* DİSK’in hemen önü: Yolunmuş bir dalın yanında yere atılmış Musa Anter fotoğrafı, onun yanında duvara dayanmış gaz bombası silahı ve fotoğraf çekmeme kızıp bana doğru koşan çevik kuvvet polisi...
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü İstanbul’da gaz bombalarının “gölgesinde” geçti. bianet editörleri Ayça Söylemez ile Elif Akgül, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Merkezi'ne ulaşmaya çalışanların ve orada sıkışıp kalanların yaşadıklarını yazdı. Ayça Söylemez Mecidiyeköy'den yola çıkıp Ortaklar Caddesi ve Gayrettepe'de tanık olduklarını aktardı; Elif Akgül ise Halaskargazi, Bomonti ve Kurtuluş'takileri...
Mecidiyeköy, Ortaklar Caddesi, Gayrettepe:
1 Mayıs 2013’ün önceki iki yıldan “farklı” olacağını biliyorduk, ama bu kadarını da ummuyorduk. Valinin açıklamaları, karşılığında sendikaların kararlı tutumu ve İstanbul’a takviye kuvvet olarak 3 bin polis geleceği haberlerinin ardından, eylemciler ve polis kadar gazeteciler de 30 Nisan’dan itibaren “hazırlığını” yaptı.
Basın kartı, fotoğraf makinesi ve gaz maskesiyle yola düşer düşmez, daha Mecidiyeköy girişinde gazla karşılandık. Ayaklarımın dibine bir gaz bombası kapsülü düştü ve patladı. Yolun karşısına geçtim, gaz bombası bu kez hemen yanıma düştü. Çapraz şekilde atılan gaz bombalarının ortasında kaldık, DİSK Genel Merkezi’ne ulaşmaya çalışan önlüklü işçilerle, gazın ardından da tazyikli su geldi.
Bu “günaydının” devamında, başımızın üzerinden hem taşlar hem de gaz bombaları uçarken, stadın yanına ulaşmayı başardım. Ortaklar Caddesi’ne giden tüm ara sokaklarda, yüzleri gaza karşı pek de korumayan eşarplarla kaplı, ellerinde limon olan işçiler ve eylemcileri, önce gaz bombası kapsülleri sonra da çevik kuvvet polisi izliyordu. Gazdan göz gözü görmüyordu tabii.
Buradaki gruplar Gayrettepe ve Profilo Alışveriş Merkezi tarafına doğru ikiye ayrıldı. Polis saat 09:00-10:00 arasında Fulya yönüne kaçanları kovalarken, küçük bir boşluk bulan diğer taraftaki göstericiler Çevre Hastanesi’nin önünde toplanıp pankartlarını açabildiler. Pankartların TOMA’yla karşılanması uzun sürmedi tabii...
Cevahir Alışveriş Merkezi’ne giden yoldaki çay bahçeleri ve kafelerde çevrelerinde olan bitenden habersiz gibi görünen birçok kişi oturmuş kahvaltı ediyordu, bir de tabii işe gitmeye çalışan, çatışmalara söylene söylene ilerleyen, barikatlarda polisle tartışanlar vardı: “Ben de istemiyorum ama işe gitmem lazım, n’olur yani geçsek?”
Polis ise tüm bu ısrarları hiçbir açıklama yapmadan, tek bir el hareketiyle savuştururken, barikatın önüne dek cipiyle gelen bir kişinin “Bize ayrımcılık yapıyorsunuz, benim kim olduğumu biliyor musunuz, geçmem lazım” demesi gülüşmelere yol açtı.
Polis, sanırım cipin de hatrına ona bir açıklama yaptı: “İleride müdahale var.” Cipin sürücüsü, yine her şeyden habersiz tavrıyla sordu: Neden ki?
İlerlemeye devam edince Cevahir Alışveriş Merkezi’nin doğal barikatıyla karşılaştım. Polis barikatından basın kartını göstererek geçen tek kişi ben olunca, bu alanı bu kadar boş görebilmiş tarihteki çok az kişiden biri oldum. Sivil polisler alışveriş merkezinin önündeki boş alanda top oynuyorlardı, çevik polis de yanlarında nöbetteydi.
Bu arada tüm bu anlattığım yolların gaz bulutuyla kaplanmış olduğunu söylememe gerek var mı? Aslında insan birkaç saat sonra alışıyor, hem sürekli atılan gaz bombasının sesine hem de rüzgar estikçe gözleri yakan gaza.
