Bu yılki TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki bütçe görüşmeleri, ne sendikaların ne de meslek örgütlerinin bırakalım söz söylemesini, dinleyici-gözlemci olarak katılımına dâhi izin verilmeden, “kapalı kapılar arkasında” gerçekleştiriliyor. Çünkü Türkiye’de de “refah devletinin krizi” bir süredir “çöküş” aşamasına ulaştı. Bu nedenle, AKP-MHP iktidarı, 2025 yılı bütçesinin neredeyse yüzde 90’ını yaşayabilmek için çalışmak zorunda olanlardan, yani ülke nüfusunun büyük çoğunluğundan toplamayı planlamış. Yoksulları daha da yoksullaştırmayı, zenginleri daha da zenginleştirmeyi hedefleyen bir bütçe hazırlanmış. İktidar ısrarla geniş halk kesimlerinin yaşam koşullarını, sağlığını, eğitimini vb. göz ardı ediyor. Temayülleri çiğneme pahasına, bunun görünür olmasını, tartışılmasını da engellemeye çalışıyor. Ancak, nafile, bu sefer de “camiyi çalan kılıfını hazırlayamamış”. Milletin meclisinde halklar olmasa da onların temsilcileri gereğini yapmaya çalışıyor. Bizler de izliyoruz. Bunlardan bir tanesi de Sağlık Bakanlığı bütçesi. Örneğin Bakan’ın anlattıklarının tersine Türkiye halklarının sağlığı her yıl daha da kötüleşiyor.
Toplumun sağlığı
Sağlık Bakanlığı tarafından Eylül 2024 tarihinde yayımlanan verilere göre, Türkiye’de beş yaş altı ölüm hızı (5YAÖH) 2022 yılında binde 11,1 iken, 2023 yılında binde 14’tür. 5YAÖH, o yıl canlı doğan her bin bebeğe karşın, kaç bebeğin-çocuğun beşinci doğum gününü göremeden hayatını kaybettiğini gösterir. 5YAÖH, bir ülkede yalnızca sağlık hizmetlerinin değil, aynı zamanda sağlıklı olabilmek için gerekli olan toplumsal koşuların (yeterli ve dengeli beslenme, sağlıklı konut, yeterli temiz içme ve kullanma suyu vb.) var olup olmadığını, toplumun üyelerinin bu gereksinimlerinin karşılanıp karşılanmadığının da uluslararası düzeyde kabul gören üç göstergesinden birisidir. Toplumsal koşullar kötüleştikçe 5YAÖH yükselir.
Sağlık Bakanlığı’nın verileri Türkiye’de sağlıklı olabilmek için gerekli koşulların ve hizmetlerin 2023 yılında 2022 yılına göre daha da kötüleştiğini, sağlanamadığını göstermektedir. Öyle ki bölgeler arasındaki fark 2022 yılında 2,3 iken, 2023 yılında 3,1 katına çıkmıştır. Beraberinde, 2022 yılında yaşanan her 100 beş yaş altı ölümden 34’ü bölgeler arasındaki sosyoekonomik eşitsizlikler giderildiğinde önlenebilecekken bu sayı 2023 yılında 41’e çıkmıştır. Özetle, Türkiye’de toplumsal sağlık düzeyi 2023 yılında 2022 yılına göre kötüleşmiş, bölgeler arasındaki eşitsizlikler ve önlenebilir beş yaş altı ölüm sayıları artmıştır. Böyle bir tablonun daha da kötüleşmemesi için öncelikle ekonomik bölüşümün ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi gerekirken, iktidar, yalnızca 2025 bütçesiyle bile tam tersini yapacağını göstermiş oldu.
Zengin sevgisi
Cumhurbaşkanlığı tarafından yedincisi hazırlanmış olan “Merkezi Yönetim Bütçesi”nin gelirlerinin yüzde 99,9’u vergilerle sağlanacak. Ancak, vergi gelirleri “halkın seçtiği Cumhurbaşkanı” döneminde de çok kazanandan çok, az kazanandan az ya da çok malı, mülkü olandan çok, az olandan az olacak şekilde alınmıyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan tarafından hazırlanan 2023 yılı bütçesinde sermaye birikimi-kâr ile mülkiyet üzerinden (kurumlar ve mülkiyet vergisi) alınması öngörülen vergiler toplam vergi gelirinin yalnızca yüzde 19’unu oluştururken, 2024 yılında yüzde 17’ye, 2025 yılında da yüzde 14’e düşürülmüştür. Başka bir ifadeyle, bütçe gelirlerinin 2023 yılında yüzde 81’i, 2024 yılında yüzde 83’ü ücretli ve maaşlılardan, kendi hesabına çalışanlardan dolaylı ve doğrudan vergilerle alınmışken, 2025 yılında da yüzde 86’sının alınması hedeflenmiştir.
