Tekrardaki mucize gülüm,
Tekrarın tekrarsızlığı!"
N.H.Ran
Dört yıl önce bir şey oldu bu topraklarda.
Söyledikleri, yazdıklarıyla hem Türk ırkçılarını hem de diaspora Ermenilerini çileden çıkartan Hrant aramızdan ayrıldı. Ve gidişi de beklenmedik şekilde oldu. Bu toplumun hiçbir şeye ses çıkarmayacağını düşünenleri yanılttı. Binlerce insan akın etti onu uğurlamaya.
Yeni senenin tartışmalarına bakıldığında tarihle kurduğumuz ilişkinin sorunlu olduğu aşikar. Muhteşem Yüzyıl dizisi sayesinde Osmanlı padişahlarının nasıl da zor bir harem hayatıyla yüz yüze kalmış olduklarını öğrenmek toplumun bir kısmını sarsmış vaziyette.
Nasıl bir bağlantı kurma derdi bu hâlâ merak konusu. Harem var, ki ahali bunu biliyor. Padişah imgesi heteroseksüel, ki Süleyman'ın eğilimi bu yönde. Bu iki veriyle bu denli tepki oluşması da RTÜK'ün bunu ciddiye alması da inanılmaz. Ne bekliyordu bir kısım vatandaş diziden? Haremdekilerin satranç ustalıklarıyla sultanın gözünü kamaştırmasını mı?
1915'e dair algı(lamama) da benzer aslında. Bu tarihe kadar bu topraklarda birlikte yaşanılan epey kalabalık bir Ermeni nüfus var, ki ahali bunu biliyor. Yüzyıl sonrasında kalan Ermeni nüfus çok az, ki bunun da farkında vatandaş. Ama coğrafyanın büyük çoğunluğunu oluşturan Türkler ve Kürtler için bağlantı sorusu kayıp? Nasıl olmuş da buharlaşıvermiş bunca insan göç yollarında?
Hrant'tan kurtulmak isteyenlerin beklediğinin tam tersi gerçekleşti aslında. Pek çok insan soyağacını merak etmeye başladı ve konuşulmayanlar, aile sandıklarına gizlenenler de yavaş yavaş ortaya çıkmaya. Büyük Felaketin sorumlusu atalarımız olduğu gibi elinden geldiği kadarıyla yüzlerce yıl komşuluk yaptığı insanları kurtarmaya çalışan atalarımız olduğunu da öğrenmeye başladık.
Hrant'ın Mirası
Hrant'a son uzun yürüyüşünde eşlik edenler bir şey daha başardılar sonrasında.
Yüzde 10 barajıyla bu toplumun muhalif fikirlerine kapalı tutulan Meclis'e Hrant'ın arkadaşlarını göndermenin yolunu da buldular.
Solda ortak aday istiyoruz çağrısını bin umuda dönüştüren Hrant'tan öğrendiğimizdi. Binlerce yıldan süzülen ve asla unutmamamız gereken şey, şatlar ne olursa olsun acılarımızı, üzüntülerimizi devşirip "başka bir dünya" yaratacak ellerimizin emrine vermek.
Siz neler gördünüz bilmiyorum ama dört yıl önce binlerce insanın bunu yapabildiğini gördü gözlerim. Her biri bu ülke tarihinden kendi payına düşmüş acıyı sırtlayıp bir kez daha düşmüştü yollara. Şikâyet ederek, sızlanarak değil. Heybelerindeki öfkeyi yüreklerinde sevgiye, içlerindeki sızıyı gözlerinde umuda dönüştürerek.
Bizim mahalledeki binlerin hikayesi boldur ama bir kişiden bahsetmek istiyorum: Nihat Hoşgit. Kadıköy'de onun gayretiyle başlayan toplantılarda Hrant'ı andığımız, huysuz, inatçı, sabırsız bir başka uzun yürüyüşçü. 22 Temmuz'un hemen ardından felç geçirdi ve hayat arkadaşının azmi ve sevgisiyle devam edebiliyor hayata.
Torunlarım dediği bizim çocuklarla oynadığı anlar dışında Nihat Abi'yi o denli keyifli gördüğüm birkaç sahneden biriydi seçim gecesi. Bir başkası nükleere karşı Nazım okurken idi sanırım:
"İşler, atom reaktörleri, işler,
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken hiç umut yok mu?
Umut, umut, umut,
Umut insanda."
2011 Takvimi
Haziran ayı Türkiye için önemli. Seçimlerin sonucu ne olacak diye değil sadece. Seçimlerle şekillenecek Meclis'in bu sefer gerçekten yeni bir anayasa yazması gerektiğinden. Birinci Cumhuriyet mi, İkinci Cumhuriyet mi cenderesinden kendisini de toplumu da kurtarması gerekiyor Sol'un. AKP ve BDP dışında siyaset yapmaya heves edenler çıkmışken halihazırda.
Peki, biz hazır mıyız? Dört yıl önce her şeye rağmen onca şeyi yapabilmiş binlerin durumuna bakıldığında olumlu bir cevap çok kolay da değil inandırıcı da.
Soldaki cemaatler bölüne bölüne bir hal olmuş. Solcuların çoğu var olan yapıların dışında. Mevcut ekipler grup çıkarlarından, dışarıdaki bireyler egolarından önlerini görmekte zorlanır vaziyette. Sendikalarımız güçsüz, örgütlerimiz içine kapanmış. Bir kısmımız Meclis'te temsil edilmenin anlamını sorguluyor, bir kısmımız gönderdiklerinden pişman. Eh bir de "ergenokoncu - liberal, evetçi - hayırcı" sığlığında içe kapanık sözde tartışmalar düşünüldüğünde bırakın sokaktaki vatandaşı pek çok solcunun sosyalistlerden ümidini kesmesi anlaşılabilir elbette.
Daha erken denilebilir belki ama karamsar gerçekçilere bir bahar hatırlaması bu. Merak buyrulmasın benim içimde de yaşıyor bir tanesi. Şehrin günahlarını örten sis, beklenmeyen bir kış güneşi ile aralanmasa ve uzaklardan yasemin kokusu ulaşmasa yazılmayacaktı da muhtemelen. İmkân bulabilenler üşenmesinler sezon öncesi delik ayakkabılarını yenileyip hazır olabilsinler diye. Tarihe not düşme alışkanlığı olanlar bilsin ki felç dışında hiçbir mazeret kabul etmeyecekmiş tarih diye.
Hem evde yatan Nihat Abi, hem de Kurban Bayramında toprağa verdiğimiz Nihat Abi için de yürüyeceğim gibi gözüküyor. Kim bilir siz, kimler için ve kimlerle yürüyeceksiniz?
Dilimizde Nazım'dan türküler, kulağımızda sevgili Rakel Dink'in sesinden Yuhanna oldukça kısa gelmez mi uzun yollar: "Bacaklarımızla değil, inancımızla yürüyoruz".
Dört yıl sonrası 2015; başka bir şey olur mu bu topraklarda? (AÇ/EK)