Alışveriş merkezinin arka tarafında gaz bombası atışları yoğunlaşınca bakmaya gittim. Ve bugün gördüğüm en sert çatışmalardan biriyle karşılaştım. Sökülmüş kaldırım taşlarına karşılık aralıksız atılan gaz bombasını tazyikli su izledi. Gaz bulutunun içinde kaldık. Eylemciler Fulya tarafına kaçınca polis de onları izledi. Gaz bombası sesleri altında DİSK binasına ilerlemeye çalışırken her ara sokakta siper almayı ihmal etmedim.
Şişli Cami’nin öncesinde ellerinde bayraklarla otobüs durağında oturan beş kişi hareketlendi, ayağa bile kalkamadan ilk gaz bombası otobüs durağının üstüne düştü. Polisin hareketlerinden, “Bir araya gelen üç kişiyi dağıtın” emri aldıkları anlaşılıyordu. Beş kişilik yorulmuş ve ıslanmış grup ellerindeki bayraklarla tekrar otobüs durağındaki sıralara oturdu, çevik kuvvet polisi de etraflarını sardı. Bu keşmekeşin içinde, ironik bir şekilde 1 Mayıs Marşı çalıyordu bir yerlerde.
Caminin ilerisinde birçok kez biber gazı saldırısıyla “karşılaştım.” Hem cadde hem ara sokaklar, gazın ve alev alan araçların/tezgahların dumanına boğulmuşken aralıksız atılan gaz bombasının sesine çığlıklar karışıyordu. Bu sırada esnafın da tezgahları dağıldı, bazı dükkanların camları kırıldı, bazılarında yangın çıktı. Hem fotoğraf makinemi hem de başımı korumaya çalışırken fotoğraf çekmeye çalışmak, sadece benim değil İstanbul’daki tüm gazeteciler için günün özetiydi.
Bu sırada bayılan ya da nefesi yetmeyenlerden yollara kendini bırakanlar da vardı, gerçekten sağlığı bozulup fenalaşanlar da. Ambulanslar çok geç geldi, çünkü bianet editörü Elif Akgül’den öğrendim ki, o sırada Şişli Etfal Hastanesi’nde de ambulanslara “müdahale ediliyordu!”
Mecidiyeköy’de, Halaskargazi Caddesi’nde ve Gayrettepe’nin üstlerinde, sabah saatlerinden 14:00’e kadar aralıksız gaz bombası atıldı, su sıkıldı. DİSK’in önüne ulaştığımda saldırı zayıflamış ve “rutine binmişti.” Polis iki dakika aralıkla gaz bombasını ateşliyor, DİSK’in önünden gaz bombasına sanırım bağışıklık geliştirmiş olanlar da son nefesleriyle slogan atıyordu. Sloganlar kızgındı, işçiler de.
DİSK’in hemen önünde su ve simit satanlara yaklaştım, işler nasıl dedim. “İşler kötü, nasıl olsun. Geçen yıl ne güzeldi, bu yıl da polis böyle yapmasaydı ne güzel kutlayacaktı insanlar, engellediler perişan olduk” dediler.
Günün tek gülümseten olayı, tüm gün herkese tazyikli su sıkan çevik kuvvet polisinin oturduğu küçük havuzun su fıskiyesinin aniden çalışması oldu. Bu kez kendileri suyun altında kalan 10 kadar polis söylenerek kaçtı, çoktan ıslanmış olan bizler de gülümsedik...
Halaskargazi Caddesi, Bomonti, Kurtuluş, DİSK:
Saat 8.30 civarında taksiye "beni ulaştırabildiğin yere kadar götür" diyerek Şişli'ye vardım. Sabah işe gitme umuduyla sokağa çıkanlar geri döneceklerini bilemeden hızlı hızlı yürüyorlardı. Şişli Camii'nin önündeki polis ablukasını geçince karşılaştığım görüntü geçtiğimiz yılın 1 Mayıs'ından çok da farklı değildi.
1 Mayıs yazılı karanfilli tabela, şapkalı önlüklü işçiler, flamalar, şarkılar hatta bir de zurnacı...
İlk karşılaştığım kişiye şunu söyledim: Bence müdahale olmayacak, bak insanların korteje katılmalarına izin veriliyor.
