Soldan soğa: Virginia Woolf, Balzac, Nabakov, Eudora Welty, Tony Morrison, Gertrude Stein, Aghatha Christie, Friedrich Schiller, Edith Wharton, Goethe, Ray Bradbury, Marquez.
Yazar Celia Blue Johnson’un değerli araştırmaları sonucu kaleme aldığı Sıradışı Yazarlar isimli çalışmanın Türkçe çevirisi Hep Kitap’tan geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Johnson kitapta, başta Schiller, Balzac, Dumas ve Hugo gibi klasik edebiyatın devlerinin yanı sıra Woolf, Nabakov, Proust ve Joyce gibi çağdaş dünya edebiyatın öncü isimlerini de mercek altına alıyor. Bugün genç edebiyat kuşağına ilham veren ve eserleri, moda deyişle “ölmeden önce mutlaka okunması gereken kitaplar listesinde” başı çeken yirmiden fazla yazarın yazma alışkanlıklarını, sıra dışı alışkanlıklarını, takıntılarını, vazgeçemedikleri “tuhaflıklarını” anlatıyor. Üstelik Johnson kitabında, bu yazarlardan bazılarının geçmişte Paris Review röportajlarında anlattıkları yazarlık sırlarından daha fazlasına da yer vererek, okuru onların büyülü dünyalarına konuk ediyor.
Malum yazar dediğiniz hayali kahramanlar yaratarak o dünyada yaşayan, bazen yarattığı o hayali dünyayı gerçek dünyaya yeğleyen, kelimelerle nefes alıp veren kişidir. Kalemden iğnesiyle belleğinin karanlıklarında derin kuyular açmaya çalışmasını “tuhaf” karşılayan çoğunluktan biraz farklıdır, şahsına münhasırdır. Dolayısıyla her yazar ayrı bir hikaye, her yazarın yazma alışkanlığı da farklı bir deneyimdir.
Ancak yine de, farklı tıynetteki bu yazarları birleştiren ortak paydalar da vardır; yazı yazmak için tercih ettikleri saatler, kahve tiryakilikleri veya her gün düzenli, hatta belli bir kelime kotasına riayet ederek yazı yazmaları gibi…
Schiller’in elmaları
Nitekim Johnson’un eserini okuduğumda, söz konusu yazarların bazılarının geceleri yazmayı sevdiğini, yazı yazmak için sessiz sakin bir ortamda, dikkatlerini dağıtacak her türlü dış etkiden uzak bir zaman diliminde yazı yazmaya ihtiyaç duyduklarını öğrendim. Keza Friedrich Schiller, geceleri yazmayı tercih ediyor, uyanık kalmak için ayaklarını soğuk suya sokuyordu. Pek dışına çıkmadığı odasında da gün boyunca perdelerin kapalı olmasını, içerisinin loş olmasını seviyordu. Üstelik yakın dostu Goethe’nin tanıklığına bakılırsa, yazı masasının çekmecesinde çürümüş elma yığını saklamaktan ve bunların -Goethe’ye göre mide bulandırıcı olan- kokusunu koklamaktan bir hayli hoşlanıyordu. Öyle ki yazı yazarken bu kokunun ona ilham verdiğini söylüyordu.
Schiller gibi Dostoyevski de, gün boyunca kendisiyle sohbet etmeye gelen ziyaretçilerden dolayı yazı yazmaya fırsat bulamadığından geceleri yazmayı seviyordu. J.D.Sallinger askeri okula gittiği sıralarda yalnızca gece yazmaya fırsat bulabildiği, Kafka ve Faulkner ise para kazanmak amacıyla gündüz işleri yapmak zorunda kaldıkları için eserlerini geceleri kaleme alıyorlardı.
Balzac’ın kırk fincan kahvesi
Hayatı boyunca yüze yakın eseri kaleme alan çalışkan yazar Balzac ise gece gündüz demeden yazı yazmayı tercih ediyordu. Uykuya direnmek için günde yaklaşık elli fincan kahve tüketiyordu. Öyle ki Balzac bu denli kahve içmenin onu haşin ve hırçın birine dönüştürdüğünü söylüyordu. Tıpkı Balzac gibi Voltaire de yüksek miktarda kafein alıyor, günde yaklaşık kırk fincan kahve içiyordu.
Johnson’un eserinde sözü geçen yazarların bir kısmı ise sadece sabah saatlerinde, berrak bir zihinle yazmayı seviyordu. Toni Morrison, Ray Bradbury, Nabokov, Flanney O’Connor, Thomas Mann, Marquez, Tolstoy ve Woolf sabahın ilk ışıklarıyla yazmaya başlayan ünlü yazarlardandı.
