“…Ben bu tip bir iş anlayışını tamamen meşru ve saygıdeğer buluyorum; hele bunlar ün kazanılmayan, özveri gerektiren işler olduğu için büsbütün böyle. Buradaki mesele başkaları tarafından tanınmak değil. Kendilerini, öğrencilerinin kaydettiği ilerlemeye bütünüyle veren bu öğretmenlere karşı hayranlıkla doluyum. İşleri, onların hayatına dönüşüyor, onları tatmin eden şey oluyor.” Abdellatif Kechiche
Mavi En Sıcak Renktir (Blue Is The Warmest Color, La vie d'Adèle 2013) geçtiğimiz yılın en tartışılan filmlerinden biri olmasının yanında en iyilerinden biriydi. Cannes’da Altın Palmiye ve FIBRESCI ödüllerinin sahibi oldu, SİYAD’ın da yılın en iyi filmleri oylamasında ilk sıradaki yerini aldı.
Mavi En Sıcak Renktir’in okulda geçen ilk sahneleri, tıpkı Sınıf (Entre les Murs 2008) gibi Avrupa eğitim sisteminin entelektüelliğine hayran bırakacak türde.
Lisenin edebiyat bölümündeki öğrenciler, 18. yy romantik komedi yazarı Pierre de Marivaux'nun yarım kalan romanı, kadın duyarlılığına dair 600 sayfalık Marianne'nın Yaşamı’nı (La Vie De Marianne) tartışıp, Fransız Edebiyatı’nın bir başka önemli eseri Cleves Prensesi (Madame de La Fayette 1678) ile karşılaştırırlar. Tanık olduğumuz ikinci derste bir çocuk kahraman olarak Antigone konuşulur sınıfta.
Yönetmen edebiyat derslerinde, eserlerden yapılan alıntıları, filmin o bölümü ile ilgili olarak, epik anlatım çerçevesinde bir sunuş – epigraf olarak kullanıyor. Örneğin Marianne'nın Yaşamı bize izleyeceğimiz bölümün; başkarakterimizin kadınlık duyguları ile tanışmasına dair olacağını söylerken, ikinci bölüm Antigone’nin trajedisi, izleyeceğimiz bölümde Adele’in hayatındaki trajediyi işaret ediyor.
Dördüncü yani son bölümde, Adele’in küçük öğrencilerine okuttuğu Alain Bosquet’nin Gerek Yok adlı şiiri de kapanış cümlesi niteliği taşıyor: bu şiirin şairi bütün bunları ve binlerce şeyi daha söyler anlamaya gerek yok.
Sınıflarda geçen sahneler aynı zamanda, Adele’in öğretmenlik mesleğine hayranlığının oluşumunu anlatmaya ve Adele’in şahsında öğretmenliğin yüceltilmesine de hizmet ediyor. Adele, Emma’nın ailesiyle yemek yediği sahnede öğretmenlik yapmak istediğini çünkü ailesi ve arkadaşlarının ona göstermediği birçok şeyi okulda keşfettiğini, kendisinin de başkaları için aynı şeyi yapmak istediğini söylüyor. Öğretmen olduğundaysa, onu öğrencileri ile birlikte Fransızların milli ötekisi addedebileceğimiz Afrika müziği ve Afrika kıyafetleri içerisinde dönem gösterisi yaparken izliyoruz. Yönetmenin öğretmenlere, artık bir meta - tüketim nesnesi halinde dönüşmüş olarak sunduğu, dar alana hapis olmuş sanattan çok daha fazla değer verdiğini söylersek yanılmış olmayız. Filmin uyarlandığı çizgi romanda karakterin adı Clementin’ken yönetmenin Adele’i tercih etmesinin sebebi kelimenin Arapça’daki anlamının adalet olması. Dolayısıyla bir karakter olarak Adele özgürlüğün, eşitliğin, adaletin temsilcisidir. Adale’i, arkadaşlarıyla birlikte sendikaların düzenlediği büyük bir yürüyüşte izliyoruz, yürüyüş sırasında işitilen marşa Adale’in görüntüleri eşlik eder ve Adele bağırır: asla pes etmeyeceğiz.[1]
Oysa Emma sınıf bilinci olan bir birey değildir. Sartre sever, varoluşçulukta özgürlüğü bulduğunu söyler. Buna karşılık Adale, felsefeden anlamaz tüm bunlar ona ayağa kalk, mücadeleden vazgeçme[2] diyen Bob Marley’i çağrıştırır hepsi o. Adale işçi sınıfının çocuğudur.
