Son dönemlerde dünyanın farklı bölgelerinde halk hareketlerinin etkisini gittikçe artırdığını görüyoruz. Kitleler, haklarını korumak sokaklara daha fazla çıkmaya başladı. Bu durumun birincil nedeni olarak, ekonomik krizlerin dünyanın her yerinde can yakıcı biçimde hissedilmesini gösterebiliriz.
Krizlere bağlı olarak yaşam standartları gün geçtikçe geriliyor ve gelecek beklentileri daha da karamsar hale geliyor. İkincisi ve belki daha önemlisi, kitleleri artık daha somut sorunlar üzerinden harekete geçiyor oluşu. Son dönemlerin yükselen toplumsal hareket dalgası ve kolektif eylem ağları, büyük idealler ya da önceden belirlenmiş ilkelerden ziyade, sorunların doğrudan yakıcılığına odaklanarak, acil çözüm isteyen taleplerden oluşuyor. Tunus'taki değişim talebi bize, son dönemlerde şiddet kullanmaya da meyilli bu tür hareketlerin, nasıl etkili olabileceğini bir kez daha hatırlattı.
1990'ların başında eylemler çoğunlukla kimlik ve tanınma talepleri, insan hakları mücadeleleri merkezli gelişirken, son on yılda taleplerin çoğunlukla ekonomik durumlardan kaynaklandığını gözlemleyebiliriz. Toplumsal hareketlerin merkezi konusu, yeni yüzyılla birlikte bir kez daha ekonomi temelli meseleler olmaya başladı. Bu eksen değişikliği hareketlerin günlük yaşamdan daha fazla beslenen ve hızlıca örgütlenen bir akışkanlığa geçtiğini gösteriyor. Toplumsal hareketler, yaşamsal sorunlarla temas kurduğu ölçüde daha fazla etkili oluyor ve bu şekilde siyasal ve sosyal sınırları daha fazla zorluyor.
Eylemin bulaşıcılığı
En son Tunus'ta yaşanan siyasi değişim, belki "devrim", gerçekten tabandan ilerleyen, aslında o kadar da örgütlü ve ne yapacağını tam bilmeyen bir çizgide ilerledi. Ancak bu belirsizlik ve kendiliğindenlik, kurulu düzeni kesintiye uğrattı ve akışı değiştirdi. Daha önce yine bu coğrafyalarda yaşanan iktidar değişikliklerinin aksine, bu kez o kadar kuşkuyla bakılmadı yaşananlara. Genellikle "dış mihrakların oyunu" olarak görülüp pek de önemsenmeyen bu değişimler, toplumsal hareketlerin etki gücünü fazlasıyla küçümsüyor.
Aslında eylemin "bulaşıcılığı" ya da kolaylıkla yayılabiliyor oluşu, son dönemlerde kendini fazlasıyla hissettiriyor ve yeni nesil hareketlerin ayırt edici bir yönü olarak beliriyor. Çünkü herhangi bir gösteri ya da eylem, etkili olsun olmasın, farklı coğrafyalardaki farklı sorunların tetiklenmesini kolaylaştırıyor. İletişim kanallarının gelişmesi ile hareketlerin etki gücü, yeniden üretilerek yeni bir içerik kazanabiliyor.
Fransa'da göçmenlerin sokak işgalleri ve yaktıkları arabalar, İran'da kitlelerin seçim sonuçlarına gösterdiği tepkiler, İngiltere'de öğrencilerin üniversite ücretlerine karşı parlamento binasını zorlamaları, Avusturya'daki üniversite işgalleri, Yunanistan'da kemer sıkma politikalarına karşı yürütülen eylemler, Türkiye'de artık rutin hale gelen, özellikle KCK davalarıyla artan sokak gösterileri, üniversitelerde yükselen eylemler... Gösterilerde dikkat çeken bir unsur, protestoların kolaylıkla şiddet olaylarına dönüşmesi ve güvenlik güçleriyle çatışmaların yaşanması. Yakılan arabalar, taşlanan bankalar, kurulan barikatlar, hava fişekler, taşlar, yumurtalar...
Bunlar aslında müzakerenin, diyaloğun sınırlarına gelindiğini ve artık yeni araçlara ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Bu eylemlerin çoğunluğu, siyasal karar verme mekanizmalarına dahil edilmeyen, kendi adlarına alınan kararları kabul etmeyen ve siyasetin içinde yer alabilmek için sokaktan başka alan bulamayan kitlelerin gösterileri. Siyasetin kurumsal sınırları, atık kitleleri içine alamıyor. 1990'larda yükselen sivil toplum kuruluşları ve benzeri örgütlerin yürüttüğü temsil biçimi de artık artan ve acilleşen ihtiyaçlara karşı yetersiz kalmış durumda.
