) seçimi var. Bu gidişata dur demenin yolu, bu seçimi kazanmaktan geçiyor.
Sağ-sol siyaseti üzerine bina edilecek bir stratejiyle bu amaca ulaşılamaz. Artık bu sol-sağ ikilemine hapsedilmiş, kilitlenmiş siyaset yapısını kırmak gerekiyor. Bunun nesnel koşulları ülkemizde var. Özellikle anayasa referandumu oylamasındaki “hayır” kesimi ile Kılıçdaroğlu’nun “Adalet” yürüyüşündeki kesimin örtüşmesi ve siyasal kapsama alanı bize yeni bir zemin sunmakta. Bu zeminin siyasal formasyonu, rengi, sloganı “hak, hukuk, adalet” talebidir! Bu talebin ete kemiğe bürüneceği yer ise, Erdoğan iktidarına karşı oluşan hayır cephesidir.
Erdoğan, kendi stratejisi üzerinden yenilebilir
Bu ülkede dün de adalet sorunu vardı.
Bu ülkede dün de baskıcı iktidarlar vardı.
Bu ülkenin dün de iktisadi hayattan özgürlüklere varıncaya kadar birçok sorunu vardı.
Ya bugün?
Türkiye’nin Erdoğan tarafından içine sokulduğu koşullarda bu sorunlar öylesine arttı, öylesine ağırlaştı ki…
Toplum hiç bu kadar ahlaki erozyona uğramamıştı.
Toplum vicdanı bu kadar küllenmemişti.
Toplum birbirine bu kadar düşmanlaşmamış ve bu kadar birbirine güvenmez hale gelmemişti.
Toplumda, kurumlarda ve özellikle medyada yalan ve riya bu kadar egemen olmamış ve bu kadar pespayeleşmemişti.
Eğitim-öğrenim bu kadar kendi içinde boğulur hale gelmemişti.
Toplum, sanat ve kültür alanında bu kadar çölleşmemişti.
Din, egemenlerin ağzında hiç bu kadar kirletilmemişti.
İktidar baskısı bu kadar toptanlaşmamış, bu kadar derin ve yaygın hale gelmemişti.
İnsan hakları savunucuları bile tutuklanıyorsa, gerisini düşünün artık.
Bütün bunlar bize siyasetin bir yol çatına geldiğini, ikisinden birini tercih etme ya da hiçbirini tercih etmeme şeklinde açık hale geldiğini ve sağ-sol kategorizasyonu açısıyla aşılamayacağını gösteriyor.
Erdoğan 2010’lardan özellikle Gezi direnişinden sonra iktidar hesabını yüzde 45 – 50’lik oy oranı bandı üzerine kurdu. Seçmen tabanını konsolide etmek için de diğer yüzde 50’lik kesimi düşman ilan etti.
Erdoğan, başkanlık referandumu sürecinde bu yüzde 50’lik hususun risk içerdiğini gördü ve MHP ile iş birliği yaptı. Bu anlamda tekrar bir sağ seçmen algısını tabanda aktifleştirmek istedi.
Erdoğan ve AKP iktidarında partileşen devlet ve totaliterleşmeye doğru giden bir sistem gerçekliği nedeniyle, muhalefetin hedefleri ve mevziler de değişmek zorundadır.
Bunun için ilkin sağ-sol kilitlenmesini kırmak, kemikleşmiş bu ölçütü aşmak gerekiyor. Erdoğan iktidarının alternatifi sağ-sol siyasi önermeleriyle, görüşleriyle değil, tersine, toplumun genelinin şikayetçi olduğu acil sorunlar etrafında talepler üretmekten geçiyor. İdeolojik farklılıkları öne çıkarmaya, keskin, köşeli olmaya gerek yok.
Bütün mesele ‘hayır’ zemini üzerine hak, hukuk, adalet talebini inşa edebilmekten geçiyor. Bunun için AKP seçmeninin bir kısmından bile destek geleceğini, bu desteğin ‘adalet’ talebi içerisinde yer almasının sağlanabileceğini düşünüyorum. Bunun ipuçları, bu yazıya esin kaynağı olan AKP’nin “Adalet Yürüyüşü” için kendi tabanı üzerinde yaptırdığı ankette de görülmekte.
Bölgelere göre yüzde 4 ila yüzde 12 oranında AKP seçmeni, referandumda “hayır” oyu vermiş. Ankete katılanların yüzde 35’i adalet yürüyüşünü desteklemiş. Bu çok önemli bir veri. Yine ankette adalete güven oranı yüzde 50 civarında. Yani AKP seçmenin bile yarısı, adalete güvenmiyor.
Erdoğan toplumu ortadan bölmüştü ya; işte tam da bu bölünme üzerinden karşı siyaset örgütlenebilirse, Erdoğan yenilir.
AKP iktidarı tarafından toplum öyle bir hale getirildi ki siyaset, Erdoğan ve karşıtlarından oluşan bir bölünmenin daralmasını, çatışmasını ve keskinliğini yaşıyor. Taraflar, yüzde 51’i hedeflemekteler. Muhalefet yüzde 51’lik hedefe ancak Erdoğan’ı kendi kazdığı kuyuya düşürmekle ulaşabilir. (HŞ/EKN)