Sinema setlerinin “erkek gibi kız”ı, trans aktivist Ulaş Sona yaşadıklarını, iş arkadaşlarının yaklaşımını, kabul edilmek için çok daha fazla çalışmak zorunda olmasını ve her daim yakın bir ihtimal olan işsizliği anlattı.
Sinema emekçilerinin sigortasız, bazen günlerce mola vermeden çalışmak zorunda olduğunu kaçımız biliyoruz? Peki, setlerde yoğun çalışmadan dolayı hayatını kaybedenleri?
Emek sömürüsünün en yoğun yaşandığı alanlardan birisi sinema sektörü. Ses, ışık, teknik malzeme, cast derken onlarca kişi çok az paraya çok fazla iş yapmak zorunda kalıyor. Her hafta onlarca kanalda yayınlanan iç bayıcı uzunluktaki diziler, set emekçilerinin sömürülen emeğinin ürünü olarak izleyicilerle buluşuyor.
Diğer birçok sektör gibi sinema sektörü de heteroseksist düzenin bir parçası. İzlediğimiz birçok dizi ve filmin yeniden ve yeniden ürettiği heteroseksizm, işe alındığı taktirde LGBTİ çalışanların varlıkları ve haliyle emekleri görünmez kılınarak sömürüldüğü bir çalışma ortamının ürünü olarak karşımıza çıkıyor.
Işıltılı, parlak sahne yaşantısının gerisindeki düzeni set emekçisi Ulaş Sona ile konuştuk. Yıllardır bir setten diğerine elinde “boom”uyla koşan Ulaş, setlerin “erkek gibi kızı” olmayı, sinema setlerinin trans oluşlar ile imtihanını anlattı.
Setlerde uzunca süre “cengaver kız” olarak algılandığını ve uzunca bir süre “bunun ekmeğini yediğini” aktaran Ulaş, iş arkadaşlarının kendisine yaklaşımını şöyle anlatıyor:
“Erkekten kadın olur ama kadından erkek olmaz!”
“Uzunca bir süre boyunca trans olduğuma dair ellerinde davranış ya da görünüş olarak çok veri yoktu. Ama bir şekilde iş arkadaşlarım bir şeyleri tahmin ediyordu. Mesela bir gün şöyle bir şey oldu. Biri yanıma gelip, ‘Erkekten kadın olur da, kadından erkek zor olur. Biliyorsun değil mi’ dedi. ‘Similyan yoksa bu iş olmaz tatlım’ noktasına getirdi. Ama ben şirkette şeflerime açıktım. O yüzden bunu söyleyen arkadaşın şefleriyle konuştular hemen. Korunup kollanmıştım yani.”
“Kabul edilmek için çok çalışkan olmak zorundaydım”
Ulaş sette çok çalışkan olmak zorunda olduğunu anlatıyor. Diğerlerinden daha fazla çalışmak zorunda hissediyor kendisini: “Bu bünyeyi başka türlü bir şekilde kabul etmeyecekler, o yüzden de benim ekstra bir şeyler yapmam gerekiyor gibi hissediyordum. Ki hakikaten öyle oldu. Çok çalıştığım için görünüşüm ve tavrım ile alakalı tartışma dönmüyordu. Ama bu durum beni psikolojik olarak yıpratıyordu.”
“Sanki seni lütfederek işe almışlar gibi” diyorum istemsizce. Doğruluyor bu ifadeyi. Her iş görüşmesinde yaşadığını söylüyor.
Nüfus cüzdanı, isim, kimlik…
Buradan birçok trans için ölüm-kalım meselesine dönüşen nüfus cüzdanında yazan isim ve renk meselesine geçiyoruz:
“Ben setlere Ankara’da başladım. Orada zaten kimlikteki ismimi kullanıyordum. İstanbul’da da kimlikteki ismimle başladım. Bir gün delilik yapıp facebook’ta arkadaş oldum. Ertesi gün bana, ‘Ulaş günaydın’ dediler. Sonra bana Ulaş demek için çok çabaladılar. Devamında diğer trans deneyimlerden öğrenip herkese kendimi Ulaş diye tanıtmaya başladım.”
“Şöyle de bir yalan uydurdum: Amcam genç yaşta ölüyor, onu çok seviyorlarmış. Amcam da Mahir, Hüseyin ve Ulaş’ı çok seviyormuş. Ondan dolayı beni Ulaş diye çağırıyorlar. Böylece amcama da politik bir kimlik kazandırmış oldum. Sonuçta erkek isminde bir sürü kadın var ve hepsinin de garip garip hikayeleri var. Niye benim de olmasın ki?”
“Heterolar sevişince sıkıntı yok, translara gelince sorun!”
Söyleşinin bu noktasında bir kahkaha tufanı eşliğinde bulunduğumuz kafeyi bir güzel sallıyoruz. “Garip” hikayelerimizi paylaşmaya devam:
“Sektörde çok fazla lubunya var. Ama daha çok gey ve lezbiyen görünürlüğü var. Transların görünürlüğüne çok fazla alışık değiller. Trans kadınların çalışmasına çok fazla olanak yok. Trans erkeklerin ise şansı bu konuda daha fazla. Trans kadınlar için bütün setle yatacakmış gibi bir korku var. Halbuki zaten herkes herkesle yatıyor. Heterolar yaptığında sıkıntı yok, translar yaptığında ‘Orospu, ibne, kaltak’ oluyorsun. Geçiş yaptığı belli olmayan, normlara uygun gözüken trans kadınlar belki kabul edilebilir. Normların dışında olduğunda işe alınsan bile sürekli dedikodu dönüyor. Bu da bir yerden sonra psikolojik şiddet anlamına geliyor. Mobbingle aynı şey aslında bahsettiğimiz.”
Ulaş sinema sektöründe bir kişinin işten kovulmasının çok kolay olduğundan bahsediyor. Kovulmak, eğer normlara uymuyorsan daha da kolaylaşıyor. İşsizlik ise Demokles’in kılıcı gibi set emekçilerinin başında sallanıyor. LGBTİ’ler ve özellikle translar içinse kılıç çok daha keskin ve hızlı… (YT/AS)
* Fotoğraflar: Bê Ziman film çekimleri.
* Röportaj ilk olarak KaosGL’de yayınlandı.