Öğrenci harçları, yeni iskan politikaları, göçmenlerin koşullarını zorlaştıran kararlar, etnik ve kültürel taleplerin hala karşılanamaması gibi durumlara, ekonomik krizin kemer sıkma politikaları, ücretlerdeki düşüş ve fiyatlardaki artış eklenince, sosyal ve ekonomik kısıtlar siyasal alanda doğrudan yansımasını buluyor. Yaşanan mağduriyetler, üretilen kimliklerin yeniden tanımlanmasına ve kesişen farklı mağduriyetlerin birbiriyle eklemlenerek güçlü tepkiler üretilmesine olanak sağlıyor. Sokağın yeniden siyasal talep alanı haline gelmesi, tam da bu eklemlenmelerin güçlü bir şekilde kurulduğunun kanıtı. Artık "kırılgan ve çoğul kimlikler", somut sorunlar çerçevesinde anlık olarak yeniden kurulabiliyor ve ortak düşmana karşı ortak hareketin yaratılmasında öncü oluyor.
Sokağa dönüş
Toplumsal hareketlerin 1968'ten bu yana yaşadığı kırılmada yeni bir aşamaya geçiyor gibiyiz. 1980'lerde kimlik ve tanınma talepleriyle, bütüncül bakış açısını yitiren ama bununla birlikte somut konular üzerinden taleplerini yükselterek pratikte önemli kazanımlar el eden hareketler, 1990'lı yıllarda daha örgütlü, kurumsal bir hal almaya başlamıştı. Sivil toplum örgütleri, lobi faaliyetleri, parlamentodaki temsilcilerle birlikte 2000'li yılların başına kadar toplumsal muhalefet, daha sakin sularda yüzüyordu. Ancak ekonomik krizin tetiklediği kitleler, artık kurumsal siyasetin sunduklarını yeterli görmüyor.
Hareketlerin talepleri, hayat standartlarının gerilemesine, elde edilmiş hakların kaybedilmesine karşın, günlük hayatın dolayımından daha fazla etkileniyor. Artık sadece parlamentoda temsil ya da istenen yasaların çıkması, hareketlerin başarı kazandığı anlamına gelmiyor. Çünkü kazanımları gün geçtikçe tırpanlanan kitleler, birbirleriyle ve iktidarla daha çatışmacı bir ilişki içerisindeler. Eğer, muktedirler onlara sözlerini söyleme imkanı tanımazsa, bu hakkı elde etmenin yolunun sokaktan geçtiğini daha iyi görüyorlar.
Bir dönemin popüler kavramları, müzakere, diyalog ve konsensüs, artık çatışmalı ilişkilerin yürütülmesi için yeterli görünmüyor. Dahası yukarıdan dayatılan her türlü kavram gibi, demokrasi de artık temsilciler için oy vermenin ötesinde bir anlam kazanıyor.
İktidarların, bu çatışmacı ortamda durumu idare edebilmek için daha fazla müzakere ve daha iletişim kanalı açmak zorunda kalacağını söyleyebiliriz. Ancak bunun yeterli olacağı, kuşkulu. Tarihin her döneminde demokratikleşme ve toplumsal hareketlerin yükselişi birbirini beslemiştir. Tunus örneğinden yola çıkarak, toplumsal hareketlerin artık sınırlı demokrasileri işlemez hale getireceğini ve taleplerini doğrudan sokak aracılığı ile etkili bir şekilde yükselteceğini söyleyebiliriz.
Yeni nesil hareketlerin gelişimi ve etkililiği, ortak sorunlara karşı birlikte hareket etme kabiliyetinin artmasıyla yakından ilgili; ancak Türkiye sathında toplumsal muhalefetin taşıyıcısı sol örgütlerin bu ortak hareket mefhumuna şüpheyle baktıkları aşikar. En son Avrupa Sosyal Forumu'nu örgütlenemeyişinde de bu durumu yaşadık. Somut sorunlar etrafında birlikte hareket etmenin yollarını arayıp bulmak, Tunus etkisini memleket sathına taşımak için kritik önem taşıyor. (YY/EÜ)
____________________________________________________________________________
* Yavuz Yıldırım, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, araştırma görevlisi.