Cemal Süreya’nın 99 Yüz kitabındaki insan antolojisine yaklaşabilmenin bir denemesidir bu, ne kadar başarılı olurum emin değilim.
Doğan Hızlan’ın ‘yergide ve övgüde aynı ustalığı gösterdiği edebi dengeyi kurabilmiş’ dediği çizginin yanından geçebilirsem ne mutlu bana. Çıktığım yolun ne kadar zorlu geçeceğinin farkındayım. O zorluk daha çok insanları kırmadan, üzmeden az da olsa farklı bir pencereden gösterme çabası benimki.
Sanatçı denilince aklınıza ne geliyorsa her yönüyle içini dolduran birinden bahsediyorum. Halkının, ülkesinin, dünyanın bütün sorunları üzerine elinden ne geliyorsa yapmak için bir dakika bile düşünmeyen, en önde yürüyen biri. Barikatları yıkmak için gerekirse yumruklayıp tekmelemekten çekinmeyen kortejlerin dikenli gülü. Yeni yetme starların kırmızı halıda yürürken kırmızı halının kendisine tahsis edildiğini düşünüp şımaranlardan değil.
Gerekirse köşesi kıvrılan halıyı kendi elleriyle düzeltebilecek tevazuda ve bunu yaparken gocunmayacak emek bilincine sahip biri.
Oscar yolcusu kalmasın
1984 yılında Erden Kıral’ın yüzüne ayna tutması sayesinde ünü dışarı taştı. Aynadaki yansımayı gören Xavier Koller kolları sıvayıp Yabancı Dilde En İyi için Oscar’la tanıştırdı. Aslında onu herkes Uçurtmayı Vurmasınlar’da İnci olarak biliyordu. Türkiye sinemasının inci gibi parlayan yıldızı Nur Sürer. Siyasi duruşunun gölgesi hiçbir zaman emeğin, emekçinin uzağına düşmedi. Politik bilincinin filizlerini Sarp Kuray’la attı demek kendisine haksızlık olacağı gibi eril bir hegemonyaya teslim anlamına da gelebilir ki bu, ağzının kenarına yerleştirdiği çiçek gibi gülüşüyle bize ve bu niyetlilere gülüp geçer.
Sinemadaki kırmızıçizgisini omurgasıyla belirleyen Nur Sürer, Yılmaz Güney’e çamur attıklarında, Yılmaz Güney üzerinden prim devşirmeye kalktıklarında ikirciksiz ağızlarının payını vererek kıblesini, rotasını şaşıranlara gününü kurtaracak yeni adres gösterecek kadar vefalı bir sinema emekçisidir. Sinemanın solundan ayrılmayan, sektöre soldan bakan, bir yaprağın solup kurumasına bile dayanamayacak kadar duygusaldır.
Her daim genç
İp üstünde yürüyen Türkiye sinemasını dengede tutmak için iki kolunu aynı uzunlukta açarak yelpazeyi genişleten gayretli, çalışkan ve bir o kadar da tecrübeli biri Nur Sürer. Tecrübesini yüzündeki çizgilerden, el attığı her projeden başarıyla çıkmasından görmek mümkün.
Bazen sinemanın mutaassıplığına bazen düz çizgisine bazen de önyargılarına müdahale ederek yeni yollar, kanallar, rotalar oluşturmada tecrübesinden faydalanmışlığı vardır Türkiye sinemasının. Sinemanın doğmalarına karşı yeni doğumlar yaparak, putları, klişeleri kırarak destek verirken sinemanın zaman kavramıyla alay edecek cesarette ve ferasette bir kadındır.
Sinemaya kattıklarıyla Yaşam Boyu Onur Ödülü’ne layık görülmesi belki kariyerine baktığımızda çok da sürpriz olmayabilir fakat yetmiş yaşındaki bir kadına En İyi Kadın Oyuncu Ödülü verildiğinde şöyle durup biraz düşünürsünüz. Yaşı yetmiş işi bitmiş diye aklınızdan geçen önyargınızı paramparça edebilir.
Nur Sürer ismini duyduğunuzda her şeye hazırlıklı olmalısınız; bir bakmışsınız ki sinemanın en karanlık yerinde elinde meşaleyle üzerinize yürür, bir bakmışsınız ki Galatasaray Lisesi önünde Cumartesi Anneleriyle kol kola ceberut yönetime karşı göksünü gere gere yürür, bir bakmışsınız ki elinde Pazar poşetleriyle mahallenizin tontiş annesi gibi evine gider.
Yeşilçamdan kalkan tramvayın Hollywood durağında karşılanan yolcusu.
(HB/EMK)