TÜRSAK Vakfı’nın düzenlediği Randevu İstanbul Film Festivali 16 yıldır olduğu gibi bu yıl da kapılarını “Yılın Son Festivali” sloganıyla açtı.
Festival bize 20-26 Aralık haftasında Levent Cinemaximum Kanyon, Zorlu Center Cinemaximum, Beyoğlu Cine Majestic ve Fransız Kültür Merkezi’nde birçok uzun ve kısa metrajlı filmler ve belgeseller izleme imkanı sunacak. Önümüzdeki sene izleme şansı bulacağımız, uluslararası Berlin, Toronto gibi önemli festivallerden dönen filmlerin görücüye ilk çıktığı yer olacak Randevu İstanbul. 50’den fazla filmle yüklü bir program sunan festivalin film seçkisi yine belli başlıklar altında toplanmış: “Gala İstanbul”, “Dünya Dönüyor”, “İlk Randevu”, “Sinema Tarihi Yazıyor”, “Film Bağımlıları için Bağımsız Filmler”, “Filistin Sineması: Özgürlük”, “Pelikül Kabuslar”. Hem sinefillerin hem de Altın Küre, Oscar gibi yarışmaların meraklılarının beklediği filmlerle dolu bir festival bu. Kısaca göz atalım filmlere…
Sinemaseverlerin merakla beklediği Kill Your Darlings dikkat çekici bir ilk film. Beat Kuşağı sevenler kaçırmasın, dönemin ortaya çıkışından bahsediyor çünkü.
Başrolünde Juliette Binoche olan ve bir savaş fotoğrafçısının hikayesini anlatan A Thousand Times Goodnight da dikkate değer filmlerden biri.
Senaryolarıyla tanıdığımız Alexander Payne’in Nebraska’sı da ilginç bir yol filmi.
Cannes’ın kapanış filmi Zulu, Güney Afrika’da yaşanan vahşete daha yakından bakıyor. Big Sur ise festivalin Beat Kuşağı’nı konu edinen bir diğer bir filmi. Fırsatınız varsa The Motel Life, Hide Your Smiling Faces ve Le Weekend’i de pas geçmeyin.
Festivalin özel bölümlerinden olan Filistin Sineması: Özgürlük de mutlaka görülmeli. Yıllardır bağımsızlık mücadelesi ve onca kayıpla, acıyla sınanan bu coğrafyadan çıkan filmler ve yönetmenler ilgi ve takdiri fazlasıyla hakediyorlar. Daha önce Filmekimi’nde gösterilen Omar’ı kaçırdıysanız bu festivalde yakalama şansınız var. Film Filistin’in Oscar adayı.
Festivalin programı oldukça yüklü ve önemli eserlerden oluşuyor, ama bir sitem etmeden de geçemeyeceğim. Festivaller sadece film izlediğimiz, tek derdi film göstermek olan organizasyonlar değil. Çoğu sinemasever için film festivali demek yaşadığı kentle, kültürle, diğer sinemaseverlerle bir araya geldiği özel bir ortam. Önceden bilet almak, işini gücünü festival programına göre ayarlamak, film seçmek hepimiz için adeta bir ritüel. Ve film festivallerinin adresi hep belli; İstanbul’un kültür-sanat merkezi Beyoğlu.
Yılın bu özel zamanları dışında pek az hatırladığımız, nispeten eski, belki biraz bakımsız ama hepimizin nice anısına evsahipliği yapmış özel sinemalar. Uğruna eylemler yaptığımız Emek Sineması örneğin. Kapanınca bir dönemi kapatan bir festival sineması. Beyoğlu, Atlas, Majestic sinemaları… Beyoğlu sinemalarının birçoğu Emek’le aynı kaderi paylaşma tehlikesiyle karşı karşıyayken ve festivaller, vakıflar bu konuda en büyük destekçileri olmakla mükellefken bir AVM sinemasında festival filmi gösterilmesini vicdanım kabul etmiyor.
AVM sinemalarının sloganı “alışveriş keyfine sinema keyfini de eklemek” oluyor genelde. Ne yazık ki, buna artık itiraz edemeyecek durumdayız. Ama bu en azından bu tüketim kültürüne daha uygun gözüken durumlar, filmler için geçerli olmalı, festival filmleri için değil.
İşin bu boyutunun yanında fiziki bir problem de yaratıyor bu durum: Bu AVM sinemaları festivallerin ana mekanı olan Beyoğlu’ndan uzaktaki semtlerde. Bu birçoğumuz için filmler arasında koşuşturmak ya da yetişemeyip filmi kaçırmak anlamına geliyor. Hatta daha fenası hangi filme yetişebileceğimizi seçip izlemek istediğimiz başka bir filmden vazgeçmek zorunda kalıyoruz. Oysa festival seyircisi için film araları ya da film sonrasındaki o vakitler filmleri paylaşmak, tartışmak, o heyecanı birlikte yaşamak için değerli ve özel zamanlar. Festivalleri düzenleyenlerin, mekanları seçenlerin bu ayrıntıları göz önünde bulundurmaları dileğiyle... İyi seyirler.
http://www.randevuistanbul.com/cizelge.html