Adele, film başladığında şehrin dışında bir banliyöde, küçük bir evin bahçesinden çıkar otobüse koşar. Film bittiğinde de, benzer küçük bir sokakta bize sırtını dönüp yürüyerek uzaklaşır, kaldığı yerden yoluna devam eder. Üstünde mavi bir elbise vardır. Mavi Adale’in rengidir, ilk sahnelerde okuldan eve gelip ailesiyle yemek yerken üstünde koyu mavi bir bluz vardır, ardından yatağında ders çalışırken görürüz onu odasına mavi tonlar halimdir.
Filmin 11. dakikasında maviler içindeki Emma’yla karşılaşmasının ardından mavi artık her yerde çıkacaktır karşımıza. Odasındaki çarşaflarda, katıldığı eylemdeki dumanın renginde, kazağında, annesinin üzerindeki bluzda, uçsuz bucaksız deniz ve gökyüzünde. Mavi özgür bir ruhun, yaratıcılığın, teslim olmamışlığın rengidir ve üniversite öğrencisi isyankar Emma’nın saçları da mavidir.
Emma üniversiteyi bitirip, sisteme entegre olan, meta kapitalizmi çerçevesinde ürünler veren bir “sanatçı” haline geldiğinde bu ruhu yitirir ve mavide temsil edilen, hayata dair üretken enerjiyi devam ettiren karakter Adele olur. Adele’in her şeyi yemesi, ayırmaması da, hayata duyduğu açlıkla ilişkilidir. Emma’nın ailesinin “gözünün tokluğu”, makarnaya burun kıvrılması, yemekte seçim yapılan evrenin giderek daralması onların özelinde burjuvaların dünyaya duydukları heyecansızlığı, tokluğu ve ilgisizliği anlatır.
Adele’in babasının, resim sanatını bir iş olarak görmemesi gibi, Emma’nın babası da Adele’in öğretmenliği iş olarak seçmesini yadırgar, onu üretmeye teşvik edecek bir ilgi alanı olup olmadığını sorgular. Oysa yönetmen Emma’nın babasıyla dalga geçercesine, bize bir sınıf olarak burjuvazinin üretemediğini, tükendiğini ve hayatla maddi bağlantılarını yitirdiklerini söyler.
Adele ve Emma’nın ilişkisi çoğunlukla vurgulandığı üzere kadın erkek rollerinin benimsenmesi üzerine kurulu değil, aralarındaki ilişki açık biçimde işçi ve burjuva diyalektiği üzerine kurulu bir ilişki.
Emma’nın evinde verdikleri kutlama partisinde, Adele’in hazırladığı makarna yenirken haz duygusu üzerine felsefi tartışmalar yapılır, Adele ise konukların parmesan alıp almadıklarını kontrol etmekle meşguldür. Adele’in yemeğe harcadığı emeğin Egon Schiele ya da Klimt’in eserlerinden bir farkı yoktur ama Emma’nın çevresinde değer gören, son ikisidir. Üzerine felsefi tartışmalar yapılan, yemeğin kendisi ya da Adele’in emeği değil yemekten alınan hazdır.
Bu durum, Adele’in mutfakta çalışırkenki imgesi ve hemen yanında duran Emma tarafından yapılan portresi arasındaki uçuruma benzer. Sanatın, tüm bu toplumdan kopuk ve metalaşmış hali üzerinden varlıklarını sürdüren insanlardan hiçbiri Adele’e yardım etmez. Bunu yapan Hollywood’da, terörist Müslüman rollerinde oynayan bir Arap olur[3].
