Sırrı Süreyya Önder Beynelmilel’in yayınlanan senaryosuna yazdığı önsözde, Sovyet devrim sinemasının önemli isimlerinden Dziga Vertov’dan şu sözleri alıntılamış: "Hakikati göstermek basit değildir, çünkü hakikat basittir." Beynelmilel için de hayat ve hakikatin bu basitlikte önünde durduğunu belirterek bu alıntıdan devam etmiş. Onunla Narin olayını konuştuğumda “keşke” diyorum, “Ah keşke, yazdığı bu önsözden o zaman haberim olsaydı.” Fakat yoktu.
Narin’in ailesinin suçsuz olma ihtimaline dair yazıyı yazmamdan kısa süre sonra, Sırrı Süreyya ile bu konuyu konuşmam ve desteğini istemem gerektiğini düşündüm.
Bulduğum ilk fırsatta, Meclis kulisinde de bu konuyu ona açtım. Yazılarımı sever ve okurdu. Bizim gibilerin ortak okuma mecraları olan yerlerde yayınlanan pek bir şeyi kaçırmazdı zaten. Fakat Narin hakkındaki yazımı okumamış. Bu nedenle ona önce yazıyı sonra Gökçer Tahincioğlu ile yaptığımız söyleşiyi gönderdim. Sonraki ilk konuşmamızda, “Sırrı Başkan” dedim, “Bu konu zor bir konu ama bu konuyla ilgileneceğim, ilgilenmek zorundayız” dedim.
Yazıyı ve söyleşiyi artık okumuştu, “Bildiğin gibi ilgilen Hocam, sonuna kadar arkandayım” dedi. Hiç tereddütsüz ve tam olarak böyle söyledi. Bu konuşmamızı aynı akşam eve, bize ziyarete gelen ortak gazeteci dostumuza da anlatmıştım. Ona “hayat bilgisi, hikaye ve hakikat bilgisi böyle bir şey” dediğimi hatırlıyorum.
Olanca basitliği ile karşımızda duran hakikati Sırrı Süreyya bir okuyuşta anlamayacaktı da kim anlayacaktı zaten? Ömrü vefa etseydi bu konuyu onunla birlikte ele alma, bu sahipsiz aileyi bu kabustan nasıl kurtarabileceğimiz konusunda görüş alışverişinde bulunma imkanımız da olurdu. Bütün yoğunluğuna rağmen elinden geleni de yapardı. Bunu biliyorum. Maalesef bu mümkün olmadı.
Fakat vefatından sonra da bana destek olmaya devam etti diye düşünüyorum. Ölümünün ardından bulup okuduğum birçok yazı ve söyleşide bana cümleleriyle “Bildiğin gibi ilgilen, sonuna kadar arkandayım” demeye devam eti.
Mesela bir söyleşide Sadi Çilingir’in kendisine yönelttiği, "Anlatıcılığın bir misyona dönüştüğünü söyleyebilir miyiz o halde?” sorusuna şöyle cevap veriyor. “İster istemez dönüştü. Çünkü ‘Sen bunu dile getirdin. Şunu da getirirsin.’ diyenler var. Bunların hiç birisi, sırtınızı döneceğiniz talepler değil.” Burada Sevgili Sırrı Süreyya’nın seveceği bir tarzda devam edip bir filmden örnekle bu vurguyu pekiştirmek isterim.
Bir dönemin büyük gişe filmlerinden ve popüler sinemanın da iyi örneklerinden Leon filminde de unutulmuz bir replik vardır. Filmin kahramanı küçük kız Mathilda Leon’un kapısını çalar, daha evvel kapıyı açarak onun hayatını kurtarmış olan Leon, kapının arkasında olduğu halde bu kez o kapıyı açmak istemez. Mathilda “Bana bu kapıyı bir kez açtın; eğer şimdi açmazsan, şimdiye dek hiç açmamış olacaksın” der.
Burada tanımlanan şey, Sırrı Süreyya’nın sözünü ettiği, anlatıcının misyon ve sorumluluğuyla aynıdır. Bir kez kulak verdiysen ve anlatmayı seçtiysen anlatmayı sürdürmen gerekir. Zira günümüzün en mühim hikayelerinin bile suya yazılır gibi yitip gittiği yerde, adalet arayışına atfedilmiş anlatıyı bir kez dile getirip bırakamazsın.
