Eylül Ekim ayı derken, yazın bittiğini biliyoruz ancak bunu henüz kabullenmedik, bunun için biraz daha üşümemiz gerekecek. Havaların artık yavaş yavaş soğumasının belki de en güzel sonucu olan sinema salonlarına henüz giriş yapmadık… Film izlemek kadar keyiflisi de yok elbette, ancak seyir başlamadan önce bir film izlerken nerelerde dikkatli olmamız gerektiği üzerine yapılmış, oldukça etkileyici bir çalışmayı gözden geçirmekte fayda var. Bu çalışma Michael Ryan ve Douglas Kellner’ın birlikte hazırladıkları Politik Kamera kitabı.
Michael Ryan ve Douglas Kellner'ın birlikte hazırladıkları Politik Kamera kitabı 1960'lı yılların sonlarından 1980'li yılların ortalarına uzanan dönemde ABD'de yaşanan ekonomik, politik gelişmelerin Hollywood sinemasında temsili üzerinde duruyor. Bu temsillerin dünyanın her yerinde neredeyse aynı anda izlendiğini ve diğer kültürlerle etkileşim halinde olduğunu kabul edecek olursak Hollywood sineması deyip geçmememiz gerektiğini kabul etmiş olacağız.
Ryan ve Douglas'a göre, “Kültürel temsillerin üretimi üzerinde söz sahibi olmak toplumsal iktidarın muhafazası açısından kritik önem taşıdığı gibi toplumsal dönüşümler amaçlayan hareketler için de vazgeçilmez bir kaynak oluşturur”.Sinema ise günümüzde bu tür politik mücadelelerin yürütülmesi açısından kültürel temsil arenasıdır.
Dolayısıyla sinema politik bir arenadır ve var olan kurumların yerleşmesi ya da sistemin kendini tekrar tekrar üretmesi bakımından ideolojik bir araçtır.
Ryan ve Douglas'ın deyimiyle “her sinema filminin ideolojik bir anlatısı vardır”. Sözsel bir metin olmaktan çok görsel birer metin olan sinema filmleri, temsilleri üretirken biçimsel bir dil de oluşturur.
“Biçimsel görenekler -anlatının kapanma tarzı, görüntünün sürekliliği, dönüşsüz kamera işleyişi, karakter özdeşleştirmesi, ardışık düzenleme vb”- perdede olup biteni belli bir görüş açısının ürünü bir kurmaca yapı değil de nesnel olayların tarafsızca kameraya çekilmiş görüntüleri olduğu yanılsamasını yaratarak ideolojinin yerleşmesine katkıda bulunurlar.
Burada bahsedilen ideoloji, bazen toplumsal kurumları ordu, polis vb. meşrulaştırırken, bazen de toplumsal cinsiyet rollerinin sürdürülmesini sağlar. Sinema filmlerinde temsiller, “içinde yer alınan kültürden devralınır ve içselleştirilerek benliğin bir parçası haline getirilir”. Böylece söz konusu kültürün egemen değerleri benimsenecek şekilde inşa edilirler. Temsiller, doğrudan bireylerde cisimleşmekle birlikte, semboller, kurumlar gibi kültüre ait bütün olgularda da kişilik kazanabilirler.
Karşı kültürden karşı devrime
Politik Sinema kitabının 1960'lı yıllardan yola çıkarak Hollywood sinemasını değerlendirmesi, 60'lı yılların sonlarında ortaya çıkan toplumsal hareketlerin neredeyse devrimci bir nitelik kazanarak Amerikan kültürüne karşı eleştirel bir tutum alması ile ilgilidir.
Kapitalist sistemin içine düştüğü ekonomik kriz ortamı, Vietnam savaşının başarısızlığı gibi etkenler ve bunun paralelinde yoksulluk karşıtı hareketler, savaş karşıtı feminizm ve öğrenci hareketlerinin Amerikan kurum ve değerlerine yönelik eleştirileri artırmış ve bu eleştirel yaklaşımlar sinemada da karşılığını bulmuştur.
