Bu basit bir konuydu aslında. Yaklaşık 15 bin yıldır su insanların temel içeceği. Haftalar boyunca birkaç kırıntıyla hayatta kalmak mümkün olsa da, kimse susuz bir haftadan fazla dayanamaz.
Şehirlerin her zaman daha fazla suya ihtiyacı vardır; bu olmadan genişleyemezler. 500 yıl içinde Romalılar kentin altından ve üstünden neredeyse 400 kilometre uzayan su kanalları inşa ettiler. Kanalların hepsinin ucunda şık bir çeşme vardı. Halk suyunu bu çeşmelerden alıyordu; zengin Romalılarsa evlerine kadar su boruları döşemişti. Kamusal olanla özel olan arasında ortaya çıkan bu ayrım o günden beri keskinleşerek bugüne kadar geldi.
Antik zamanlardan bu yana sodanın –ya da mineralli su- iyileştirici özelliği olduğu düşünülüyordu. 19. yüzyılın ortalarında demiryolu orta sınıfları bu kaynaklara taşımaya başlamıştı. İlerleyen teknoloji bu suların makineler tarafından şişelenmesine olanak tanıdı. Evian, San Pellegrino, Vittel gibi markalar ortaya çıktı: şişelenmiş su ticarileşti. Kısa süre sonra da bu alan düzenlendi. 1863'te III. Napoleon Fransa, Vergeze'deki kaynağa mineralli su statüsü verdi. Bugün o kaynak Perrier –şişelenmiş suyun tüm dünyadaki başarı hikayelerinden biri- olarak tanınıyor.
1908'e gelindiğinde Perrier yılda 5 milyon şişe su satıyordu. 80'lerde tüm dünyada en çok bilinen su markasıydı. Daha sonra felaket geldi: 1990'da rastgele yapılan bir kontrolde Perrier şişelerinde kanserojen bir madde olan benzene kalıntıları çıktı. Şirket tüm dünyada şişeleri geri çağırırken satışlar da dibe vurdu. Öte yandan onların felaketi diğerleri için bir fırsata dönüştü.
Bu noktada bir konuya dikkat çekmek lazım: O sırada kimse susadığı için, diğer içeceklerdeki kalorilerden korktuğu ya da çeşme suyundan rahatsız olduğu için şişe suyu içmiyordu. Modern tüketiciler Perrier, Evian ya da Vittel'i simgeledikleri şey için tercih ediyordu. İthal şişe suyu içmek çok şık bir şeydi.
Bu fikir Amerika'da tuttuğunda artık geri dönüş yoktu. 1990-1997 arasında ABD'de şişelenmiş su satışları polyethylene terephthalate (PET) plastiğin icadıyla birlikte 115 milyon dolardan 4 milyar dolara fırladı.
Nestle Kuzey Amerika'dan Kim Jeffry, 1989'da yarım litrelik pet şişe suyunun piyasaya çıkmasının "endüstride devrim" olduğunu söyledi. Madonna evde Evian içtiğini açıkladı, mankenler şişe sularıyla poz vermeye başladı. Şişe suyu moda haline geldi.
Şişeciler bugün bize günde sekiz bardak su içmemizi öneriyor. Reklamlarda vücudumuzun yüzde 50-65'inin su olduğu, susuz kalmanın beyin hasarına yol açtığı söyleniyor. Çok ciddi iddialar ama doğru mu? Bu konuda bilimsel veri yok. Hatta uzmanlar yiyeceklerin içinde su olduğunu hatırlatıyor ve sağlıklı görünen çoğu insanın günde bu kadar su içmediğini ekliyor. Sadece yiyecekler değil kafeinli içecekler hatta bira bile su alımında hesaba katılıyor.
Pepsi 1994'te kendi su markası Aquafina'yı çıkardı. Coca-Cola da Dasani'yi. Bu şirketler şebeke suyunu alıp iyice filtreleyip, ışık ve ozonla sterilize edip şişeliyordu. Bu firmalar için suyun kaynağından çok iyi bir altyapıyla kurulup zengin bir pazara ulaşacak fabrikalar kurmak daha önemli görünüyordu.
Şişelenmiş su, çeşme suyunun yüzde 89 oranında sağlık ve güvenlik standartlarını karşıladığı ABD'de büyük başarı kazandı. 240 ila 10 bin kez daha ucuz olan çeşme suyu çoğu kez yapılan gizli testlerde markalı sulardan daha lezzetli bulundu. Şişelenmiş su fenomeni 20 ve 21. yüzyılın en büyük pazarlama başarılarından biri gibi gözüküyor.
Güvenli ve temiz içme suyu sonu olan bir kaynak ve dünya nüfusu arttıkça bu sorun daha da büyüyecek. Her ne kadar "mavi gezegen" diye tanımlansa da dünyadaki suyun sadece yüzde 3'ü içilebilir
Öte yandan su kaynaklarının kirlenmesi de önemli bir sorun olarak görünüyor.Her yıl Amerikan çiftçileri tarlalarına milyonlarca kilo kimyasal döküyor. Yağmur yağınca doğum anormalliklerinden kansere kadar birçok sağlık sorununa yol açan bu kimyasallar kaynak sularına karışıyor.
Dahası, ticari gübrelerin fazlalıkları suda yosun oluşumuna neden oluyor. Yosunlar öldüğünde bakterilerin onu yemesiyle sudaki oksijen tüketiliyor. Suyun tadı, kokusu ve rengi bozuluyor. Ölü yosunlar ve bakteri su arıtmadan kullanılan klorla birleşince olası kanserojen maddeler sudaki yerini almış oluyor. Klor, suyun tam olarak arıtılmasını da sağlamıyor. Bilimciler, yakın zaman önce sudaki hormonlar ve balıkların gelişim sorunları arasında bağ olduğunu da keşfetti. Bütün bu maddeleri sudan arıtacak teknoloji var ama ucuz değil.
Çeşme suyunun bu özelliklerini keşfedince şişe suyu daha çekici görünmeye başlıyor. Yine de suyu şişelemek için yapılan masrafları gözetince bu dev arıtma sistemlerini kurmak daha mantıklı görünüyor. Dahası, şişe suyunun da çok temiz olduğu söylenemez. ABD'de 1998'de 103 farklı marka su üzerinde yapılan testler üçte birinde arsenik, bromine ve koliform bakteri olduğunu gösterdi. Şişelenmiş su endüstrisiyse bu çalışmaya karşı çıkıyor.
Bütün araştırmalarımın sonunda kesin olan tek bir sonuca vardım: her çeşme suyu mükemmel değil. Şişe suyu firmaları kamuoyuna değil hisse sahiplerine hesap veriyor.
Peki o zaman ne içeceğiz? Hükümetten, akademiden ya da hak örgütlerinden insanlarla konuştuğumda bu soruyu onlara da soruyorum. Cevap hemen her seferinde, filtrelenmiş çeşme suyu oluyor. Buna ekleyecek fazla bir şey yok.(ER/EÜ)
* Elizabeth Royte'un Guardian'da yayınlanan yazısını Erhan Üstündağ kısaltarak Türkçeleştirdi. Royte, Bottlemania: How Water Went On Sale And Why We Bought It adlı kitabın yazarı.