Samir, Adele’e oturmasını söyleyerek, tabağına yemek koyar ve onunla yemeği nasıl yaptığının ayrıntıları üzerine sohbet eder yani bir emek ürünü olarak Adele’in yaptığı yemeği tartışır.
Adele ve Emma ilişkisinde, başlarda Adele’in Sartre’dan ve felsefeden anlamaması sevimlidir, komiktir. Adale’in babası Emma’ya mesleğini, erkek arkadaşını sorduğunda verilen yanıtlar zorakidir, Emma’nın ailesinin evinde Adale öğretmen olmak istediğini söylerken Emma’nın kaygıyla onu izlemesi, baştan beri hep baskılanan bir küçümseme haline işaret eder.
Egon Schiele ya da Klimt’in Adele’e hiçbir şey ifade etmemesi, Adele’in Emma’nın arkadaşları, sosyal çevresi karşısında; jüri karşısına çıkan bir öğrenci gibi konumlanması, bu bağlamda Adele’in “bir türlü” övünülecek bir sanatsal yaratımının yani göstergesel statüsel bir değerinin olmayışı Emma’nın içinde baskıladığı iğrenme duygusunu pekiştirmeye hizmet eder. Emma’nın içinde biriken tüm iğrenme ve nefret duygusu, o evrimini tamamlayıp tam bir burjuva olduğunda, ayrılık sahnesinde faşizan bir küçümseme halini alarak, kendisini kusacaktır.
Adele, artık kendisine ilgi göstermeyen Emma’yı beklemez, çaresizlik içerisinde ardından ağlamaz, onun nerede, kiminle olduğu ile ilgilenmez ve peşinden koşmaz. Bu belirsizlik ve yalnızlık içinde kendi hayatını yaşamayı sürdürür. Ancak Emma’nın hakkı olan şey (sevgilisinden başkasıyla görüşmek ve kendine ilişki dışında sorgulanamaz bir yaşam alanı kurmak) ne yazık ki burjuva ahlakı çerçevesinde Adele’in hakkı değildir.
Aralarındaki eşitsizlik tam da burada kendisini gösterir. Ortak yaşam alanını paylaşan iki kişiden sadece birinin yani Emma’nın, diğerini kovmaya hakkının olması ve bunu defol, yalancı, yaylan, kaybol, kaltak (slut), fahişe (hore) gibi kelimeleri kullanarak yapması nefret söylemine işaret eder. Emma, Adele’e; hep yalan, hep zırvalık... Kaltaksın sen derken gözlerindeki nefret ve öfke, bir aristokratın bir yoksuldan tiksinmesini andırır. Çantanı topla ve defol, çık git evimden derken evden hizmetçisini kovar gibi kovar onu. Adele’in emeği görünmez emektir, Emma’nınki gibi değişim değeri olan bir emek değildir.
Filmin sonundaki sergi sahnesi, iki insan arasındaki ilişkinin dahi statüsel - göstergesel bir değer yüklendiğini gösterir. Adele tam da bunun için terk edilmiştir, bir gösterge değeri olmadığı için.
Emma, kendisi gibi ressam sevgilisiyle bir “sanat şöhreti” olarak gururla poz verir fotoğrafçılara. İlişkileri bittikten sonra da Adele mavi giyer, gökyüzü ve denizin mavisi içinde çerçevelenir.
Başta da söylediğimiz gibi özgürlüğün ve onunla ilişkili tüm olumlu kelimelerin rengi mavidir ve mavi Adele’dir. (GY/YY)
Dipnotlar:
[1] Les Saltimbanks grubunun On Lache Rien ! (We Don't Give Up!) adlı şarkısı.
2 Get up stand up don’t give up the fight.
3 Yönetmenin kendisinin de Arap olduğunu düşündüğümüzde oldukça manidar, salim Kechiouche tarafından canlandırılan Samir, yönetmenin başkarakterine duyduğu sempatinin somut bir ifadesidir.
Kaynakça:
Uğur Vardan, Özgürlük En Sıcak Renktir
Abdellatif Kechiche, Hiçbir devrim, cinsel bir devrim olmadıkça tamamlanmaz
Theodor Adorno, Kültür Endüstrisi, İletişim Yayınları.