* Fotoğraf: 5Harfliler
Sevgili Şirin,
Seni tam 25 yıl önce 20 yaşımda tanıdım. 1992’nin ilk aylarında, feminizmin bin bir rengiyle henüz tanışmamış bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olarak 8 Mart haftasında ismini zar zor “Kadın Günleri” koyduğumuz bir dizi etkinlik yapmaya karar verdiğimizde, ilk karşımıza çıkan isimlerden biri tabii ki sendin. Üniversitede ilk defa 8 Mart etkinlikleri yapılacaktı ve parçası olduğumuz karma kulübü ikna etmekten resmi izinleri almaya her şey akıntıya karşı yüzdüğümüzü tekrar tekrar hatırlatıyordu bize. Sonunda, çok daha zor bir ortamda feminizmin adını koymuş sizlerden aldığımız ilhamla öyle dolu dolu bir hafta kurguladık ve bu hafta boyunca öylesine beslendik ve dönüştük ki, haftanın sonunda artık aynı kadınlar değildik.
1992 Mart ayı itibariyle artık feminizm beni derinden dönüştüren bir yolculuğun adıydı. Ve, aynen Aksu Bora’nın yazdığı gibi, benim için sen feminizmin ilk adıydın. Herkesi kucaklayan, tüm kadınlara ve kadınlık hallerine – en güçlü itirazlarını yaparken bile – sevgiyle yaklaşan, zorlu hayat süreçlerinde kimseyi yargılamayan, tam tersine her sözü ve duruşuyla cesaret, heyecan ve ilham aşılayan, bulunduğu ve kurduğu her alanı koca bir “davet” alanına dönüştüren olağanüstü bir feministtin, etrafına ışık ve cesaret saçıyordun.
Seni tanır tanımaz Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi’nde gönüllü çalışmaya, gazete arşivlerini taramaya başladım. Duvarları sanat eserleriyle ve sıcak aydınlatmalarla süslenmiş Kadın Eserleri Kütüphanesi, kapısı herkese açık, heyecanlı sohbetlere gebe, davetkar bir mekandı ve ben taramalarımın bitmesini her seferinde heyecanla bekliyordum ki seninle konuşabileyim. Feminizmin ne olduğunu ve olabileceğini, o sırada heyecanla okuduğum onca kitaptan daha çok, bu kısa sohbetlerimizde senden öğrendim. Senin feminizmin cesaret, heyecan, sevgi ve saygı demekti. Yapmaya, kurmaya, herkesi kapsamaya, bir araya getirmeye, dayanışmaya, dönüştürmeye odaklanan bir feminizm. Ve ben bu feminizmden çok heyecan duydum, hala çok heyecan duyuyorum!
2010 yılında seni Hrant Dink Anısına Atölye Çalışmaları’na davet ettiğimizde hiç düşünmeden evet dedin, Türkiye’de feminizm ve toplumsal cinsiyet çalışmaları üzerine hepimizde derin izler bırakan bir konuşma yaptın. Daha da önemlisi üç günlük çalışmanın hiçbir panelini, yemeğini, sohbetini kaçırmadın; meraklı soruların, düşündürücü katkıların ve cesaretlendirici yorumlarınla, 65 yıllık birikiminin bilgeliğiyle her an oradaydın; dokunuyordun, öğreniyordun, öğretiyordun. Bu bile hepimize bir ders niteliğindeydi.
2014’te İstanbul Kadın Müzesi ve Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu tarafından düzenlenen Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu’nun açılış konuşmasını senin yapmanı istemiştik. O yıl 70. yaşına basmıştın ve geçirdiğin kalp rahatsızlığı nedeniyle pek yolculuk yapamıyordun. Ama konuşma daveti senin gibi sürekli kuran, yaratan, biraraya getiren, yaratıcı çözümler üreten sevgili Meral Akkent’ten gelince onu kıramamış, neden kıramadığını da konuşmanda uzun uzun anlatmıştın.
1970’lerde İstanbul Üniversitesi’nde kadın ve siyaset üzerine tez yazabilmek için büyük mücadele vermiş, 1981’de YÖK kurulduktan sonra üniversiteden istifa etmiş birisi olarak Meral’le yollarınız Almanya’da bir toplantıda kesişmiş, Meral’in bu toplantıda gösterdiği feminist dayanışma örneği seni çok etkilemişti. Ve işte o sayede en az üç nesil feminist araştırmacı ve aktivist YÖK’ün kuruluşunun 33. yıldönümüne denk düşen Sempozyum açılışında seni dinlemek üzere bir araya gelmiştik. Son anda tansiyon sorunundan dolayı uçağa binememiş, aramızda olamamıştın ama çok etkileyici bir konuşma göndermiştin. Cesur konuşman bir yandan “kişisel olan politiktir” sözünü senin hayatından çok çarpıcı örneklerle gözler önüne seriyor, bir yandan da Nobel ödüllerinden Türkiye üniversitelerine akademyanın cinsiyetçiliğine dair birbirinden önemli tespit ve uyarılarda bulunuyordu.
Üniversitede kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının artmış olması seni sevindiriyordu ama oldukça temkinli, hatta karamsardın. Bu konuşmadan sonra geçen 2.5 yıl karamsar olmakta ne kadar haklı olduğunu gösterdi hepimize. Büyük emeklerle kurulan, okuma listelerinin başında senin kitaplarının ve yazılarının olduğu kadın çalışmaları programları ve merkezleri birbiri ardına gelen KHK’larla boşaltılmaya başlandı.
