Yaşadığımız topraklar tarihin hemen her diliminde farklı toplulukların göçlerine şahit olmuş ve olmaya devam etmekte. Bu hareketler kimi zaman iklimdeki değişimin sonucuyken, kimi zaman siyasal ya da dinsel baskıların, savaşların ve çatışmaların sonucu olmuş, ama hemen hiç durmamış.
Diğer yandan özellikle bir arada yaşayan farklı etnik ya da dinsel aidiyetlere sahip toplulukların var olan siyasal istikrar bozulduğunda nelerle karşı karşıya kalabileceği konusu yine bu coğrafyanın tarihini yakından inceleyen her bir bireyin farkında olabileceği bir durum.
Geçtiğimiz yıllarda yaptığım Balkan gezilerinde Avrupa’nın, ya da Avrupa’ya ait olduğu düşünülen değerlerin, bittiği yerleri gezerken şahit olduklarım aslında tehlikenin ne kadar da yakınımızda olabileceğini hatırlattı.
Yine çok uzak olmayan bir döneme, on dokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde bakıldığında eski Osmanlı coğrafyasında yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda bırakılan insanlarının hangi türden acılar yaşadığını görmek mümkün. Kısacası bu topraklar geçmişte bu türden acıları fazlasıyla yaşayan halkların toprakları.
Aynı acılar
Bu topraklar içinden geçtiğimiz günlerde bu acıları yeniden yaşıyorlar ve bugün sadece bu coğrafyada değil dünya sathında hemen her coğrafyada üzerinde tartışılan en önemli konulardan biri de mültecilerin[1] konumu. Asya’dan Afrika’ya Amerika’dan Avrupa’ya hemen her coğrafyada çizilen sınırların yarattığı engellerin etrafında büyük bir tartışma ve mücadele devam ediyor.
Sınırların çevrelediği ulus devletlerde veya Avrupa Birliği gibi oluşumlarda görece daha iyi koşullarda yaşayanlar karşısında daha dezavantajlı bölgelerden farklı nedenlerle yerinden olan ve sınırları aşıp daha güvenli bir hayat imkânını arayanların hikâyesi günümüz insan toplumlarının en önemli ve yakıcı sorunları arasında.
Midilli adası
Bu sorunu en yakıcı formuyla yaşayan coğrafyalardan biri de Ege Denizindeki Yunanistan adaları ve bu adalar arasında sanırım Midilli Adası aldığı ve halen ev sahipliği yaptığı mültecilerin sayısı bağlamında diğerlerinden daha farklı bir konumda. Ada her zaman mültecilerin Avrupa’ya geçiş noktalarından biri olmakla birlikte, Suriye ve Irak krizleri sonrası hem buralardan hem de Afganistan’dan Somali ve Bangladeş’e kadar uzanan bir coğrafyadan sayıları bir günde 1200 kişiye ulaşabilen mültecilerin Avrupa’ya geçiş noktası olmuş durumda.
Özellikle adanın nüfusuyla kıyaslandığında oldukça ciddi rakamlara ulaşan mülteci sayılarının adanın sahip olduğu insan kaynakları, idari kapasitesi ve genel anlamda yardım organizasyonu üzerinde önemli baskılar oluşturduğu da söylenebilir. Bununla birlikte adadaki gönüllülerin, dışarıdan gelen gönüllülerin desteğiyle önemli işler başardığı ve adaya ayak basan mültecilere giyimden, sağlığa ve gıdaya kadar önemli destekler sağladığı ve ada halkının insani yardım açısından iyi bir sınav verdiği de ortada.
Solun ortak tavrı?
Bununla birlikte sınırların kapanması ve dünya genelinde mülteci karşıtı söylemin yükselmesi, bu durum karşısında solun nasıl bir ortak tavır alması gerektiği konusunu bir kez daha gündeme getirdi. Bu bağlamda Midilli Adası 7-10 Temmuz 2016 tarihlerinde mülteci krizi konusunda önemli bir uluslararası toplantıya ev sahipliği yaptı.
The Cooperative Institute for Transnational Studies ve Midilli Adasında bulunan Ege Üniversitesine bağlı Sosyoloji Bölümü (University of Aegean - Laboratory EKNEXA-Department of Sociology) tarafından düzenlenen Sınırları Aşmak (Crossing Borders: International Conference on the Refugee Crisis) başlıklı toplantıda dört gün boyunca dünyanın farklı yerlerinden gelen akademisyenler, siyasetçiler, aktivisitler, STK temsilcileri, gönüllüler ve mülteciler krizin farklı boyutlarını ve özellikle de sınırların aşılması konusunu tartıştılar.