Uygun aralıklarla bu anlatıyı hayatta tutmak ve sürdürmek adalet arayışının koşulu haline gelir. Anlatıyı dilinizden düşürdüğünüzde onun hakikatini yerden kaldırmak için bekleyen ne yazık ki pek kimse yoktur. Sırrı Süreyya Önder ötekinin hikayesine, acısına kulak veren ve ses veren insanlardandı. Gücünü hikayelerden alan bir sesin sahibiydi.
Narin’in katlinin ardındaki hakikatin basit olduğu için gösterilmesinin çok güç olduğunu bir bakışta anlaması bundandı. Bir hikaye dile getirirken her hikayenin birçok hayata değdiğini, her hayatın değerli olduğunu ve ölümlü olduğumuzu aklında tutan insanlardandı. Nitekim Walter Benjamin, “Ölüm, hikâye anlatıcısının anlatabileceği her şeyin teminatıdır. Hikayeci, yetkisini ölümden ödünç almıştır” dememiş miydi?
Sırrı Süreyya orta yerde, Narin’in yolu üzerinde duran ve yedi kez kökten biçimde değiştirdiği ifadeler gibi, bugün mahkemenin kararına esas teşkil eden ifadesinin de külliyen yalan olduğu apaçık ortaya çıkan Nevzat’ın kim olduğunu da çok çabuk anladı diye düşünüyorum.
Üstelik Sırrı Süreyya bu davada istinafa sunulan son mütalaa ya da raporlardan haberdar olmadı. Aslında olmasına da gerek yoktu. Çocuğu öldüren kişi, 19. güne dek yapıp ettikleriyle katil olduğunu zaten her aşamada “bas bas bağırmıştı.” Dediğim gibi, Sırrı Süreyya bunu anlayabilecek hayat bilgisine sahipti ve anlamıştı.
Sırrı Süreyya’nın bilgeliğini, hakikati dile getirenlere hınçla ve hırsla saldıranlarla karşılaştıramayız elbette. Sadece anlatmayı sürdürebiliriz. Narin’e ne olduğunu, hakikatin basitliğini anlayanların çoğaldığını, çığ gibi bir itirazın büyüdüğünü görmenin verdiği güçle bunu sürdürmek zorundayız. Narin o patikayı çıkamadı. Daha evvel de yazdığım gibi “Nevzat bu işin tam ortasında. Ortada. Narin eve doğru yürürken ona rastlayabileceği bir noktada. Bence Narin O’nu geçip bir adım bile atamadı. Atamadı yavrucak…”
Sırrı Süreyya Önder bahsinde sözünü etmem gereken son şey de onun beni Netflix Dizisi Adolescence’ı izlemeye sevk etmesidir. Erteleyip durduğum bu diziyi onunla yaptığım bir konuşma sonrası hızla izlemiştim.
Daha sonra dört bölümlük bu dizi Narin olayını düşünürken sık sık aklıma geldi. Sırrı Süreyya bir genel kurul esnasında yanıma gelmiş ve hal hatır sorduktan sonra, “Kızım da sinema yazısı yazmış” diyerek dudağının kenarındaki gururlu bir gülümsemeyle hemen orada Whatsapp üzerinden Ceren’in yazdığı yazıyı bana iletmişti.
Onun o gün belki bir dil sürçmesiyle, belki başka bir nedenle “sinema” diye adlandırdığı bu dört bölümlük mini dizinin ben de sonradan film değil de bir mini dizi olduğunu neredeyse tümden unuttum. Bir zihin karışıklığı yaşadım ve Adolescene’dan film diye söz ettiğim yerde, arkadaşlarım “Dizi değil miydi” diye sorduğunda “Hayır filmdi” dedim emin bir şekilde. İnsanın zihninin karışması meselesinin ne kadar tehlikeli olduğunu Narin’in ailesinin başına gelenlerden biliyoruz oysa…
Fakat böyledir; normal günlerdeki bir yorgunluk ya da küçük bir gerginlik bile kafa karışıklığı yaratır. Birçok şeyi unutur ya da başka türlü hatırlarsınız. Ağır bir travma yaşayan kişilerin gündeliğin ayrıntılarını günler sonra hatırmaları gerektiğinde zihinlerinin karışmamasını beklemek büyük insafsızlık… Güranların “çelişkili ifade” olarak değerlendirilen her ifadesi, Nevzat’ın büyük yalanlarıyla karşılaştırılması mümkün olmayan basit kafa karışıklıklarıydı… Çok yazık ki insaf onların semtine hiç uğramadı. En sıradan bir günde bile yaşanabilecek kafa karışıklıkları insafsızca çarpıtıldı.
