Susanna Tamaro’nun, “Kitaplardan Korkan Çocuk” kitabının tanıtımını yapıp bitirdim. Kayıt et, simgesini tıkladıktan sonra derin bir nefes aldım. Ama Sırdede’nin sırrı göğüs kafesimi sıkıştırdı. Asıl derin nefes içimdeymiş.
Sırdede’nin sırrı öyle bir sırdı ki, daha önce okuduğum çocuk kitaplarının hiçbirinde rastlamadığım bir sırdı bu; çocuklarımızla paylaşılması, üzerine tartışılması, sır olmaktan çıkarılıp yüzleşilmesi gereken.
Birazdan aktaracağım olaylar, Antalya’ya yakın, sadece denizden ulaşılabilen bir köyde geçiyor. Olayların başlamasına sebep ise Cem’in gezgin halasının, Rusya’dan Haski (Husky) cinsi yavru bir köpek getirmesi. “Bembeyaz, şipşirin, avuç içi kadar küçük bir köpek yavrusuydu!” (s.38) köye ilk geldiğinde Afacan.
Cem’in babası, Afacan’ın vatanından kopartılıp getirilmesine, üstelik parayla satın alınmış olmasına karşı gelir. Ancak oğlunun sevinci karşısında da susar.
Afacan, işte bahsetmiş olduğum bu köyde büyümeye başlar. Yaramaz mı yaramaz bir yavrudur. Köyü altına üstüne getirir yaramazlıklarıyla. Afacan büyüdükçe yaramazlıklarının yerini kayboluşlar alır. Genleri, vatanı Rusya’ya benzeyen yerleri çekmektedir. Son kayboluşundan önce gizlendiği yer Cemgilin evinin buzdolabıdır. Eser de bu olaydan alır ismini: ‘Buzdolabındaki Köpek’.
Kendisine yuva bellediği buzdolabı bozulup yerine yenisi alındığında Cem’in annesi, Afacan’ı yeni buzdolabında istemez. Yersiz yurtsuz kalan Afacan yine kaybolur, ama bu sefer kısa zamanda bulunmaz. Günlerce, köşe bucak aranır köylüler tarafından. Afacan yoktur. Geriye bakılmadık tek bir yer kalmıştır: ‘Kayıplar Ormanı’. Girenin bir daha geriye dönmediğine inanılan bir ormandır bu.
Köylüler, anlamışlar gibi sessizce Kayıplar Ormanı’na doğru ilerlerler. Sınıra gelince de zınk diye dururlar. Sınırdan öteye adım atmaya kimse cesaret edemez. Sessizce bekleşirlerken uzaktan Sırdede gözükür. Yanlarına ulaştığında da Afacan’ın ormanın içerisindeki kulübede olduğunu, her gün onu düzenli olarak beslediğini söyler. Sırdede, Kayıplar Ormanı’na girmiş ve geri dönmüştür. Şaşkındır köylüler. Açıklama bekleyen gözlerle Sırdede’ye bakarlar. Sırdede, açıklama yapmadan ormana doğru ilerler, köylüler de arkasından onu takip eder.
Kulübenin bulunduğu yere vardıklarında köylüler, çatıda keyifle uyuklayan Afacanı görüp rahatlarlar. Sonra da Sırdede’nin kapısını açtığı kulübenin içine girerler. İçerisi çeşit çeşit şahsi eşyalarla doludur. Köylülerin merakları da şaşkınlıkları da daha da artar.
Kitabın Adı: Buzdolabındaki Köpek |
Yıllarca taşıdığı sır, Sırdede’nin dudaklarından birere birer dökülür. Anlattığı hikâye doksan yıl öncesine dayanmaktadır. “Bu köyde Rumlar yaşıyordu… Savaş sonrası, yeni savaşları engellemek için, hakların yer değişikliği yapmasına karar verildi. Anadolu’daki Rumları Yunanistan’a, oradaki Türkleri de buraya gönderdiler.” (s. 71)
Köylüler, benzer hikâyeleri çok dinlemişlerdi. Ama kendi ailelerinin de aynı şeyleri yaşadığı kırk yıl düşünseler akılarına gelmezdi. (s. 72). İyi de neden geçmişleri saklanmıştı kendilerinden?
“Tabii, bu yer değiştirme iki taraf için de hiç kolay değildi. Buradan gidenler Yunanistan’da yaşamakta zorlandılar. Yunanistan’dan gelen bizler de buraya uyum sağlamakta güçlük çektik. Ne oralı ne buralı olabiliyorduk.” (s. 72) “Büyüklerimiz, ‘Bizim yaşadığımız sorunları torunlarımız yaşamamalı. Herkes burada doğmuş olduğunu kabul etmeli,’ diye karar verdiler.” (s. 73) Büyüklerin aldığı bu karardan sonra ormana bir kulübe yapılmış, geçmişe ait eşyaların hepsi kulübeye konmuş, gelecek kuşakların kulübeye ulaşmaması için de ormana girenin geri dönmediği söylentisi yayılmış.
Sırdede’nin saklamış olduğu sır, köylülerin geçmişlerine ait bir sırdır. Anavatanı saydıkları yere zorla göç ettirilmiş olmaları gerçeği alt üst eder dünyalarını. Bu alt üst oluştan nasibini Cem de alır. Rüyasında yüzünü yitirir. Yitirdiği yüzünü ararken, yüzünün iradesi dışında başkalarının yüzü olduğunu görür. Kitapta iletilmek istenen temel iletinin barındığı yerdir bu rüya; çocuklarla tartışılması, alt okumalarının yapılması gereken.
Geçmiş, kimlik, göç… Sorular dönüp dolaşır Afacan’da kilitlenir. Afacan, doksan yıl önce ana vatanlarından kopartılıp göçertilen geçmişleri olur. Vatanına götürmeye karar verirler Afacan’ı. Yolculuk hazırlıkları yapılır. Uçak biletleriyle Afacan’a Rusya’da bakacak aile ayarlanır.
Afacan’ı bırakıp gelmek zordur; fakat onu vatanının karlı tepelerinden özgürce koşarken görmek de güzeldir. Dönüş yolunda, “Afacan yüzünden neler keşfettim,” diye düşünür Cem. “Babamı, denizi, ormanı, aile tarihimizi, halamı, Rusya’yı, Moskova’yı, müzeleri, konserleri, metroyu, uçağa binmeyi…” Saymakla bitmiyordu. (s. 92)
Çocuklarımızın, geçmişe ait sırların peşine düşüp yüzleşmeleri ve güçlenmeleri umudumla, keyifli okumalar. (ED/HK)