Bu durum, farklı yerlerden bakıldığında ve kimin baktığına bağlı olarak her sosyal yenilik gibi iyi ya da kötü olarak değerlendirilebilir. Bana göre, üniversitelerde üretilen bilginin halkın kullanımına sunulması iyi bir şeydir. Bu bilgi çünkü, son çözümlemede bilim dalının ne olduğundan bağımsız olarak, hayatı dönüştürmek için üretilmektedir. Ama, bu bilginin sunuluş tarzı ve akademisyenlerin kamuyla kurulan bu ilişki sırasında, sahip oldukları bilginin niteliğiyle ilgili yarattıkları izlenim , mevcut ilişki üzerinde biraz durmayı gerektiriyor.
Öğretim üyeleri görev almışlar...
Bu yazı, kuşkusuz bu ilişki tarzının bütününe yönelik bir çözümleme amacı taşımıyor. Sadece, son günlerde tartışılan şu "sivil itaatsizlik semineri" nin bende uyandırdığı infialin bir yansıması olarak düşünülmeli. Basında ne ölçüde yer aldığını bilmiyorum; Bağımsız İletişim Ağı'nın Hürriyet'e dayandırarak verdiği haberden öğrendim ki, MİT, Emniyet Müdürlüğü ve başka bazı "güvenlikten sorumlu" devlet kurumlarının yetkilileri için bir Sivil İtaatsizlik Semineri düzenlenmiş ve bu seminerde Ankara Üniversitesi Psikiyatri Bölümü öğretim üyeleri görev almışlar.
Psikiyatri, -konumuz bağlamında- benim bildiğime göre insanların neden itaat edip etmedikleriyle ya da bu itaatin ya da itaatsizliğin biçimleriyle değil; itaat eden ya da bir şekilde etmeyen insanların ruhları bu nedenle yaralandığında , bu yaraların iyileştirilmesi için bilgi üreten ve bu bilgiyi insanlığın hizmetine pratik olarak da sunan bir disiplindir.
Psikiyatri ve itaat...
Psikiyatri, konumuz açısından, itaat eden ya da etmeyen siviller ya da genel olarak insanlar için işler karıştığında icra edilsin diye icat edilmiş bir meslektir. Yoksa, devlet açısından işler eski yöntemlerle içinden çıkılmaz hale geldiği zaman değil .
Bir ihtimal daha var tabii: Belki de çok inanılmaz bir şey olmuştur ve devletimiz "biz ne ettik, bu insanları deli ettik, ipini koparan başbakanlığın önüne geliyor, kimi kasayı fırlatıyor, kimi kendini zincirliyor, ne hissediyorlar, biz nasıl yardımcı olabiliriz onlara?" diye başvurmuştur üniversiteye.
Akademik etik sorunu
Yazının konusu bu değil ama, bu çok ciddi bir akademik etik sorunudur ve samimi olarak umuyorum ki, bütün bu olup bitenlerin, aktörleri açısından bir açıklaması vardır. Orada ne anlatılmış olursa olsun, konu, bilimsel bilginin, özellikle sosyal bilimler alanında üretiliyorsa, kamuya sunuluş tarzının ve kamunun yararına kullanılmasının ne anlama geldiği konusunda tartışılması gereğini ortadan kaldırmaz.
Akademik bilgiyi kamu yararına sunmanın , çok seyredilen televizyon programlarında bir sunucuya ya da sunucu ve halka aynı anda "en kesin en güvenilir en doğru bilgi verme" işi biçiminde ortaya çıktığı ve bir süre sonra tam bir gösteriye dönüştüğü biçimini hatırlayın.
Medyada bilim şarlatanlığı
Her türden mahremiyetin ihlali üzerine kurulmuş ve aslında kurallarını herkesin bildiği ama bilmiyor gibi yaptığı bu oyun; bazı gecelerde neredeyse bütün televizyon kanallarında oynanıyor. Yaz mevsimi arası verdikleri için "uzak kaldığımız" bu programlarda bir "gösteri"den diğerine koşabilirsiniz, her şeyin mümkün ve meşru göründüğü bir alan burası. Mevzubahis edilen kişilerin deneyimleri, hayatları, akraba, arkadaş ve meslekdaşları, bedenleri, yağları, selülitleri vb. gözler önüne seriliyor ve tabii onların onayı alınmış olarak...
