Genç yaşta trafik kazası ile yatağa bağlanan özgür bir ruh... Ağrısı, acısı biraz dinsin diye tavanına asılan aynalar ve aynalardan tuvale yansıyan sanatı Frida'nın... Latin Amerika'nın suyundan mıdır havasından mı bilmem eksik olmaz ya hiç; yine o yıllarda adım adım devrime koşan kavruk bir ülke... Meksika... Ve hayatındaki ikinci büyük kaza olarak tarif ettiği Meksika'nın Michalangelo'su ressam Diego Rivera ile tanışması...
Pera Müzesi tam da bugünlerde Meksikalı çift Natasha ve Jacques Gelman koleksiyonunda yer alan ve Meksika ulusal kültür varlıkları dökümüne de kayıtlı olan Frida Kahlo ve Diego Rivero eserleri ile çiftin ünlü fotoğraf sanatçıları tarafından çekilmiş fotoğraflarını ağırlıyor. Yaklaşık 140 resmi bulunan Kahlo'nun eserlerinin çoğunu otoportreler oluştururken Rivera'nın ise tuvallerine yer verilmiş .
Sürrealist ressamlar her ne kadar Frida'yı kendi akımları içerisinde değerlendirse Frida bunu kabul etmiyor ve "Ben sadece kendi gerçeklerimi resmettim" diyor.
Zaten fırtınalı- biraz arabesk olacak fakat "acı ile yoğrulmuş" yaşamını, Rivera ile olan sıradışı evlilik hayatını, karıştığı aşk dedikodularını ve devrimciliğin tüm alanlardaki kesişim kümesine iyi bir örnek olabileceğini az biraz bilen herkes hem otoportreleri hem de çizimleri ile o derin gerçeklere rahatça ulaşıyor.
En ele avuca gelen örnekleri de belki "Yatakta Otoportre ya da Ben ve Oyuncak Bebeğim", (1937) ve "İçi Açılmış Yaşamı Görünce Korkan Gelin", (1943) Pera müzesinin üçüncü katında bizi bu deli dolu sanat işçisinin 'gerçek'ine çağırıyor.
Sağlık problemleri yüzünden sürekli kaybettiği ya da aldırmak zorunda kaldığı bebekleri çok mu çok hüzünlü bakıyorlar 1937 tarihli bir tablodan sanatseverlere. Yaşamın korkulacak bir şey olduğunu fark edip de hala merakla bakmaktan geri durmayan bir 'taze' gelin var diğer resimde. Merakla tutkularının, onu acıtan ağrıların ve adamın üzerine yürümekten vazgeçmeyen Kahlo değil de kim bu diye düşünmekten alamıyor insan kendini.
Devrimci ruhunun en güzel kanıtı ise kendi sergisine gitmesine mani olan doktorlara karşı verdiği mücadelesi ertesi tam da o serginin ortasından yükselen kahkahalarında çınlıyor... 1929'da başlayan Meksika Komünist Partisi üyeliği ya da doğum tarihini Meksika devriminin yaşandığı 7 Temmuz 1910 olarak değiştirmesi ise pek de azımsanacak ayrıntılar olmasa gerek.
Cümle alem hala sanat sanat için mi yoksa toplum için mi diye tartışadursun o aslında ne insan acısına dem vurmadan ne de 'fani' dertlerin bir ayna karşısında bile olsa şövale aracılığı ile renklere kavuşmadan duramayacağını çok da iyi anlatıyor.
19 yaşında geçirdiği kazanın ağrıları hafiflesin diye başladığı resim... Ağrılar ve sanat... Tez, antitez ve bir nevi sentezi Frida'nın: Sanatı... Sakın, Amerika'nın ortasındaki sergilerde bile dönemin muhafazakar havasına inat cesurca savunduğu devrimin ana taşlarından biri diyalektik felsefesinin; Frida'nın çalkantılı hayatında ele avuca gelmiş hali olmasın...
Sergi 20 Mart'a kadar Pera Müzesi'nde sizlerle.. (EK/BB)