Şirin Yazıcıoğlu'nun [Cemgil] ardından Almanya'daki arkadaşları bir anma toplantısı düzenlediler. Toplantıya katılan arkadaşı Berin Uyar, gördüklerini, işittiklerini, hissetttiklerini ve söylediklerini katılamayanlar için yazdı.
* * *
Anma toplantısının yapılacağı, Duisburg'da eski bir itfaiye binasının restore edilmesiyle kazanılan "Alte Feuer Wache" isimli bir kültür merkezine vardığımızda, sabah saatlerinde gri siyah olan gökyüzü pırıl pırıl olmuş, binanın önü tanıdık yüzlerle dolmuştu bile. Bir çok yüzü ilk bakışta anımsayamadım bile. Yıllardır görmediğim saçı sakalı bembeyaz olmuş arkadaşlarla kucaklaştık.
Ve büyük bir hayretle gördük ki, ne yazık ki biz artık sadece ve sadece ortak dostlarımızı yolcu ederken buluşabiliyoruz.
Ve yine büyük bir hayretle gördük ki, yıllar sonraki ilk konuşmalarımız yine hep kaybettiklerimiz üzerineydi...
Ve yine hayretle gördük ki, artık sayımız çok azalmış. Ne kadar çok eksilmişiz.
Her biriyle ayrılırken, teker teker yine söz verdik birbirimize: En kısa zamanda tekrar buluşup, birbirimize "değerli zaman" ayıracağız.
Anma toplantısını yapıldığı salon tamamen dolmuştu.
Yüksek sahnenin sağ yanına bir masa üzerine Şirin’in iki fotoğrafı konmuş.
Biri kara gözlü, kara saçlı, gözlerinin içiyle gülen gencecik Şirin.
Diğeri yine kara gözlü, yine gözlerinin içiyle gülen ama kar gibi beyaz saçlarıyla ve yüzündeki derin çizgilerle bakan Şirin.
Ve kocaman kızıl bir gül.
* * *
Sahnedeki beyaz perdenin üstünde Şirin’in fotoğrafları.
Çocukluğu, doğduğu kent Buldan'da örgülü saçlarıyla, koca kurdeleli Şirin...
İlk genç kızlığı, deli çağı, Sinan'la elele, Sinan'la yan yana, Sinan'la dopdolu Şirin.
Dünyaya henüz gözlerini açmış Taylan’ı koklarken Şirin.
Yavrusunun yavrusunu bağrına basmış Şirin.
Bir kaç arkadaşıyla objektife muzip muzip bakan Şirin.
Koroda, Ruhi Su'nun hemen yanında, Sumeyra'nın hemen arkasında.
Hafif karartılmış sahne ışıklarının gölgelediği perdenin arkasında insanin yüreğini dağlayan bir ses.
Perdede sürekli dönen sararmış fotoğrafları sesiyle okşuyor Şirin.
Katılanların yüzlerinde derin ve anlamlı bir hüzün.
* * *
Tam 41 yıllık arkadaşım, en deli yıllarımızı birlikte koştuğumuz Tayfun Demir, Şirin’in Duisburg'a geldiği ilk yılları, onunla kitap dolu günleri; Şirin’in ona ve çocuklarına nasıl "öğretmen" olduğunu anlatıyor. "Duisburg'da bir gölge gibi gezerken anımsıyorum Şirin Ablayı" diyor. "Bir kitapçıda, bir sergide, bazen tramvayda, sinemada, konserlerde... Ama hep yalnız."
Taylan anlatıyor annesini. Annesinin çocukluğunda ona anlattığı gençliğini anlatıyor. Buldan'da doğmuş Şirin. 11 Mayıs 1945 doğumluymuş ve savaşın bittiği günlerde doğduğu için kendine "Ben barış çocuğuyum" dermiş.
Çocukluğunda oğluna kendi çocukluğunu o kadar çok anlatırmış ki, Taylan "bazen onu dinlemez kaçardım" diyor. Ve "keşke annemi daha çok dinleseydim. Bir daha onu dinleyemeyeceğimi bilebilseydim" diye ekliyor.
Taylan "keşke"lerini anlatıyor. Ve bu "keşke"lerinin hayatı boyuca ona geri döneceğini söylüyor.
Annesi ve babasının nasıl tanıştıklarını, nasıl büyük bir aşk yaşadıklarını, İzmir Kız Lisesine bir akrabasını ziyarete gelen Sinan'in etrafının kızlarla nasıl çevrildiğini, Şirin’in ise "benim bu taraklarda bezim yoktur" demesine karşın sonradan Sinan'a nasıl vurulduğunu anlatıyor.