Sonra "bilim" adamı ya da kadını, durumu özetliyor; yapılan araştırmalara göre doğru sonuçlara işaret ediyor ve dert neyse, devayı tek ve en iyi bilenin "bilimsel yöntemlerle çalışanlar" olduğunu vurguluyor.
Özellikle Pazar'ı iyi olan alanlarda gerçekleşen bu tartışmalarda, şarlatanlığa karşı bilimsel yöntemi savunma çabaları bir başka tür şarlatanlığı ortaya çıkarıyor.
Bilimsel bilginin genel itibarının , pastadan en büyük parçayı kapmak için istismar edilmesinin bu biçimi en azından çok açıkça ayırd edilebiliyor. Akademisyen ya da vaktiyle akademik unvan edinmiş ve şimdi kendini piyasaya atmış eski bilim insanı , bilgili bir satıcıya dönüşüyor.
Bu programları seyretmemek kuşkusuz mümkündür. Ama onların, bu ülkede "en çok seyredilebilir" programlar olma özelliklerini kaybetmeleri için gereken ekonomik ve sosyal dönüşümler, en azından benim yaşarken göremeyeceğim kadar derin ve köklü değişiklikleri gerektiriyor.
Bilimsel bilginin medyada yer alışı
Dolayısıyla bilimsel bilginin medyada yeralış tarzı, tarafsızlığı ve diğer bilgi biçimlerine karşı güçlülüğü miti , kayıtsız kalınamayacak hale geliyor.
Bilimsel bilgi istismarının bir başka biçimi ise daha gizil. Bu istismar tarzı, bilim adamının tarafsızlığından, tarafsız olduğu için de siyasi olmayışından ve bu nedenlerle bilimsel bilginin "masumiyet"i fikrinden besleniyor.
Bilimsel bilgiyi medyada böylesine "itibarlı" kılan tarafsızlık ya da siyasetler üstü olma durumu, ne bu bilginin elde edilme sürecinde kullanılan yöntemlerlene de evrenselliğiyle sağlanabilecek bir özelliktir.
Aslında "taraf" olduğu halde...
Sosyal bilimlerde kırk yıldır tartışılan bilim adamının dolayısıyla "bilimsel bilginin tarafsızlığı miti", aslında açıkça taraf olan , dolayısıyla günlük ya da yönetimsel olgulara ilişkin siyasi bir yanda yer alan bilim adamını , örneğin bir şairden, bir gazeteciden, bir köylüden ya da bir sivil toplum örgütü yöneticisinden sözüne daha güvenilir bir konuma getirmektedir.
Özellikle sosyal bilimler , tarih, felsefe vb. düşünme biçimleri tarafsız değildir , bu düşünme biçimleriyle insanı ve sosyal hayatı anlamaya çalışan bilim adamları da, ne üzerinde çalıştıkları olguların seçiminde ne olgunun anlaşılması ve açıklanmasına ilişkin kullanılabilecek farklı yöntemlerin seçiminde ne de bulguların yorumlanmasında tarafsızdır.
Hayatın hiçbir alanı apolitik değildir ve hiçbir insan davranışı bir boşlukta gerçekleşmez, bilim adamınınki de. Doğal olarak, çalışma alanlarını seçerken bile yanlıdır, kendine yakın bulduğu alanlarda çalışır ve bir taraf'tan bakar.
Mehmet Gül'ün Psikolog olduğunu düşünebilir misiniz?
Örneğin, biri bizi gözetliyor'la ilgili bir programda "19 yaşında aşk, cinsellik olur muymuş" diyen Mehmet Gül'ün psikolog olduğunu ve çalışma alanı olarak "çocuklarda ve gençlerde cinsel gelişim" konusunu seçtiğini düşünebilir misiniz?