Bu dönemde Amerikan rüyası bitmiştir, Amerika artık fırsatlar ülkesi değildir. Geceyarısı Kovboyu (1972, John Schlesinger), Easy Rider (1969, Dennis Hopper) gibi filmler hem dönemin Amerikan gerçekliğini yansıtır hem de var olan egemen kültüre karşı ortaya çıkan alt kültürleri sergiler.
Toplumsal muhalefetin köklü ve uzun soluklu olmaması 70'li yıllarda karşı bir atak yaratır. Yetmişlerin başlarında meşruiyet krizi geçiren ABD toplumsal bölünmelere, geleneksel ataerkil aileye ve muhafazakâr cinsel ahlaka yönelen tehditlere karşı temsiller yaratmaya başlar.
Cinsel politikalar
1960'lı yıllarda yükselen feminist hareket, sinemada sınırlı temsil olanağı bulmuştur. Ryan ve Douglas’a göre bunun nedeni sinema endüstrisinin erkek egemen bir yapıda olmasıdır. Ayrıca Hollywood sinemasında kadın yönetmenler yeterince yer almaz.
Fakat feminist hareketin toplumsal etkisi uzun vadede muhafazakâr ataerkil aile kurumunda yarattığı sarsıcı etki 1970'li yıllarda “kadının tekrar evcilleştirilmesi” atağını yaratmıştır. Feminist hareketin yükselmesi sadece aileyi tehdit etmekle kalmamıştır. Feminist hareketin cinsel özgürlük, kürtaj hakkı gibi temel taleplerin yaygınlık kazanması, dinin toplum üzerindeki otoritesini de sarsar.
Ryan ve Douglas’ın “kriz filmleri” olarak değerlendirdikleri Şeytan (1973, William Friedkin) ve Jaws (1975, Steven Spielberg) filmleri feminizm gibi çağdaş toplumsal hareketlerin ve iş dünyası ile kamusal liderliğe ilişkin krizin yol açtığı kaygıların metaforik temsilleri olarak ortaya çıkarlar.
Jaws, iş dünyasındaki ahlaki bozulma ve geleneksel otorite figürlerinin güçsüzlüğü yüzünden cemaat ve ailenin çözüleceğine ilişkin metaforik endişeleri yansıtır, tehlikeyi uzaklaştırıp düzeni yeniden sağlayan ataerkil kurtarıcının iktidara geçişini konu alır. Filimde kadın temsili ise ironiktir.
İlk kurban çıplak olarak denize giren bir kadındır, köpek balığının saldırısı sırasında erkeği baştan çıkaran ve erkeğin işini yapmasını engelleyen bir kadın.
Şeytan filminde ise kadınların baba figüründen yoksun olduğu vurgusu yapılarak hem baba figürüne dikkat çekilmiş hem de şeytan metaforu araçsallaştırılarak kadınlar üzerinde dinin etkisi yeniden üretilmeye çalışılmıştır.
Kadının sinema temsilleri, kadını duygusal ve eve bağımlı olarak konumlandırmıştır. 70'li yıllarda erkek yönetmenler tarafından çekilen filmlerde kadınlar ikili bir yapı arasında tercih yapmaları yönünde temsiller yaratılmıştır.
Kariyer ya da aşk-evlik temalı filmlerdir bunlar. Kariyer ve aşk temasının yoğun olarak kullanılmasının bir diğer nedeni de kadınların iş yaşamına yoğun katılımıdır. Kadınların yoğun olarak iş yaşamına katılmasıyla birlikte artan boşanma oranları muhafazakâr Amerikan toplumunda kaygıya yol açmıştır. Kadınların kariyer tutkularının yol açtığı toplumsal “dezenformasyon”, egemen erkek ideolojisine göre büyük bir tehlikedir.
Hollywood sinemasında, güçlü kadınların yıkımlarına neden oldukları masum erkek imgesini yaratılmıştır veya bencil annelerin karşısında kendilerini çocuklarına adayan baba temsillerine sıkça rastlanır.
