Türk sineması, 1980'lerde darbenin buharı henüz tüterken, 12 Eylül'ü ele alan filmlere yönelir. 1990'lar ve 2000'ler boyunca da bu eğilim sürer. 31 yılda darbeden doğrudan veya dolaylı bahseden 28 film çekilir. Çoğunda darbe sadece fondur. Hatta bunca yıl net bir 12 Eylül filmi tanımı bile yapılamaz. Ama birbirini andıran epey film birikir arşivlerde.
Çok tanıdık, çok bilindik
1980'lerde, yıllarca hapis yatan erkek kahramanın eve dönüş teması popülerdir. 1986'da Şerif Gören'in Sen Türkülerini Söyle'si, Zeki Ökten'in Ses'i ve Zeki Alasya'nın Dikenli Yol'u, bu açıdan benzeşir. Üç filmde de, cezaevinden çıkınca dünyaya uyum sağlayamayan devrimciler anlatılır.
Ali Özgentürk, aynı yıl Su Da Yanar'da farklı bir başrol dener. Bu kez, Nazım Hikmet'le ilgili film çekmeye çalışan sinemacı karakteri, hikâyenin eksenindedir.
Ama filmin ağır atmosferi izleyici için yine çok tanıdıktır. Sinan Çetin Prenses'te, o yılları devrimci militan ve uçarı fotoğrafçı arasında bocalayan bir kadın üzerinden anlatsa da, film apolitizmi yüceltişi ve ketum devrimci tiplemesi yüzünden sınıfta kalır.
1987'de Erden Kıral, eve dönüş temasından kaçış temasına geçer. Av Zamanı'ndaki yılgın yazar, darbe döneminin karışık ortamında Cunda'ya sığınır.
Bir yıl sonra Zülfü Livaneli'nin yönettiği Sis'te, başka bir kaçış gösterilir. Sis'te darbe öncesi dönemde, riskli kararlar vermemek için hâkimliği bırakıp avukatlık yapan Ali Fırat'ın mesleki kaçışını izleriz. 1980'lerin sonu, Memduh Ün'ün Bütün Kapılar Kapalıydı filmiyle gelir. Ün, eve dönüş temasını, bu kez kadın kahraman üzerinden yineler.
Bir şey var anlatamıyorum
1980'lerde çevrilen 12 Eylül filmleri'nde söylenmek istenenler doğrudan söylenmez. Malum yıllarda Kenan Evren hâlâ iktidardadır ve darbeyi açıktan eleştirmek zordur.
Yönetmenler belki de bu yüzden darbenin çevresinde dolaşmayı yeğlerler. Filmlerin entelektüel karakterleri, melodrama yaklaşacak şekilde acı çeker, davadan cayanlarla tartışır ve geçmişlerini sorgularlar.
Sık görülen kâbuslar ve işkencecilerin gizlendiği işkence sahneleri perdede gerçek üstü bir söylem yaratır. 1980'lerin darbe filmlerinde tarihsel süreklilik yoktur, o duruma nasıl gelindiğinin üzerinde pek durulmaz.
Çocukların 12 Eylül'ü
1990'larda Ümit Efekan'ın Darbe'si, Atıf Yılmaz'ın Bekle Dedim Gölgeye'si, Yusuf Kurçenli'nin Çözülmeler'i,Tomris Giritlioğlu'nun Suyun Öte Yanı ve 80. Adım filmleri, kahramanları ve atmosferleriyle eski temalara göz kırpar.
O yıllardaki temel değişim, yavaş yavaş ortaya çıkan darbe mağduru çocuklardır. Örneğin Handan İpekçi'nin Babam Askerde filminde, açılışta "Çocuklar için" cümlesi görünür.