Neyse Adolescence dizisine dönelim. Ceren’in yazısını okuyabilmek için hemen o gece ardı ardına o dört bölümlük diziyi izledim. Sonra Narin’in ve ailesinin başına gelenleri bir de bu meşhur diziden sonra düşündüm. Bunu da anlatayım.
Narin olayıyla ilişkili olarak bianet’e yazdığım yazıda, bu ailenin biricik kızlarını öldürmeleri için hiçbir neden yoktu, böyle bir neden bulunamadı demiştim. Yazıya, sosyal medya demogogları “bir çocuğu öldürmek için ‘neden’ mi gerekir, bir çocuğun katline nasıl bir neden aranır” diye atlamış ve birçok aklı evvel de hırsla bu argümanı sürdürmüştü.
Oysa elbette ailenin bu kötülüğü neden yaptığına dair “akla yatkın” bir açıklama aramak, cinayetin akla yatkınlığı anlamına gelmez. Bu cinayetin nasıl bir saikle, hangi motivasyonla işlendiğini anlamaya çalışmayı ifade eder. Nitekim Adolescence dizisinde, cinayet kameraların altında apaçık izlendiği, katil derhal tutuklandığı halde, dört bölüm boyunca bu cinayeti işleyen çocuğun motivasyonunu, diğer bir deyişle cinayetin nedenini anlamak için deli gibi çaba sarfedildi. Ta ki bütün taşlar yerine oturuncaya dek.
Narin’in katli olayının üzerinden geçen bunca süre içinde ne böyle bir motivasyon tarif edilebildi ne de bütün eziyete rağmen aileden ya da köyden bir kişi herhangi bir şey söyledi. Söylemediler, söyleyemediler. Çünkü hiçbir şey bilmiyorlardı ve görmemişlerdi.
Kısacası Narin’in ağabeyi amcası ve annesi bugün ağır bir tecrit altında hapiste olsa da mahkemenin gerekçeli kararı da dahil olmak üzere hiçbir yerde bu cinayeti neden işlediklerine dair en ufak bir açıklama sunulabilmiş değil. Adeta sebepsiz yere, “Narin kurstan gelsin de onu elbirliğiyle öldürelim” demişler gibi…
Gerekçeli karar bu anlamda utanç verici bir biçimde bu motivasyon eksikliğini “açığa çıkarılmamış asıl maksat” açıklamasıyla telafi etmeyi denemiş ve orada bırakmış.
Üstelik Nevzat’a yalancılık da yakıştırılamamış olduğundan, duruşmalar süresince hiç gündeme gelmeyen bir twist’le Salim Güran’ın asıl maksadı gizlemek için Nevzat’a, “Annesiyle ilişkime tanık oldu, bu yüzden öldürdüm” diyerek yalan söylediğine kanaat getirilmiş.
Söz konusu asıl maksadın ne olduğuna dair, bugün artık yaklaşık bir yıl geçmiş olmasına rağmen küçücük bir açıklama bile yapılabilmiş değil. Şaka değil, gerçekten de durum bu…

Kısacası hakikatin basitliğini göstermenin müşküllüğü, Sırrı Süreyya Önder’in müstesna kişiliği ile odaklandığı bir konu olmuştu. Ben de bugün onun bu “bilgeliğini” yazmak istedim. Çünkü Narin yavrucağın ölümünü bu bilgelik ışığında yeniden düşünmek çok zihin açıcı. Sırrı Süreyya’ya bir kez daha nur içinde yatsın demek isterim. Düşlediği barış tez zamanda gerçek olsun...
Narin: Çağın Karanlık Yüzü
- Birinci yıl sona ererken Narin Davası (14 Temmuz 2025)
- Erzincan’da Yüksel ve Enes’le... (15 Temmuz 2025)
- Linç haberciliği, kumpas yargısı ve Güranlar (16 Temmuz 2025)
- Sırrı Süreyya Önder, hayat bilgisi ve Narin (17 Temmuz 2025)
- Sonuç yerine: Güran Ailesi ne anlatsın? (18 Temmuz 2025)
(SÇ/EMK)