TBMM’ye sunulan “2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı”na göre, bu ülkeyi yönetenler parası, malı mülkü olanı seviyor, koruyup kolluyor. Yoksulluğun daha da artacak olmasını, toplumun sağlığının daha da kötüleşecek olmasını umursamıyor. Varsa yoksa kendilerinin iktidarda kalması. Bunun için de ne pahasına olursa olsun, ‘temsil ettiklerine’ karşı görevlerini eksiksiz yerine getiriyor. Toplumsal mutabakatı tek taraflı olarak bozup, sınıfa karşı birlikte topyekûn saldırıyorlar.
Sağlık Bakanlığı bütçesi
Türkiye’de yaşayan milyonlarca göçmen ısrarla göz ardı edilerek hazırlanan bütçe de Sağlık Bakanlığı’na ayrılan pay sadece yüzde 6,9. Buna göre, yıl boyunca her bir yurttaşın sağlık hizmeti için yalnızca 11 bin 784 TL ayrılmış. Bunun da yalnızca yüzde 27’si koruyucu sağlık hizmetleri programları için kullanılması hedeflenmiş. Bakanlık bütçesinden sağlık emekçilerine ödenecek maaş ve ücreti çıkardığımızdaysa geriye kişi başına yalnızca 4 bin 460 TL kalıyor. Sağlık Bakanlığı, koca bir yıl boyunca sağlık hizmeti için her bir kişi başına 450 ekmek parasından da az para harcamayı vaat ediyor.
Bilindiği gibi, iktidar kamuoyunda yükselen tepkiler karşısında geri adım atmak zorunda kalıp, şehir hastanelerinin kamu özel işbirliği (KÖİ) kapsamında inşa edilmesi ve işletilmesinden bir süre önce vazgeçmişti. Artık şehir hastanelerinin bir bölümü diğer Sağlık Bakanlığı-devlet hastaneleri gibi, bakanlık tarafından inşa ediliyor ve işletiliyor. Bu nedenle, tedavi edici sağlık hizmetlerinde şehir hastanelerine ödenen kira ve işletme bedellerinin payı yıllar içinde azalıyor. Buna rağmen, 15 şehir hastanesini inşa eden ve işleten şirketlere 2025 yılında en az 104 milyar 602 milyon TL ödenecek.
Bütçe, toplumun gündemi yapılmalı
2025 yılı bütçe giderleri içinde Sağlık Bakanlığı’na ayrılan pay ve harcama tercihleri iktidarın ve bakanlığın toplumun sağlığını gözden çıkardığını net olarak gösteriyor. Muhalefet partileri tarafından bugüne kadar yeterince gündem yapılamamış olmasına karşın, 9 Aralık 2024 tarihinden itibaren TBMM Genel Kurulu’nda her bir maddesi tek tek görüşülecek olan 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı iktidarın oylarıyla yasaya dönüşmeden önce, kararlı ve ısrarlı bir şekilde; görmeyen gözlerin görebileceği, duymayan kulakların duyabileceği araçları kullanarak iktidarın maskesi her bir başlıkta düşürülebilmelidir. Bunun için de muhalefet partileri ve toplumsal muhalefet kendi adlarına küçük hesaplar peşinde koşmak yerine birlikte mücadeleyi önceleyebilmeli, bütçenin gerçek içeriğini ve hedeflerini toplumun gündemine sokabilmelidir. KESK’in 30 Kasım Cumartesi günü Ankara’da yapılacak olan mitingini bunun için bir başlangıç olarak kabul edebiliriz. Henüz olanak varken, “keşke” dememek için AKP-MHP iktidarının oyunlarından bir tanesini daha bozabilmeliyiz.
(OH/VC)