İpekçi darbeyi, farklı sosyal çevrelerde yetişmiş üç çocuk üzerinden anlatır. Yine çocuklar üzerinden 12 Eylül'ü ele alan bir diğer film Atıf Yılmaz'ın Eylül Fırtınası'dır. Yılmaz, askeri darbenin ilk günlerinde annesi tutuklanan ve dedesiyle yaşamak zorunda kalan Metin üzerinden darbeyi anlatır.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nin (SSCB) dağılışı ve Berlin Duvarı'nın yıkılışıyla 1990'larda, dünyada tek kutuplu eğilim yükselirken, Türkiye'de liberal rüzgârlar eser.
Bu durum perdede daha açık ve renkli bir üslup yaratır. Ama o yılların 12 Eylül filmleri de darbeyle gerçek anlamda hesaplaşmaz. Perdede görünen tanklar, sobada yakılan kitaplar, evlerin önünde bekleyen polisler ve Kenan Evren'in muhtıra okuyan sesi, bu dönemin popüler imgelerindendir.
Ne komik ne trajik
2000'lerde Türkiye'de değişen siyasi, sosyal ve kültürel ortamda darbeden söz etmek kolaylaşır. Sancılı sivilleşme sürecinde, darbecilerin yargılanma ihtimali bile konuşulur. Türk sineması da genel gidişata kayıtsız kalmaz.
2000'lerin ilk 10 yılında, 12 Eylül'ü konu edinen pek çok film çekilir. Bu dönem yapılan filmlerde nostaljik anlatım ve mizahi dil göze çarpar. Sanki Türk sineması, yakın tarihine acı acı gülmeyi seçmiştir.
Yılmaz Erdoğan'ın 2004 yapımı Vizontele Tuuba'sında darbe öncesi, neredeyse güllük gülistanlık anlatılır. Filmde Deli Emin, belli belirsiz çocuk gözünü simgelerken,
Çağan Irmak'ın 2006 yapımı Babam ve Oğlum filminde, darbe mağduru çocuk geri döner. Her iki filmde de 12 Eylül sadece fondur. Seyirci ne Vizontele Tuuba'daki şirin kasabada dengelerin neden alt üst olduğunu anlar, ne de Babam ve Oğlum'da savrulan aile ekseninde, darbeyi kimin, neden yaptığını. İki filmin biraz komedi, biraz hüzün matematiği de epey benzeşir.
Sırrı Süreyya Önder ve Muharrem Gülmez imzalı Beynelmilel'de de trajikomik anlatım hâkimdir. Askeri yönetim yıllarında, Adıyaman'da Gevendelerin başından geçenleri gülerek izleriz.
Beynelmilel, darbenin absürtlüğünü teşhir ederken, ne yazık ki 12 Eylül'ün arka planını pek kurcalamaz. Sırrı Süreyya Önder, benzer üslubunu bir yıl sonra senarist kimliğiyle O... Çocukları'nda da korur. Murat Saraçoğlu'nun yönettiği film, 12 Eylül sonrasına göz atarken, toplumsal travmamızın ilacı yine mizahtır.
Bir şeyler eksik
Eve Dönüş ve Zincirbozan, son yılların iki farklı filmi olarak 12 Eylülü anlatan filmler arasında öne çıkar. Eve Dönüş'te Ömer Uğur, apolitik işçi karakteri üzerinden darbeyi anlatırken, o yıllarda taraf olmayanları eleştirir. Filmde solcular, ülkücüler, hatta apolitikler de darbe mağdurudur.
Uğur, izleyiciyi ağlatıp güldürerek hafifletmez, tersine sinirlendirir. Ama filmin didaktik üslubu ve izleyicinin gözüne sokulan işkence sahneleri yine de tartışmalıdır.
Darbe filmleri hakkında ezberimizi bozan Zincirbozan ise olayları kronolojik anlatışıyla belleklerde farklı bir yere oturur. Atıl İnanç imzalı filmde, darbeye kadar yaşanan çatışma dönemini, hatta siyasilerin sürgününü izleriz. Ama 12 Eylül'ün arkasında dış mihrakların olduğu iddiası Zincirbozan'ı, komplo teorilerinden oluşan bir resimli tarih kitabına dönüşmekten kurtaramaz. (EG/IC)