Dengbêj dediğin geceler boyu durmadan dinlenmeden söylediği halde hâlâ söyleyeceği sözü olandır diyen; bütün zamanların en ünlü dengbêji(m), 103 yaşında Yerêvan’da geçen yıl rahmete giden Karabêtê Xaço’nun aziz hatırasına.
Proje gereği Diyarbakır’da, asli mekânlarında, yani Diyarbekir’de kendileri için yeniden restore edilip düzenlenen Mala Dengbêjan’da; divanlarını kurmuşlar “asli unsurlarına” sunumlarını yapmışlardı da!
Bu defaki, kelimenin tam manasıyla aykırı bir iş olacaktı. Her ne kadar da hemen bir dolu kaynak “Dünyanın en büyük Kürt şehri” ya da “Dünyada Kürtlerin en çok yaşadığı şehir” unvanıyla o koca ve Bizans artığı şehri, İstanbul’u, her fırsatta vurgulasalar da, Kürtler o şehirde temsili manada da, ifade manasında da kendilerini yeterince gösteremiyorlar(dı).
Şehrin bir dolu “el, ayak işleri” onlara reva görülüyordu. Bir şekilde fırsatlar değerlendirilmeli, kültürel aktivasyonlar Kürdî manada o şehirde de (İstanbul’da) yerleşik Kürtlerin yaptıklarının dışında varlık bulmalıydı.
Şişli'de Dengbej Divanı...
Bir Ramazan günü, iftara birkaç saat kala Şişli Belediyesinin Kurtuluş’taki nikah salonu ve kültür merkezinde akşamki “Dengbêj Divanı” için sahne kurulurken merakla izleyen kimilerinin, sempatiyle beklentileri manidardı: “Bu tür etkinliklerle daha çok İstanbul’a gelmelisiniz”.
İnadına İstanbul'da Kürtçe dinlemek... Dikran, Perwer...
Yıllar önceydi. 12 Eylül günlerinin ülkeyi kasıp kavurduğu günler. Öfkeliydim. Dile, kültüre alabildiğine yasak vardı. İstanbul’a bir iş için gidiyordum. Yanıma bir Aram Dikran, bir de Şivan Perwer kaseti almıştım. Üzerlerine de adını şimdi anımsayamadığım iki Türk şarkıcının adlarını yazmıştım. Sonra bir arkadaşımla buluşmuş yemeğe gitmiştik. Yolda arabasının teybinde yolboyu o iki kaseti dinlemiştik.
Ve “inadına İstanbul’da Kürtçe dinlemek” demiştim o ezalı, cefalı yıllarda…
Nedense Şişli Belediyesi'nin kültür merkezini dolduranların en az yarısının, Kürtçe bilmediği halde Kürt Dengbêjlerinin sahnedeki Divanını ve Dengbêjlerin klamlarını, sıtranlarını dinlemelerini o gece, o yıllar önceki iki kaseti İstanbul’da dinlediğimiz an’ı anımsayarak düşündüm.
Ve böylesine bir işin, Dengbêjler Divanı Projesinin, psikolojik arka yüzünü de birlikte düşündüm.
Dengbêj dediğiniz neydi ki!
Teknoloji ilerledi dengbejler yalnızlaştı...
Bir zamanlar sözün altın kıymetinde olduğu, sözün her bir şeyin üzerinde kıymet ifade ettiği devrudevranlarda, dengbêjlik de kıymetliydi. Aşiret liderleri, feodal erk sahipleri yanlarında yaşayan ünlü dengbêjlerle ün salıyorlardı. Dengbêjler gittikleri ortamlarda kadir kıymet görüyorlardı. Sonra dünya değişti.
Görsel iletişim teknolojisi ve sese, enstrümanlara her tür teknik müdahalenin mümkünatının yaşandığı bir çağ dönüşümü dünyaya hükmedince sadece insan sesinin renginin dışında sunabilecekleri hiçbirşeyleri olmayan dengbêjler de yalnızlaşmanın garip hüznünü yaşamaya başladılar.
Toplum, onlara artık eskisi kadarını bir tarafa bırakın, hemen hiç kıymet vermemeye başladı. Hatta ilgi göstermez oldu. Çünkü toplumun yeni yüzgörümlükleri ve istedikleri kadar çok ve istemedikleri kadar hızla tüketebildikleri vardı. Bu rahatlık içinde “o teksesliliğe” tüketim toplumunun yeni müşterilerinin tahammülü yoktu. Yakınlık mesafesine dahi tahammülleri yoktu.
Bu “çağın ertesinde, ötesinde” kalmış eski zaman “ihtiyarlarının” tarihin saklı sayfaları arasındaki yerlerini almalarının zamanı, gelmiş de geçiyordu sanki!
Mehmed Uzun yazmıştı...
Ama birileri buna kalemlerini kullanarak “eyvallah” etmemekte kararlıydı. Mehmed Uzun neredeyse 1000 sayfalık bir romanla, Dicle’nin Yakarışı ile Dengbêj Biro’nun sesini taşımıştı cümle aleme, sonra yine Uzun, Dengbejlerim’i yazmıştı. Sonra bir daha Uzun “Rojek Ji Rojen Evdalê Zeynikê”yi yazmıştı.
Yaşar Kemal de son romanında yazmıştı...
Genç kalemlerden Abidin Parıltı, Dengbejler’i yazmıştı. Bingöl’de Doğan Karasu ve dört arkadaşı Ahmet Hülakü, Orhan Korkmazcan, Devrim Güleryüz ve Özlem Güngör, Bingöl Sosyal Kültürel ve Ekonomik Kalkınma Derneği (Bin-Der) adına Bingöl Dengbêjleri’ni kitap ve cd yaparak yayınlamışlardı. Ve tabii Yaşar Kemal’in son romanındaki dengbêj anlatısı yakın zamana kadar birçok sıradan Türkçe okurunun duymadığı Dengbêjlik mevzuunun “ne olduğu” sorusunu orta yere sormayı beraberinde getirmişti.
Bağdaş kurup, anlattılar...
İşte bunca derdin serencamı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini sarmış olacak ki; ortaya Dengbêjler Projesi çıkmıştı. Şişli’de bir ramazan akşamı iftar sonrası Eylül serinliğinde beş şahsiyet; Zahiro, Salihê Qûbînî, Evdilayê Goyî, Mehmûdê Hasî ve İsmailê Sêlimî’nin kendi coğrafyalarından epeyce uzakta modern bir salonda bağdaş kurup cemaatin karşısında oluşturdukları divan ve sadece sesleri ile anlattıkları, söyledikleri; bütün engellemelere rağmen sözün hükmünün bitirilemeyeceğinin dünya aleme beyanıydı.
İyi ki hâla Dengbêjlerimiz var...
Beyan, esastır. Beyan çağrıdır. Beyan, dengbêjlerin modern zamanlarda da bitirilemeyeceğinin dünya aleme ilanıdır. Çünkü Kürt sözlü kültürü bütün yasak, baskı, inkâr ve imhalara rağmen binler yıldan bu yana kendini sürdürüp yaşatarak bugünlere gelmişse biraz da söz ustaları dengbêjlerin yüzü suyu hürmetinedir. İyi ki hâla Dengbêjlerimiz var ve soruyorlar: “Min ê jî Evdalê Zeynê bavê Temûr Dengbêjê Dîwana Surmelî Memed Paşa nepirsîye ez ê nizanim dengbêjê kîjan dîwanê ye wayê l imin…” (ŞD/NZ)