Kramer vs Kramer (1979, Robert Benton) filmi karısı tarafından terk edilen bir erkeğin oğlu için kariyerinden vazgeçmesini konu alır. Film, erkeğin oldukça güçlü olduğunu ve kadınlar olmadan da her şeyin üstesinden gelebileceklerine atıfta bulunur. Toplumsal rollünü reddedip kendi kişisel kariyerinin peşinden giden kadınlarsa tıpkı filmde olduğu gibi başarısız ilan edilip, manevi olarak yıkıma mahkum edilirler.
Bu ve benzeri filmlerde kadının toplumsal rolleri ile var olabileceklerinin ve kadınların “üstlendikleri” görevlerin çok da zor olmadığının altı çizilir.
Postacı Kapıyı İki Kere Çalar (1981, Bob Rafelson) filminde ise kocasından ayrılıp özgürlüğünü elde etmek isteyen bir kadının baştan çıkardığı sevgilisiyle kocasını öldürmesini anlatır. Fakat kadın filmin sonunda “hak ettiği cezayı” bulur.
Bu filmlerde kurgusal anlatımın dışında kameranın anlatım teknikleriyle de (çerçeveleme, imgesel düzlem, renk, hareket vs) filmin ideolojisi benimsetilmeye çalışılır. Dolayısıyla ataerkil egemen sistemin dışında kalan kadınları cezalandıran Hollywood sineması salt bir temsil değildir. Bu filmler aynı zamanda egemen muhafazakâr sistemin baskısı karşısında direnen kadınlara yönelik ideolojik bir harekettir.
Vietnam ve yeni militarizm
Ryan ve Douglas Politik Kamera kitabında militarizmi Vietnam tartışması, ordunun canlanışı ve yeni militarizm olarak üç başlık altında ele alırlar. Vietnam savaşı sırasında Amerikan ordusu itibarını kaybeder. Ağır kayıplar verilen savaş sırasında savaş karşıtı toplumsal muhalefet hareketleri ortaya çıkmıştır. Ryan ve Douglas Hollywood sinemasında Vietnam savaşı boyunca savaşı doğrudan konu alan filmlerin çekilmediğini belirtirler. Dolayısıyla Vietnam savaşına ilişkin tartışmalar perdede genel olarak örtük bir anlatımla yer alır. Bu nedenle Vietnam savaşından sonra yapılan ilk filmler yabancılaşmış ya da saldırgan Vietnam savaşçılarıyla ilgilidir ya da Vietnam savaşçıları yolunu kaybetmiş askerlerdir.
Vietnam savaşından sonra Hollywood sinemasına konu olan filimler ise savaştan sonra eve dönüş filmleridir. Bu tür filmlerin özellikle altını çizen Ryan ve Douglas, savaş sonrası eve dönüş filmlerinin ağırlıklı olarak liberal filmler olmasına rağmen bu filmlerin eleştiri merkezinde ordunun yer almadığına değinirler. Bu filmler de savaşın iyi yürekli Amerikan gençlerinin hayatlarını altüst etmesi üzerinde durur.
Vietnam sonrası çekilen muhafazakâr Hollywood filmlerinde ise filmin anlatısı savaşın tarihsel gerçekliğinden uzaklaştırılarak kahramanlık temsillerine yer verilir ve bu temsiller genellikle beyaz erkeklerdir. Böylece savaş sonrası ayakta kalan erkekler ödüllendirilmiş olur, savaşı kaybeden Amerikan ordusu değildir zayıf askerlerdir.
Ordunun canlanışı
Ordunun canlanışı, ABD'de zorunlu askerliğin kaldırılmasıyla ilgilidir. Zorunlun askerlik nedeniyle ortaya çıkan disiplin dışı davranışlar ve toplumda orduya yönelik gelişen karşıt tutumların sona erdirilmesi için başlatılan çalışmaları kapsar. “1980'li yıllarda gazete, dergi, televizyon programlarında milliter duyguları artıracak nitelikte temsiller yaratılır ve böylece 'militer kültür' oluşturulmuş olur”.
