2003 veya 2004 olmalı; Albert Camus üzerine yazdığım yüksek lisans tezimde epey ilerlemiştim, son aşamadaydım. Bir yandan okumalar yapıyor, diğer yandan final bölümü için yeni kaynaklar arıyordum. O günlerde dayım Naci Güçhan, “Hakan Savaş’la görüş, öğrencim, aynı konulara meraklısınız, doktora tezi yeni yayımlandı” demişti. Bahsettiği tez, Sinema ve Varoluşçuluk başlığıyla basılmıştı. Kitabı okudum, okumakla kalmadım; dönüp dönüp baktığım için deyim yerindeyse paçavraya çevirdim.
Tezimi yazdığım dönemde tanıştık Hakan Savaş’la. Kısa sürede bir akademisyenin ve hocanın ötesine geçti benim için, Hakan Abi hâline geldi. O Eskişehir’de, ben zaman zaman Eskişehir’de ve çoğunlukla İstanbul’da birbirimizin yazılarını okumaya, eleştirmeye ve birbirimize fikirler vermeye başladık. Teknik anlamda pek bilgi sahibi olmadığım sinemaya dair çok şey anlattı, meraklısı olduğumuz felsefe üzerine ufak ufak atıştık. Aralara estetik, yirminci yüzyıl felsefesi, Kıta Avrupası ile Anglosakson dünyası sorunları ve daha pek çok şey girdi. Sonra Kiraz Mevsimi ve Sinema Bileti geldi. Ölümünün ardından bir kez daha basıldı kitap.
Kiraz Mevsimi ve Sinema Bileti’nde sinema-felsefe-şiir üçgeni kuran Savaş; umut ve trajedi, mutluluk ve hüzün arasında salınan film çözümleme ve eleştirilerine, felsefe ve sinema ilişkisine yöneliyor, sinemaya dair teorik yazılara hatırasını yaşatmak istediklerini andığı metinler ekliyor.
‘En doğru yalan’
Hippokrates’in söylediği varsayılan “sanat uzun, hayat kısa” sözünün bir yansıması Savaş’ın metinleri. Yaşamı da. Kiraz mevsimine hayranlığı sinema tutkusuyla birbirini bütünlüyor. John Berger’ın bakma-görme-anlamlandırma ilişkisinin, sinemaya nasıl uyarlandığını ve uyarlanabileceğini gösteriyor bize Savaş. Sinema-hayat bağlantısını ise filmlerin yaşamın uzağına düşmediğini söyleyerek hatırlatıyor.
Hâliyle sinema-şiir, sinema-felsefe ve sinema-yaşam bağının güçlü bir şekilde kurulduğunu anlatıyor Savaş; sinemanınkiyle şiirin, felsefenin ve hayatın dilinin kesiştiğini anlatıyor. Söz konusu kesişim içinde zaman önemli bir yere sahip; Savaş da Angelopoulos’un “Zamanın Tozu” filmi için yazdığı satırlarda bunu vurguluyor: “Eğer adına gerçeklik dediğimiz şey, zamanı ve mekânı algılayışımız ile belirlenip biçimleniyorsa Theo Angelopoulos’un her filminde olduğu gibi ‘Zamanın Tozu’nda da alıştığımız gerçekliğin dışına çıkıyoruz. Dün, bugün, gelecek diye bellediğimiz düz bir çizgi üzerinde ilerleyen, daha doğrusu ilerlediğini sandığımız kronolojik zaman altüst oluyor. Bu altüst oluşu Angelopoulos şu sözlerle anlatıyor: Geçmiş, geçmiş değildir. Zamanın üç boyutu; geçmiş, şimdi ve gelecek benim için mevcut değildir. Geçmiş sadece zamanla geçmiştir, aslında bilincimizde geçmiş, şimdidir ve gelecek dediğimiz şey, bugünkü deneyimlerimizle belirlediğimiz yarının düşsel boyutudur.”
Sinemanın, şiirin ve felsefenin tek sorunu zaman değil elbette; dirilerin ve ölülerin dünyası, varlık ve yokluk da problem kümesine dâhil. Şimdiyi kerteriz aldığımızda oluşan düne bakış ve yarınla ilgili öngörü örneklerini de anımsatıyor Savaş. Sınırları, sonsuzluğu ve o meşhur “bir gün”ü, hatta sanat sanat-yalan ilintisini de: “Evet, sanatın kurduğu, yarattığı bu dünya, içinde belki de gerçekten çok düşün, hakikatten çok yalanın bulunduğu uydurma (kurmaca, yapıntı) bir dünyadır ama unutmamak gerekir ki sanat en doğru yalanı söyleyendir.”
