“Evrensel bir yakınlık insanları birleştiriyor ve birinin alçaklığı öbürleri üzerine yayılıyor. Kötülük, suçu işleyen ve o andaki kurban ile sınırlanmıyor. O, bir yağ lekesi gibi genişliyor. Kötülüğü işlemeden içlerinden geçirenler eninde sonunda varırlar ona. Bu istekleri kınamadan duyanlar çok acı çeker.
''Olaydan hiç haberleri olmasa bile gizemli bir şekilde suç ortağı sayılırlar. Biz hepimiz sorumluyuz, lekeliyiz, mutsuzuz. Yüzünü görmediğimiz bu soyguncuyla birlikte çaldık. Gazetelerin meydana çıkardığı bir baba katiliyle birlikte öldürdük. Bu şehvet düşkünü ile birlikte ırza geçtik. Bu kafirle birlikte lanetlendik. Dünyanın yüz yıllar boyunca işlene gelen günahı altında bükülüyoruz hepimiz.” (Fjodor Michailowitsch Dostojewski, Karamazov Kardeşler)
Kötülük sıradan. Hem de çok sıradan. Aklı, bilinci, düşünce ve algıyı yok sayan boş bir sıradanlık bu. İnsan, bilime teknolojiye katkı sağlayabiliyor, aklını kullanarak. İnsan çölleri bile yeşeren bitkilerle yaşanır hale getirebiliyor, aklını kullanarak. Ama aklın ve düşüncenin çöllüğüne asla müdahale edemiyor.
Özgecan, kavramların anlamsızlaştığı, aklın asla kabul edemeyeceği bir şekilde hunharca kopartılıp alında aramızdan. Hayır, şimdi Özgecan’ın ne kadar çok umutlarının olduğundan söz etmeyeceğim. Her insanın umutları vardır. Ama Özgecan’ın her insan gibi yaşama hakkı vardı. Bir kadın olarak, istediği, hayal ettiği gibi, özgürce yaşama hakkı vardı. İşte onu aldılar elinden.
Artık ağlamak değil bizim görevimiz. İsyan etmek de değil sadece. Artık tavır almak günü! Kadının bir meta haline getirilmesine, kadının giderek kendisini öyle algılamasına, bunun toplumsal yaşamın tüm alanlarında, ritüellerde, geleneklerde, medyada, dizilerde tekrar tekrar perçinleştirilmesine, kadının nesneleştirilmesine tavır alma zamanı geldi artık.
Bundan tam yedi yıl önce Sosyolog Dicle Koğacıoğlu kadın cinayetlerini araştırırken “çok acı var dayanamıyorum” diyerek Boğaz Köprüsünden atlamıştı. Biz o günde ağlamıştık. O gün de isyan etmiş, sokaklara çıkmıştık. Bugün olduğu gibi.
“Bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilmem” diyenlerin yönettiği, “kadın erkek eşitliğine zaten inanmıyorum” diyenlerin egemen olduğu, “tecavüzcülerin kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masum” olduğunu fütursuzca ifade ettiği bir ülkede artık isyan değil, tavırdır gerekli olan.
Bizler bunu Özgecan ve yitirdiğimiz binlerce kadına borçluyuz. Yarının kadınlarına hesap verebilmek için borçluyuz.
Evet. Kötülüğün sıradanlığının, boş beyinlerin bizi yok ettiği bir noktadayız. Gün tavır günüdür. (HO/ÇT)
* Hilal Onur-İnce, siyaset bilimci, yazar, doc.dr., Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, Alman siyasal düsüncesi, toplumsal cinsiyet ve siyaset teorisi çalışıyor.