Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının ilk günlerinde daha çok bir endişe anlamı içeren faşizm ifadesi son dönemde, AKP'yi tanımlamak ve nitelemek için yaygın biçimde kullanılıyor.
Prof. Emre Kongar'dan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Kemal Anadol'a, Türkiye Komünist Partisi'nden (TKP) Birgün gazetesi yazarı Tülin Öngen'e ve Ali Nesin'e kadar geniş yelpazede AKP faşizmine işaret ediliyor.
Gazeteci arkadaşlarımız Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın hukukun göz göre göre çiğnenerek tutuklanması, 'faşizm teşhisi'ni adeta genel bir kanaat haline getirdi.
Bir iktidarı veya dönemi faşizm olarak tanımlamak çok ciddi bir iddia. Eğer bir ülkede faşist bir iktidar varsa veya iktidar 'faşistleşiyorsa' kaybedilecek bir dakika bile yok demektir.
Faşist bir iktidar, doğası gereği yalnızca toplumun (ülkenin) birikmiş bütün insani, kültürel, sosyal, örgütsel, entelektüel zenginliğini tahrip etmekle kalmayacak... Sermaye birikiminin nesnel yasalarının günümüzde ulaştığı aşırı yoğunlaşmanın maddi zemininden hareketle 'insanlık stokunu' tehdit edecektir.
Bu nedenle, mevcut siyasal ve sosyal mücadele biçiminin acil olarak değiştirilmesi gerekir. Emekçilerin seferber edilmesi, emek merkezli çok geniş bir cephenin kurulması ve bunun uluslararası dayanışma ağlarıyla güçlendirilmesi kaçınılmaz hale gelir.
Faşizm ifadesinin cazip tınısı
Türkiye solunda faşizm ifadesi, hep etkileyici bir tınıya sahip oldu. Devlet aygıtının hangi parti iktidara gelirse gelsin şiddet uygulamadaki 'istikrarlı devamlılığı' devletin kendi hukukunu kitlelerin gözü önünde sık sık çiğnemesi, binlerce "faili meçhul cinayet" 80 öncesindeki paramiliter faşist çeteler, devlet kontrolündeki mafya ve sağ iktidarların yasa ve kural tanımaz sola düşman icraatları rejimin faşist olarak nitelenmesine büyük bir gerekçe sundu.
Devlet aygıtının baskıcı ve şiddet içeren yönü yalnızca toplumsal muhalefetin canlandığı dönemlerde açığa çıkmaz. Bugünkü gibi toplumsal muhalefetin geriye çekilmiş olduğu koşullarda da devletin aşırı şiddet içeren mekanizmaları sosyal taleplerin açığa çıkmaması için kullanılabilir. Bu doğrudan sermaye birikiminin ihtiyaçlarıyla ilgili ve rejimin toplumsal muhalefeti kontrol altında tutması için elzem.
Ama uygulanan terör ne kadar şiddetli olursa olsun ve toplumsal kontrolü sağlamak üzere kullanılan unsurlar (ideoloji, istihbarat, hapishane, ceza kanunlarının kapsamı, sosyal koruma, korporasyon vb.) ne kadar gelişkin olursa olsun -faşizm dışındaki bütün devlet biçimlerinde- toplum kontrol altına alınamaz. İşçi sınıfı tam olarak hizaya sokulamaz.
Toplumsal hafıza silinemez ve emekçi sınıflara içkin olan örgütlenme kapasitesi, ne kadar sınırlanırsa sınırlansın ve fiilen dağıtılırsa dağıtılsın felç edilemez. Askeri diktatörlükler ve tek partili baskı rejimleri ile faşist bir rejimin en önemli farkı bu çerçeve içinde ortaya çıkar.
Devlet mekanizmasında olağanüstü değişim
Faşizmde devlet olağanüstü bir merkezileşmeye evrilir, devlet mekanizmasının işleyişinde rolü olan bütün ikincil unsurların rolü ortadan kalkar. Devlet "büyük sermaye"nin en önde gelen gruplarının doğrudan aygıtı gibi işlemeye başlar, bu faşizmin en önemli maddi temelini oluşturur.
Faşizm ile diğer baskıcı devlet biçimleri arasındaki ikinci önemli fark emekçi sınıfların yeniden-biçimlenmesi ile ilgili. Faşist bir rejimde işçi hareketinin örgütlenme yeteneğini felç edecek bir yeni toplum örgütlenmesi hayata geçirilir. İşçi sınıfı meslek mensupları olarak yarı-askeri biçimde yeniden örgütlenir.
Ne kapitalist sermaye birikim sürecinde büyük şirketlerin varlığını tehlikeye düşüren bir kriz var ne de siyasi mücadelenin düzeyi faşizmi gerektirecek bir durumda değil. Rekabetin önündeki engeller egemen sermayenin isteklerine göre yeniden düzenleniyor. Siyasi düzlemde büyük sermayeyi artık değeri temellük etmekten alıkoyan bir şey yok.
Bu maddi ve tarihi zemin üzerinde Türkiye'ye baktığımızda AKP rejimini faşist olarak nitelemek için ya gerçekliği ciddi biçimde tahrip etmek ya da küçük burjuvanın ham hayallerini teori ve politika olarak kabul etmek gerekir.
Hemen belirtelim AKP rejimini faşist olarak tanımlamamak, devletin baskıcı boyutunu, tek partinin otoriter eğilimlerine özürcü yaklaşmak anlamına gelmez.
Hatalı faşizm teorilerinin bedeli
Türkiye'de bir faşizm tehlikesi var mı? Evet var, ama bunun kaynağı AKP değil. AKP'ye işaret etmek gerçek tehlikenin üzerinin örtülmesi olur.
Milliyetçi Kürt düşmanları, bağımsız emek hareketinin düşmanları, işçi sınıfı eylemlerinin dağıtılmasında görev alan sivil güçler, etnik kimlikleri düşman ırkçılar, Cumartesi Annelerine saldıranlar, işte faşizmin insan kaynakları orada.
Türkiye 12 Eylül öncesinde hatalı faşizm teorilerinin bedelini, (1908 burjuva devrimi döneminden bu yana en yüksek noktasına çıkmış olan) toplumsal muhalefetin ve sosyal mücadelenin askeri darbe tarafından ezilmesi yolu ile çok ağır biçimde ödedi.
Toplumsal muhalefet yeni bir bedel ödeyemeyecek kadar zayıf ve yeni emekçi kuşakları bu bedelin ağırlığını henüz taşıyacak kadar olgunlaşmış ve temayüz etmiş değil.
Bugün her kim yanlış faşizm teşhisi yapıyorsa, "kapitalist uygarlığın" bugüne kadar keşfettiği insanlığın en barbar ideolojisi ve rejimini sıradanlaştırmaya, ucuzlatmaya katkı sunuyor diye düşünüyorum.
Bilinçli veya bilinçsiz her sıradanlaştırma çabasının faşizmi meşrulaştıracağı çok açık. "Faşist hareket"e karşı siyasal mücadeleyi sekteye uğratacağı şüphesiz. Ve en önemli zararı, faşizme karşı mücadelede en büyük güvence olan emekçi sınıfın mücadele kapasitesini sınırlamaya yol açması.
Böylece yalnızca "faşist akımlar"a karşı değil, devletin şiddetine, anti-demokratik uygulamalara, neo-liberal politikalara karşı da emekçi sınıfın harekete geçme eğilimini törpülenmesine hizmet edilmiş olacaktır. (EB/AS)