Özcan Alper’in “Sonbahar” filmini incelerken bizi âdil olanla âdil olmayan adalet arasındaki tuhaf sınıra götüren Savaş, “hayata dönüş”ün ölüme gönderiliş hâline geldiği yılları, Godard’ın “sinema yaşamla sanat arasında bir şeydir” sözünü merkeze alarak yorumluyor: “Sinema, Godard’ın dediği gibi sanatla yaşam arasında bir yerde, ince bir çizgi üzerinde duruyorsa ‘Sonbahar’, olanca doğallığı, yalınlığı, duru-dingin anlatımıyla o çizginin yaşama, insana yakın yanında durur. İnsana yakındır çünkü Stefan Zweig’ın yıllar önce söylediği gibi hiçbir düşüncenin, tek başına gerçekliğin bütününü oluşturamayacağını ama her insanın başlı başına bir gerçek olduğunu bilir. İnsana yakındır çünkü Brecht’in dile getirdiği gibi sanat aracılığıyla politika yapılabileceğinin ama politika aracılığıyla sanat yapılamayacağının farkındadır. ‘Sonbahar’ı politik sinemanın kötü bir örneği, slogan yazılı bir pankart filmi olmaktan alıkoyan da bu bilinçtir.”
‘Anlatının gereci değişir ama anlatı değişmez’
Savaş; Berger’ın, Angelopoulos’un, Tarkovski’nin, Godard’ın, Buñuel’in, Welles’in ve başka pek çok isimin hikâye anlatıcılığına atıflar yapıyor Kiraz Mevsimi ve Sinema Bileti’nde. Diğer tarafta şairleri ve filozofları konumlandırıyor. Böylece kurmaca ve gerçek arasındaki geçişkenliğe sinema paydasında bir kez daha tanık oluyoruz.
Savaş, hayal ile hakikat arasına yerleştirilen sinemadan, geçmişe sıkıştırılmak istenen sinemadan ve bugünü anlatıp geçmişi geri plana iten sinemadan söz ederken sinema-edebiyat ilişkisine de uğruyor: “Sinema yalnızca bir hikâye anlatmaya çalıştığı ve anlatacağı hikâyeye odaklanıp yoğunlaştığı sürece, hangi romanın görüntü diline yatkın olduğuna ve başarılı bir uyarlamasının yapılabileceğine karar vermek zor değildir. Ancak sinema da edebiyat da sözcükler de görüntüler de insanı iç ve dış dünyasıyla bir bütün olarak dile getirebildiği ölçüde sanattır.”
Kiraz Mevsimi ve Sinema Bileti’ndeki yazıların ortak noktası insanın anlatıcılığı; filmlerle, dizelerle, felsefeyle ve düzyazıyla yaşadığı, yaşamayı umduğu, yaşamaktan mutluluk duyduğu ve kendisini mutsuz eden hemen her şeyi bir şekilde ve farklı biçimlerde, imge ve öyküyle anlatması… “Şiir ve Sinema II” başlıklı metninde bunu şöyle özetlemiş Savaş: “Anlatının gereci değişir; sözcükler, çizgiler, renkler, mimikler, görüntüler olur ama anlatı değişmez. Değişmez çünkü Sartre’ın söylediği gibi en bayağı olayın bir serüven hâline gelmesi için onu anlatmamız gerekir ve yeter; kişi hikâyecilikten kurtulamaz, kendi hikâyeleri ve başkalarının hikâyeleri arasında yaşar, başına gelen her şeyi hikâyeler içinden götürmeye çalışır, oysa ya anlatmayı ya yaşamayı seçmek gerekir.”
Savaş’ın, sinemadaki anlatıcılığın şiirle, felsefeyle ve edebiyatla bağlantısını, kurmaca ve hakikat ilişkisini, filmlerin yaşama yaklaştığı ve yaşamdan uzaklaştığı anları ortaya koyup çözümlediği Kiraz Mevsimi ve Sinema Bileti, dünden kalan bir kitap. Fakat eski değil ve eskimeyecek. Sinema ve sinemaya dair tartışmalar sürdükçe, şiirler yazılıp felsefe nefes alıp verdikçe hatırlanacak. Daha da önemlisi, bize Hakan Savaş’ı hatırlatacak. Sözün bittiği ve başladığı yeri de… (AB/TY)
Kiraz Mevsimi ve Sinema Bileti, Hakan Savaş, Sözcükler Yayınları, 248 s.