Sonra boğazına saplanıp kalan hıçkırığa egemen olmaya çalışarak devam ediyor: "Annem bağımsız bir kadındı. Turkiye'de devrimin maratonunu koştu. Ama çıplak ayakla, hiç bir kestirme yola sapmadan koştu. Hiç odun vermedi görüşlerinden ve mücadelesinden. Annemle gurur duyuyorum".
Atilla Keskin.
Denizlerin, Sinanların kavga arkadaşı...
Bastonla çıkıyor kürsüye. Uzunca bir sure konuşamıyor.
Elinde Şirin’in kısa bir süre önce ona yolladığı bir mektubu sımsıkı tutuyor. "Şirin bu mektubu bana bugün okuyayım diye yollamış sanki" diye başlıyor anlatmaya. TİP'li günleri, deli fişek gençliklerini, Sinanlı, Şirinli, Çağataylı günlerini, Şirin’in içli türkülerini, 70'li yıllara kadar ne kadar güzel ve eğlenceli günler yaşadıklarını, sonra yolların nasıl ayrıldığını, Sinan'la dağdaki günlerini anlatıyor.
Atilla dağda oldukları süreçte şehre inermiş arada. Şirin’e Sinan’ın dağda yazdığı Ahmet Arif şiirlerini getirir ve Şirin’den de okuduğu ağıtları götürürmüş Sinan'a.
Taylan’ı alır gezdirir, babasını anlatırmış. Henüz dört yaşında olan Taylan, babasının öldürüldüğünü bilirmiş de, ille de babasının nerede yattığını da bilmek istermiş.
Atilla bize, bu kadar yakın arkadaşı olmasına karşın Şirin’in hastalıklarını yeni öğrendiğini anlatıyor. "Şirin hastalıklarını da anlatmazdı. Hayatı pozitif görmeye çalışırdı. Çok hoş bir ‘Doktorcu’ jargonu kullanırdı... Şirin dimdik yaşadı. Yalnız öldü. Her şeyi yazdı ama ölümü yazamadı" diyor.
* * *
Şirin’in 15 yıllık genç bir arkadaşı çıkıyor kürsüye. Belki de Aysel, hem politik olarak hem de dost olarak her şeyi bulduğu tek arkadaşı Şirin’in. Şirin ona "Ayselcim" dermiş, "Biliyor musun tüm yaşamım boyunca, yoldaşlarım bana arkadaş olamadı. Arkadaşlarım da yoldaş. Ben sende ikisini de buldum. Bu arkadaşlığın tadından yenmez."
* * *
Hüseyin Erdem mikrofonu eline aldığında, Şirin güzel sesiyle bir Anadolu türküsü söylemeye başladı. Hüseyin de yumuşacık sesiyle katıldı ona. Hüseyin’in derlediği bu türküyü birlikte söylediler. Bu türkü boyunca arkada perdede, Semih Poroy tarafından çizilmiş bir Şirin karikatürü, Şirin Şirin baktı durdu.
Arkadaşlıklarını, buluşmalarını, yazışmalarını, duygu ve düşünce alışverişlerini, Şirin ve Sinan’ın ailelerini, onlarla dostluklarını anlattı Hüseyin. "Bazı arkadaşlarımızı her gün göremeyebiliriz" dedi Hüseyin. "Ama onlar hep bir yerdedirler. O yer bizim yüreğimizdir. Aramızdan ayrılıp gittikleri zaman da onları yüreğimizden başka taşıyacak bir yerimiz yoktur. Ben de işte buraya bu ağır yükü taşımak için, sevgili Şirin’i yüreğime alıp götürmek için geldim"...
Ben, Şirin’in oğlu Taylan için bir dosya hazırlamıştım. Gruplarımıza gelen Şirin’le ilgili yazıları topladığım bu dosya yoluyla Taylan’ın da Şirin’in bu çok eski arkadaşlarını tanımasını ve Şirin’in torununa da aslında ninesinin ne kadar çok sevildiğini, dedesinin hiç unutulmadığını anlatsın istedim. Kürsüden, anma toplantısına katılanların da duymalarını istediğim bir kaç iletiyi de (bir kısmını sahiplerine de soramadan) okudum.
İşte böyle arkadaşlar.
Bir tane daha eksildik.
Taylan annesini Türkiye’ye getiriyor.
İşlemler henüz tamamlanmadığı için cenazenin ne zaman kaldırılacağını bilmiyor.
Muhtemelen cuma veya cumartesi dedi.
Şirin, hep yüreğinde taşıdığı sevdiği adamın, Sinan’ın kollarında uyuyacak bundan böyle...
Hiç mi hiç yalnız kalmadan. Sonsuzluğa kadar...(BU/EK)