Bu naif dileğim "makul" sayıda insanın toplanmasının ardından gerçekleşen "Ankara Emniyet Müdürlüğü" tarafından tesis edilmiş TOMA'nın tazyikli müdahalesiyle "suya düştü". Ardından da gaz bombaları...
Bu yeni gaz bombalarını şöyle anlatayım, ilk atılanlardan bir tanesi ayaklarımın üstüne düştü, anlık şaşkınlığın ardından başlayan kavrulma hissi bütün gün devam etti. Etrafımdaki diğer gazetecilerse gaz maskelerini kontrol ediyorlar, yoğun gaz bulutu sebebiyle maskelerin çalışmadığını söylüyorlardı.
Bir sonraki durağım Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) önüydü. Gazdan kaçan onlarca insan DİSK binasına sığınmışlardı. Binanın bir üst sokağının iki ucu polis tarafından tutulmuştu. Çevik Kuvvet ve TOMA'lara öfkeli sloganlarla karşılık veren işçilerin bulunduğu sendikanın önüne sayısı gaz bombası atıldı.
Sokağa İtfaiye Ekiplerinin gelmesi üzerine anladık ki atılan bombalardan bir tanesi DİSK binasının iki yanındaki apartmandaki bir eve girmiş ve ufak çaplı bir zarara sebep olmuştu. İtfaiye ekipleriyle konuştuğumda kırmızı gözlerinin sebebinin binadaki tutuşma değil dışarıdaki gaz olduğunu öğrendim.
Bu sırada sokağın başından ambulans sesleri geliyordu. Ambulansın DİSK'in önüne yanaşmasına rağmen polis gaz bombası atmaya devam ediyor, ikinci ambulans sokağa giremiyordu. En sonunda bir kadın işçinin sokağa çıkıp gazetecilerin önünde bağırarak bunu dile getirmesi üzerine polis ambulansın geçmesine izin verdi.
DİSK'in önündeki çatışma uzun süre devam etti. Bu sırada işçilerin tarafından atılan taşlar yine işçiler tarafından engellendi ama polisin tarafından atılan taşlara kimse engel olmadı. Karşılıklı taşlama ve gaz bombalarından en çok etkilenenlerden biri de gazetecilerdi. Arada kalmanın ve ekipman eksikliğin sıkıntısı bir yana özellikle Çevik Kuvvet'in gazetecilerin bulunduğu bölüme attığı taş ve gaz bombaları öfkeyle karşılandı.
Gerçi 30 Nisan'da Vali Hüseyin Avni Mutlu ile Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın gazetecilere polislerin yanında durmaları gerektiğini, yoksa kendilerini eylemcilerden ayıramayacaklarını söylemişti. Öyle de oldu. Polis bazen elinde kamera olanın gazeteci mi yoksa eylemci mi olduğuna karar vermekte zorluk yaşadı.
DİSK'in önünde bunlar olup biterken Halaskargazi Caddesi'nde ise sessizlik hakimdi. Şişli Etfal Hastanesi'nin önündeki çatışma ara sokaklarda devam etse de caddedeki polisler bilimum kafe ve simitçilerde çay keyfi yapıyordu.
Asıl öfkeye ise DİSK Başkanı Kani Beko'nun DİSK binası önünde yaptığı açıklamanın ardından polisin Şişli istikametini işçilere açtıklarını söylemelerinden hemen sonra atılan gaz bombaları sebep oldu. Kaç kişinin gözaltına alındığını öğrenmek için girdiğim bina sokaktan daha fena durumdaydı. Onlarca insanın sığındığı bina biber gazıyla dolmuş, nefes almak neredeyse imkansız haldeydi.
Genel gözlemim 2007 ve 2008 yılındaki 1 Mayıs'larla karşılaştırıldığında polisin olabildiğince gaz kullanarak eylemcileri dağıtmaya yönelik bir stratejisi vardı. DİSK'in önünden pek fazla kişi gözaltına alınmadı. Ancak hemen yakınımızdaki Mecidiyeköy'de gözaltıların da müdahalenin de çok daha fazla olduğu bilgilerini öğrendim.
Günün sonunda hepimiz biber gazına alışmış durumdaydık. O kadar fazlasına maruz kalınca acılığından ziyade esansına vakıf olmaya başladık. Kendimizi yeni formüllere hazırlıyoruz artık. (AS/EA)