Tüm karamsarlığına rağmen, konuşmanı kadınların yüzyıllık mücadelelerini hatırlayarak, kazanımlarımızı kutlayarak bitiriyordun:
“Türkiye bundan 100 yıl önce, üniversiteye ilk kadın öğrencileri kabul etmişti. O sırada Birinci Dünya Savaşı başlamıştı. Kuşkusuz daha önce elit ailelerin kızlarından Batı’ya giden ve orada antropoloji, tarih gibi konularda öğrenim alan kadınlar da olmuştu. Ama küçücük bir azınlıktılar. Önemli olan, bu topraklarda, dünya feminist hareketiyle dirsek temasında olan Osmanlı Kadın Hareketinin sürdürdüğü mücadelenin ilk zaferlerinden biri olan, 1914’te İstanbul Üniversitesi’ne ilk kadın öğrencilerin kabul edilmesi kararıydı. Kadınların tarihine ve yüzyıllık kazanımlarına saygıyla…”
100 yıl sonra benzer bir tarihi sen yazdın. Nasıl ki İnâs Darülfünunu, yani ilk kadın üniversitesi, üniversite dışındaki kadınların yoğun çalışmaları, mücadeleleri sonunda kurulmuştu, Türkiye’de toplumsal cinsiyet çalışmaları da önce üniversite dışında yeşerdi ve kurumsallaştı. Ve sen pek çok kurumsallaşma sürecinin itici gücüydün. Feminizmi, Kadın Eserleri Kütüphanesi’nden Mor Çatı’ya, KADER’den Winpeace’e birbirinden önemli kurumlarda köklendirerek, çevirdiğin, derlediğin ve yazdığın kitaplarla hepimize yeni pencereler açarak, akademi dışında olağanüstü yaratıcı bir hayat kurmayı başardın. Ve bütün bunları çok mütevazi bir yerden, sahiplenmeyi değil başkalarına alan açmayı esas alarak, birlikte yürümenin ve büyümenin keyfini göstererek yaptın.
Yıllar içinde yaptığımız onca sohbetten aklımda başka birisine (veya bana) söylediğin tek bir kötü söz kalmamış. Senin enerjin başkalarının yapamadıklarını konuşmaya, onları çekiştirmeye veya kendine pay çıkarmaya değil, hayatı hep birlikte nasıl dönüştürebileceğimize odaklanan bir enerjiydi. Arkasında hep bir merak barındıran, hep şaşıran, hep cesaret veren bir enerji. İltifatlarında, takdir ifadelerinde bu kadar cömert davranan çok az kişi tanıdım. Normalde son derece ölçülü konuşan birisiyken başkalarının yaptıklarından bahsettiğinde birden “muhteşem, olağanüstü, harika” ifadeleri dökülürdü ağzından (ve yazdığın o güzel mektuplarda, kaleminden).
Bende kalan son fotoğrafın Kasım 2014’ten: Bodrum’da, hasta hasta geldiğin toplantıda, Handan Çağlayan’ın Kürt siyasi hareketi ve feminizm üzerine paylaştıklarını merak ve ilgiyle dinlerken çekmiştim. Sonrasında ikimize yazdığın mesaj, bu “muhteşem buluşma” için teşekkür ediyor, toplantıyı “heyecanlı ve aydınlatıcı” olarak tanımlıyor, bizi “sevgiyle kucaklıyor,” yine bize güç ve cesaret veriyordu.
Geriye dönüp baktığımda her bir yaş ve yaşam dönümümde, senden bana başka türlü bir bilgelik aktığını görüyorum. 20’li yaşlarımda nasıl bir feminizm sorusuna sende yanıt bulmam; 30’lu yaşlarımda feminizmin genişleyen sınırlarında hep birlikte nasıl genişleyebileceğimizi, feminizmi farklı mücadelelerle nasıl örebileceğimizi tekrar tekrar keşfederken yanımda seni bulmam; 40’lı yaşlarıma gelirken kadın dayanışmasının hayati önemini kendi acılı süreçlerimde deneyimlerken yine yanımda seni bulmam, bu süreçte kendini cömertçe paylaşman ve bana verdiğin cesaretle güçlenmem; ve şimdi 40’lı yaşlarımın ortalarında, sahiplenmeden alan açabilmenin inceliklerini öğrenmeye çalışırken ana ilham kaynağımı yine sende bulmam... Binlerce yıllık kadın bilgeliği, bütün zorlukları ve bedelleriyle birlikte, sende vücut bulmuş, binlerce kadına akmış, her birimize cesaret, güç, umut, heyecan ve yaşam sevinci aşılamış gibi hissediyorum. Bu kadınlardan biri olmak büyük bir ayrıcalık ve mutluluk.
Sağol, varol! Hakkını helal et... Yapamadığım her şey, sana uzatamadığım her el, zamanında söyleyemediğim tüm güzel sözler, paylaşamadığım tüm teşekkürler için özürlerimi, 25 yıl boyunca bana, bize, bu hayata kattıkların için şükranlarımı bulunduğun yerden kabul etmen dileğiyle...
Benim için ve eminim binlerce kadın için, sen hep var olacaksın! Gıyabında seninle yürümeye, senden öğrenmeye, senden güç almaya devam edeceğiz...
Sevgiyle, özlemle... (AGA/ÇT)