*Mayıs 2016'dan beri Van Hapishanesi'nde olan gazeteci Nedim Türfent, Türkçe "Volta" anlamına gelen "Pêgermok" isimli köşesinde bianet'e yazıyor.
Yazının İngilizcesi için tıklayın
Geride bıraktığımız haftalarda, adını kaçırdığım yabancı bir filimde bir gazeteci sınırın sıfır noktasında yaşadıklarını anlatıyordu. Her ne kadar sınır hattında gazetecilik yapan bir gazeteci olsam da, şu “sınırın sıfır noktası” ibaresi bana diken gibi batar. Tahmin edeceğimiz gibi bunun bir nedeni var. Olmaz mı? Ben de işbu yazıyla konuya tırnaklı tırnaklı parmaklar basacağım, naçizane.
Uzatıp başınızı ağrıtacağım. O vakitler ya 15 ya 16 yaşındayım. Şu anki yaşımın yarısı işte. Bilemiyorum, belki de biraz daha çocuk çaydım. Kapıların koç başlarıyla haşır nesir olduğu, oracıkta buracıkta postal izlerinin bulunduğu vakitler yine. Gene. Hafızam bana bir ayak oyunu çekmiyor ve yahut bir kurnazlık yapmıyorsa, Dağlıca dolaylarında ağır bir çatışma yaşanmıştı.
Böylesi anlarda bazen plaza gazetecileri bizim oralara gelirdi. Gelip de yurttaşa mikrofon uzatanın bir elin parmak sayısını ha geçerdi, ha geçmezdi. O da en iyimser, en nikbin tahminle. Zaman içinde öyle iliştirilmiş gazeteciler gördüm içi sivilceleri bile askeriydi. O denli.
İlk canlı yayın aracı
Neyse sapa yollara dalmayalım, mevzumuza dönelim. O günlerden bir gün İpek Yolu’nun hem dibinde ve Yüksekova ilçe merkezinin elifi elifine girişin de olan köyümüzdeydim. Baktım, yengem ses etti: “Nedim evin arkasında bir minibüs var, hele bak” (Elbette Kürtçe söyledi.) Zift gibi karanlıktı o akşam.
Biraz yaklaşınca bir canlı yayın aracı olduğunun ayırdına ve içindeki iki kişiyi tanıyormuşçasına bakışlarımız zarfa yapışan pul gibi onlara yapıştı. Aracın kapısı açıldı ve Kanal D mikrofonunu gördüm. Merakım hindi gibi kabardı. Hatta karbonat yemiş pasta. Can yeleği mi ne giyen biri yaklaştı, merhabaladı, merhabalandı. Birazdan canlı yayınla Kanal D Ana Haber'e, M. Ali Birand’a bağlanacakmış. Bir heyecanlandık ki görseniz sanki canlı yayına bir çıkacaktık. Olsun, nihayetinde bizim evin orası canlı yayına çıkıyordu.
"Benim adım Cem Tekel"
Onlar hazırlana dursun, bizimkiler de ihtiyaçlarını sormamız gerektiğini hatırlattı. O heyecan ve merakla kırk gün kalsalardı, aklıma gelmezdi bunu sormak. Açlar mı, susuzlar mı, lavabo ihtiyaçları var mı benzeri sorularımızı teşbih tanesi gibi dizdik. Açıkçası, ‘Eve buyurun’ ısrarlı teklifime, korkulu- kaygılı ve içerisinde bir tomar soru işareti barındıran bakışlarla karşılık verdiler. Muhabir olanı bir nebze yaklaştı. Onu ikna edene kadar o çocuk dilim, ilk gençlik hallerimle bin dereden su getirdim. “Benim adım Cem Tekel “dedi.
Kendimi tanıttım, sorunca lisede yabancı dil bölümünde olduğumu ve İngilizce öğretmeni olacağımı söyledi. Memnuniyetle karşıladı ve lavabo ihtiyacı için abimgillerin evine girdi. Galiba akabinde birazcık olsun bize ‘güvendi’ sonracığıma, bizim hayran bakışlarımız altında canlı yayına başladı. Tam olarak hatırlamamı beklemeyin ancak şu kesin ve su götürmez ki.
“Sınırın tam da sıfır noktasındayız” dedi! Esasında bizim evin 10 bilemedin 15 metre yanında, ‘Sınırın Sıfır noktasına’ ise 45-50 kilometre uzaklıktaydı.
Tabii, o vakitler gazeteci refleksim olsaydı, hemen oracıkta tekzip ederim. Velakin gazeteci olmak aklımın kıyısından köşesinden geçmezdi. Ki tekzip nedir, onu da bilemezdim ya!
Tekel’in ‘Sınırın Sıfır noktası’ söylemi hepimizi kahkahaya boğdu. Sağ olsun, sayesinde bir dolu güldük. Bizce o çok uçmuştu. Tabiri caizse, şu anki dolar gibi, avro gibi.
Kendilerince haklılardı bu ‘sıfırcı’ arkadaşlar, sonuçta yörenin yamacın insanı bilse de rahmetli Birand ve izleyicisi nereden bilecekti? Üstelik akşam da bildiğiniz karaya kesmişti. Katran karası bir karanlıktı.
Onu bırakın, bu sınırın sıfır noktası taktiği halen pek bir revaçta Peynir ekmek gibi gidiyor diyeceğim, gelgelelim onlar da. Pek pahalı, pek tuzlu. Ekonomi de öyle bir hal aldı ki artık deyimleri kullanamıyoruz-Türk Dili Kurumu yetkilerinin dikkatine…
Tekrar edeyim, gazeteci refleksim olsaydı, “Seni gidi tatlı su balığı” derdim, “yemezler!”. Kimse böyle demedi. Bizim Tekel de üzerine konfeti yağdırırcasına canlı yayını yaptı. Bizimkine, bizimkiler otlu peynir, köy yoğurdu ve yumurtası, tandır ekmeği ve kaçak çay hazırladı. Tam olarak getirdim. Onlar bu organik nevaleyi bir güzel götürüyorken, ben de canlı yayın aracının tadına varıyordum.
E ne demişler, Allah boş duranı sevmezmiş…
1- Nefret söylemi ne yana düşer, ifade özgürlüğü ne yana? / Nazan Özcan
2- Dördüncü gücün nefreti / Eren Topuz
3- Gökkuşağının renklerine medyanın nefreti/ Selay Dalaklı
4- Türkiye'de Kürtçe medya yol olma tehdidi altında / Murat Bayram
5- Mülteci nefreti/ Murat Bay
6- Türkiye'de devlet dezenformasyonu öldürüyor/ Gözde Çağrı Özköse
(Lİ/NT/EMK)
*Fotoğaf: etikgazetecilik.org