Sanatsal katkıların da kabul edildiği toplantı fotoğraf sergileri, belgesel gösterimleri ve enstalâsyonlara da ev sahipliği yaparak hem bu anlamda, hem de alandan gelenlerin ve süreci yaşayanların deneyimlerine yer vermesi bağlamında klasik bir konferans formatını aşan ve oldukça bilgilendirici bir çerçeve sundu.
Sorunun kaynağı
Bu noktada toplantıda tartışılanların tamamını özetlemek mümkün olmasa da yaşanan sorunun kaynağının Afganistan’dan başlayarak, Irak, Libya ve Suriye’deki düzeni destabilize eden emperyalist müdahaleler olduğu, bu soruna neden olan ülkelerin bugün sınırlarını kapattığı, yine devletlerin bütün bu süreçlerde ve mültecilerin karşı karşıya kaldıkları kötü muamelelerde önemli suçlar işledikleri ve buradan hareketle, bugün yaşanan insan trajedisinin bu coğrafyalara huzur gelmeden bitmesinin ve binlerce insanın daha iyi bir gelecek umudu içinde çıktıkları yollarda can vermelerine neden olan nüfus hareketliliğinin sona ermesinin mümkün olmadığı hemen her fırsatta dile getirildi.
Bu süreçte mültecilerin terörle özdeşleştirilmesi, illegal, gönüllü, ekonomik ön ekleriyle damgalanmaları ve farklı coğrafyalardaki ırkçı partilerin bu durumu oylarını arttırmak için kullanmaları ve bütün bu süreçlerde sınırların rolü tartışılan diğer konular arasındaydı.
Sonuçta mültecilerin kamplarda yaşadıklarından, sağlık koşullarına ve yollarda karşılaştıkları kötü muamelelere kadar pek çok konu gündeme getirildi.
Toplantının kapanış oturumunda sorunun yakıcılığı karşısında daha doğrudan eylemlere girişilmesi talebiyle kürsüye gelen bazı katılımcıların ortaya attığı manifesto, özellikle dört gün boyunca yapılanlara haksızlık ettiği için tartışma yarattı.
Bununla birlikte toplantı tüm bu fikirlerin dile getirilmesini, deneyimlerin paylaşılmasını ve karşılıklı öğrenmeyi mümkün kılan bir platform olma ve insanlığın karşı karşıya olduğu krizlere karşı geleceğe yönelik ortak bir tavır alma ve daha iyi bir gelecek umudunun ve dayanışmanın gücünün yeşermesi sürecine katkıda bulunma işlevini yerine getirmede oldukça başarılıydı.
İnsanların yanıtı
Son olarak konferansa giderken kafamda dönen sorulardan biri de bu topraklarda kendileri ya da aileleri benzer deneyimler yaşayan insanların bu insani krize nasıl yanıt verdiği sorusuydu.
O dönemde adada tatil yaparken yardım sürecine dâhil olan Prof. Dr. Serdar Değirmencioğlu’nun anlatımıyla “nasıl yardım etmem benim annemle babam da sırtında bir gömlekle burada karaya çıkmışlar” diyerek yardım kampanyasına katılanlar olmuş.
Yine Dimitris Papageorgiou tarafından yönetilen “Janus Legacy: Refugee Passage to Europe” başlıklı belgeselde Yunanistan – Makedonya sınırındaki insani krize müdahale eden bir gönüllünün “burada yaşayan halk Bulgaristan’dan gelip buraya yerleşti ve zor durumdaki bu insanlara yardım etmek bizim için bir görevdir” meali açıklaması da kolektif hafızalarda yer eden acıların uzun vadede insanlık adına ortak hareket etme davranışına katkıda bulunduğunu gösteriyor.
Umarım Ege Denizinin bu yakasında yaşayan ve komşu coğrafyalardaki topraklarından ayrılmak zorunda kalarak benzer acılar yaşayan toplulukların çocuk ve torunları da sınırları aşarak benzer tepkiler vermeye ve insanlığın ortak değerleri adına davranma refleksini göstermeye başlarlar. (GÖ/BK)
Crossing Borders Conference Facebook Sayfası
Crossing Borders Conference Programme (İngilizce)
Crossing Borders Conference Abstracts (İngilizce)
Crossing Borders Conference 1. Gün Sunumları
Crossing Borders Conference 2. Gün Sunumları
[1] Aslında bu alanda durum biraz karışık ve ortada dolaşan pek çok terim var, aralarındaki farkları daha önce Bianet için yazan Esra Koç ve Nilay Vardar net olarak ifade etmişler, o nedenle ben mülteci terimini kullanmakla birlikte hukuki anlamda göçmen, sığınmacı ve mülteci terimleri arasında önemli farklılıklar olduğunu hatırlatmak isterim.