Bir takım “tuhaflıklar”
Yazı yazmak için seçtikleri zaman dilimleri dışında, Johnson onların yazı yazma gereçlerinden, yazı yazarken vazgeçemedikleri alışkanlıklarından da bahsediyor. Mesela Alexandra Dumas, romanlarını hep aynı büyük boy mavi dosya kağıdına yazıyor, her gün belli sayıda kelime yazmaya dikkat ediyordu. Başta William Golding, John Steinbeck ve Stephen King olmak üzere pek çok yazar tıpkı Dumas gibi her gün belli sayıda (bazılarında bu rakam dört beş bine kadar çıkıyordu) kelime yazmaya dikkat ederken, James Joyce, bir çalışma günü sonunda iki cümleden fazla ortaya çıkaramadığından yakınıyordu.
Yazarların yazma serüvenine eşlik eden alışkanlıklardan ve “tuhaflıklarından” bahsedecek olursak eğer, Aldous Huxley rahatlamak için geceleri, Virginia Woolf ise gündüzleri yürüyüşe çıkıyordu. Charles Dickens ise yazım sürecinde ilhama ihtiyacı olduğunda çok sıkı bir tempoda, adeta koşar gibi yürüyordu. Öyle ki bu yürüyüşlerin ona roman için parlak fikirler verdiğini iddia ediyordu.
Joyce, yazı yazarken –bir tahmine göre yazı kağıdının üzerine ışık yansıtmak için - beyaz palto giyiyor, gözündeki görme yetisinin yetersizliği sebebiyle eserlerini kağıtlara devasa harflerle yazıyordu. Truman Capote, Cuma günleri bir romana asla başlamıyor ve kül tablasında üçten fazla izmarit durmasına izin vermiyordu.
Nabokov, su dolu bir küvette yazmayı severken, Hemingway ayakta yazıyordu. Colette ise yazı yazmaya başlamadan evvel evinde beslediği hayvanlardan pire ayıklıyordu. Agatha Christie romanlarını tasarlarken mutlaka elma yiyor, Edgar Allan Poe omzunda kedisi tünerken yazı yazıyordu.
“Kendine ait oda” mı?
Üstelik Johnson, Virginia Woolf’un “kendine ait oda” tezinin aksine bazı yazarların dış dünyadan kendini yalıtarak yazı yazmadıklarını, cemaat hayatından kopmadıklarını, bazen düzenli bir işte çalıştıklarını; buna karşın bazılarının roman yazma sürecinde kendilerini evlerine kapattıklarını, güneş ışığı görmeden kendilerini yazı yamaya verdiklerini de söylüyor. Keza Victor Hugo, Notre Dame’ın Kamburu’nu yazarken kendini evine kapatmış ve dışarı çıkmasının önüne geçmek için yazarken giydiği kıyafetler harici bütün kıyafetlerini kilitlemiştir. Kayıp Zamanın İzinde isimli yedi ciltlik dev eserin yazarı Marcel Proust da, hem sakin bir odada yazmaktan hoşlandığı, hem de bazı sağlık sorunlarıyla cebelleştiği için kendini odasına kapatıp eserlerini kaleme alıyordu. Öyle ki, şehrin gürültüsünün odasına sirayet etmesini önlemek için çalışma odasının duvarlarını mantar panolarla kaplatmıştır.
Johnson’un eserindeki bütün bu yazarların yazma alışkanlıklarını ve sıra dışı takıntılarını keyifle okurken, bizim edebiyatımızda neden böyle kapsamlı çalışmaların yapılmadığını düşündüm. Edebiyat geleneğimizde iz bırakan yazarların yazma rutinleri ve sıra dışı alışkanlıkları hakkında yakın çevresi yazarların anıları ve az sayıda çalışma dışında yeterince bilgi sahibi değiliz. Üstelik yazarların sihirli kelimelerinin doğduğu odalar ve evler Batı’da müzeye dönüştürülüp adeta bir kutsal mabed gibi ilgi görürken bizde bir avuç yazar dışında yazarların evleri, ayak bastıkları yerler, mesela sevdikleri pastaneler ve kahvehaneler korunmuyor, şehrin belleğinden acımasızca silinip gidiyor. (NK/HK)
Künye:
Sıradışı Yazarlar: Joyce'tan Dickens'a Büyük Yazarların Takıntıları ve Tuhaf Alışkanlıkları
Yazar: Celia Blue Johnson
Çevirmen: Ceyda Aldemir Down
Sayfa Sayısı: 160
Yayın Tarihi: Şubat 2019