Sanırım o, herhangi bir sosyal bilim alanında çalışsa , ömrünü eşcinselliğin ne denli sapkın bir cinsel davranış olduğunu ve özellikle "büyük Türk milletinin" fertlerinin asla bu sapkınlığa düşemeyeceğini kanıtlamaya adardı.
Ya PKK Uzmanı saygın profesör?
Bu tür görece "saygın" tartışma programlarında sık sık görüşlerine başvurulan bir "PKK uzmanı" profesörümüz var. Son gördüğümde Siyaset Meydanı'nda, uzun yıllar süren çalışmalarının sonucunda Güneydoğu ve Doğu Bölgelerimizde yaşayan insanların anadillerini o kadar da "dert etmediklerine" ilişkin bulgularından söz ederek , anadilin kullanımına ilişkin tartışmaya katkıda bulunuyordu. Sanırım bu çalışmaları dille ilgili literatüre geçmeye adaydır, tabii bu denli bilimsel "PKK Çalışmaları" nı yayınlayan bir bilimsel dergi varsa...
Araştırma bulgularından söz ederken "tarafsız" olduğunu iddia eden bilim adamı, orada bulunan ve anadillerini "deneysel olarak" kanıtlamaya çalışan insanlara ve program yöneticisine tabii ki "devletten yana" olduğunu söylüyor.
Devletten ya da başka bir şeyden yana olmak için ne zamandır "bilimsel bulgu" ya ihtiyaç duyuluyor? Militanlık sadece inanç gerektirir sanıyordum.
Kendine göre doğru olanı söylemek...
Bir başka örnek de son köylülük ve hububat meseleleriyle ilgili yapılan tartışmalardan verilebilir. Neden ünlü ekonomistlerimiz ve siyaset bilimcilerimiz nesnel olmaya çalışmayı bir yana bırakarak, kendilerine göre bu ülkenin geleceği açısından doğru gördükleri ekonomik politikaları açıkça ifade etmezler ve bu politikaların bu ülkedeki hangi insan gruplarına ya da yaşam tarzlarına ihtiyaç duymayacağını da?..
O zaman, en azından bir başkası çıkar ben de şu nedenlerle şöyle siyasi hem de çok bilimsel çözümler öneriyorum derdi.
Sosyal bilimlerin, verilerden hareketle -arşiv ve her türlü kaynak da bu başlık altında sayılabilir- konuşması ve verinin kendiliğinden politik olamayacağı düşüncesi bizi bu bilgiyi yorumlayan ve aktaran bilim adamının tarafsızlığı ve güvenilirliğine dolaysız olarak götüremez .
Başka bir kantar gerek
Bu süreç, yani bilim adamının veriyi olabildiğince tarafsız aktardığına güven duyulabilmesine ilişkin süreç , başka türlü bir kantar gerektirir ve gözlemlerim bana bu kantarın medyanın ve medyanın -ve bazen de devletin elinde demeye dilim varmıyor ama öyle- elinde oyuncak olmuş bu bilim adamlarının elinde pek de doğru tartamadığını göstermektedir.
Her işte olduğu gibi, bilimsel çalışmanın da kendine özgü kuralları vardır, bu kurallar tartışılmaya devam etse de tek kantar işinizi doğasına uygun yapmaya çalışmaktır. Pazar'a ilişkin kurallar ve devletin daha az zahmetle yönetebilme ihtiyacı , bu doğa'nın doğal bir parçası değildir.
Sosyal bilimlerin asıl gerekçesi
İnsanlar için daha iyi bir hayat, daha yaşanılır bir dünya için bilgi üretme fikri, sosyal bilimlerin gerekçesidir ve bu bütünüyle siyasi bir gerekçedir, aksi yapılıyor ya da yapılabilir gibi bir görüntü yaratılmak istendiğinde iki şey gelmelidir akla:
* Bir: Açıkça ifade edilmediği ve tarafsızlık mitinden beslendiği için çok da etkili olabilen bir başka siyaset ,
* İki: Para, güç, ün vb. nedenlerle Pazar'da yer edinme kaygısı. (NU)