Sivas Katliamı 2 Temmuz 1993'te gerçekleştiğinde ben henüz bir yaşında dahi değildim. Sivas Katliamını çok kere o herkesin bildiği görüntülerde izlemiştim. Kendinden geçmiş bir kalabalığın, ölümleri haykıran sesi vardı o görüntülerde.
Yüzlerce duruşma görüldü, kararlar verildi, kararlar değişti. Bir yandan, bu ülke tarihine yeni katliamlar yazıldı. Her katliama son bulması umuduyla bakıldı fakat Sivas ne ilk katliam oldu, ne de son.
Aradan 19 yıl geçti. Ben büyürken, Sivas Katliamı Davası'nda sona geliniyordu...
Dün adliye önündeki kalabalık "Zamanaşımına hayır, adalet istiyoruz" diyordu.
İlk kez gençlerden çok, yaş ortalaması epey yüksek bir kalabalığın adaleti haykırdığını görüyordum. O insanları sabahın 9'unda çeşitli şehirlerden, Ankara'ya ancak "adalet" isteği getirebilirdi.
Yazmayın twitterdan
Dava yarım saat gecikmeli olarak saat 10.00'da başladı. İğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık vardı solanda. Yakınlarını yitiren aileler, vekiller, gazeteciler, davayı izlemek isteyen avukatlar...
Fakat ilk olarak başka bir dava görüldü. Daha doğrusu görülemedi. Sanık, kalabalığa güvenerek Mahkeme heyetine çıkışınca, hâkim sinirli bir tavırla davayı erteledi.
Sıra Sivas Katliamı Davasına geldi. Başlarda kısa bir süre gerginlik çıktı. Görüntü almak isteyen bir kadının kamerasına el konuldu. Sonra hakim Dündar Örsdemir salondakilere dönerek "Şimdi bir de twitter çıkmış. Oradan yazıyorlar her şeyi. Yazmayın twitter'dan felan" dedi.
Avukatların yoklaması yapıldıktan sonra, savcı beklendiği üzere davanın zamanaşımına uğrayarak düşmesini talep etti.
Müdahil avukatlarsa "Sivas insanlık suçudur, zamanaşımı uygulanamaz" dediler ve eklediler "Bu dava tarihi bir davadır. Buradan çıkacak karar da tarihe geçecektir."
Polis kürsüyü korumaya alınca anladık kararı
Hakim müdahil avukatları dinledikten sonra duruşmaya yarım saat ara verdi. Sanki mahkeme salonu ikiye ayrılmış gibiydi. Umudunu diri tutanlar vardı, yitirenler de. Adaletten umudunu kesmişler zamanaşımı kararı çıkacak diyordu; diğerlerinin küçük de olsa umudu vardı.
Yarım saatlik aranın son bulmasına yakın salon polislerle doldu. Mahkeme kürsünün önüne kol kola girmiş durumda bekliyorlardı. Bir yandan da davanın avukatlarından Süleyman Ateş salona dönerek "Karar olumsuz da çıksa, sağduyunuzu koruyun" diyordu. O zaman yektik artık. Polislerin girmesinden de anlamıştık ki karar olumsuz çıkacaktı.
Ara bitmiş, mahkeme heyeti yerini almıştı.
Hâkim "Karar" dedi. Salon sessizliğe büründü.
Hâkim Dündar Örsdemir, öyle karmaşık bir şekilde okudu ki kararı, ilk başta davanın zamanaşımına uğramadığı sanıldı, sevinenler oldu. Hatta alkışlayanlar...
Herkes birbirine soruyordu. Ancak sonunda anladık; dava zamanaşımına uğrayarak düşmüştü. Ve aslında birçoğumuz kararı anlamaya çalışırken, mahkeme heyeti salonu çoktan terk etmişti. O zaman anladım kararın neden bu denli karmaşık bir şekilde okunduğunu.
Duruşma salonundan çıkıp Adliye önüne geldiğimde, "Zamanaşımı değil, adalet istiyoruz" sloganı hükmünü yitirmiş, öfke her yanı sarmış "Katil devlet hesap verecek" sloganı atılıyordu.
Kararı protesto etmek için yürüyüşe geçmek isteyen bir gruba polis gazla müdahale etti.
Adliye binası önünde izdiham yaşandı. Öfke Kızılay'a doğru aktı. Kararı protesto eden bir kişinin yanağına gaz bombası isabet etti. Ben ilk kez bir gaz bombası yedim.
Gazdan etkilenmedim, karardan etkilendiğim kadar...
Kolluk güçlerinin bu denli saldırganlığı niyeydi? 35 insanın yakıldığı bir katliamının kararı zamanaşımı olmuşken, insanların öfkelenmesi doğal değil miydi? Ne yapacaklardı? Sessizce adliye önünü terk mi edeceklerdi? Etmediler zaten, sesleri yettiği kadar haykırdılar... (SK/HK)
* Fotoğraflar: Serhat Korkmaz