Ryan ve Douglas Hollywood'un da bu anlamda üstlendiği sorumluluğu yerine getirdiğini, Hollywood filmlerinde yer alan sert disiplinli ordu temsillerinin yerini 'insancıllaştırılan' ordu temsillerinin almaya başladığını vurgularlar.
İşsiz ya da toplum tarafından soyutlanmış bireyler kişisel başarıyı orduyla birlikte yakalarlar. Baba figürünün yerini ordu temsilleri alır ve ordu aile ile özdeşleştirilir. Romantik aşklar, dostluk hikâyeleri, karizmatik ve centilmen asker temsilleri yaratılır. (1982 yapımı Taylor Hackford imzalı Subay ve Centilmen filmi incelenebilir).
Militarizm karşıtı feminist hareketin yarattığı etkiye yönelik ordu içinde güçlü kadın imajına da yer verilir, bu filmlerde savunmasız, güçsüz kadınlar ordu sayesinde kimliklerine kavuşurlar (1980 yapımı Howard Zieff’in yönetmenliğini yaptığı Er Benjamin filmi incelenebilir ). İnsancıllaşan ve değişen Amerikan ordusu çekim merkezi haline getirilirken, ordunun ne kadar güçlü olduğu ve Amerikan ordusunun sahip olduğu savaş teknolojisi de göz doldurur.
Yeni militarizm
Her ne kadar insancıl ordu temsilleriyle militer bir kültür yaratılmaya çalışılsa da emperyalist bir ülke olan ABD'nin dünyada ortaya çıkan özgürlük hareketlerine yönelik saldırılarını meşru kılacak zeminin yaratılması ve Amerika’da ortaya çıkacak savaş karşıtı toplumsal hareketleri önleyici temsillerin de yaratılması gerekmiştir.
Bu bağlamda Ryan ve Douglas 80'li yıllarda ortaya çıkartılan (çokça aşina olduğumuz) Rambo karakterine dikkat çekerler. Yaratılan Rambo figürü, Amerikan işçi sınıfının gençlerinin pek çoğu için geçerli olan, eğitim yetersizliğiyle ve bu gençlere kendilerini olumlamanın tek yolu olarak ordunun sunulmasıyla ilgilidir. Diğer bir ifade ile Rambo itinayla kurgulanmış bir karakterdir. O, tek başınadır. Onu alıkoyan bir kadın yoktur hayatında ve Rambo önüne gelen herkesi kesip biçen bir kahramandır.
Bu filmlerin bir diğer özelliği de düşman artık herkestir ancak kurtarıcı tektir. Toplumda bir paranoya yaratılmıştır. En önemlisi de Amerikan ordusuna sadece ülkesini değil bütün dünyayı kurtarıcı bir misyon yüklenmiştir. Çünkü bu temsiller dünyanın her yerinde izlenebiliyor ve kurtarıcı olarak herkese işaret edilen de ABD’dir. Ortada Amerika’ya dönük bir tehdit varsa, bu aynı zamanda bütün dünyanın da tehdit altında olduğunu gösterir.
Kapsamlı bir çalışma olarak Politik Kamera kitabında yüzlerce film incelenmiştir. Ryan ve Douglas’ın bu çalışmada dikkat çektiği kurumlar ve konuların sadece ABD ile sınırlı olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla bu çalışma dikkatli bir biçimde incelenmelidir. Yine Ryan ve Douglas’ın işaret ettiği gibi bu arena bir mücadele alanıdır. Film izlemekten vazgeçmek değildir ifade edilen, film izlerken dikkatli izleyiciler olmak ve kendi kültürel mücadele alanımızı yaratmaktır esas olan.
Son bir not düşmek gerekirse, madem film izlemekten vazgeçmeyeceğiz o halde dayanışmayı büyütmek için Beyoğlu Sineması’nda bu sezon çok film izleyeceğiz. İyi seyirler… (YK/EKN)
* Politik Kamera, Micheal Ryan, Douglas Kellner, 2. Baskı 2010, Ayrıntı Yayınlar / inceleme Dizisi, 474 sayfa