Video-Kurgu: Korcan Uğur
Yazının İngilizcesi için tıklayın
Rasim Elmas, sinema emekçisi.
Türkiye yakın tarihine “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçen, 1 Mayıs 1977’de Kazancı Yokuşu’nda yaşamı elinden alınanlardan biri.
Hayatını kaybettiğinde 41 yaşındaydı. Zor durumda olanın yardımına koştuğu ve cömertliğiyle tanındığı için “Dayı” lakabıyla da çağrılırdı.
Birsen Kement, babası Rasim Elmas’ı kaybettiğinde henüz 17 yaşındaydı. Emniyet Müdürlüğü’nde “Babanı morgda bulursun,” dendiğinde “morg” dendiğini bile duymadı. Babasını bulacağı için heyecanlandı. Ancak 2 Mayıs Pazartesi günü, “İki kat yaş aldım” dediği bir hayata açtı gözlerini.
Birsen Kement anbean hatırladığı 1 Mayıs 77’yi, babası Rasim Elmas’ı ve babasının ölümünden sonra değişen yaşamını anlatıyor:
Babam film sektöründeydi. Sinema emekçisiydi.
Film şirketini kontrol etmek için gitmiş o gün, makinelerle alakalı bir problem var mı diye bakacakmış. Öncesinde beni hafta sonu 1 Mayıs’a gitmemem konusunda bir ebeveyn güdüsüyle uyarmıştı. Pazar günü ikimiz de evdeydik ve birbirimizi kontrol ediyorduk neredeyse, önce kim çıkacak da alana gidecek diye. Saat 3-3:30 gibi annemle evden çıktım ben, dayımlara gidebilmek için; ama tabii bu benim için bir plandı. Evden çıkabileyim de alana gidebileyim istiyordum. Biz çıktıktan sonra babam da evden çıkmış zaten.
Ama ben o pazar günü onu öpmeden evden çıktım. Hani samimiyet olmasın da tutmasın beni gibi düşünüyordum çünkü. O hep içime dert olmuştur.
Babam 3-3:30 gibi çıktıktan sonra arkadaşları görmüş onu. Hatta rejisör bir arkadaşıyla denk gelmişler, arkadaşı “Niye çıkıyorsun, çok kalabalık orası” demiş. Babam kalabalığı hiç sevmezdi. Sokakta yürürken bile “Karı-koca kavga eder, başıma bir şey düşer,” diye caddenin ortasından yürürdü. O kadar temkinliydi.
Buna rağmen gitmiş o gün. İkimiz de alandaydık pazar günü; ama ben babamdan geç bir saatte gitmiş oldum. Ben gittiğimde ise kıyamet kopmuştu, ancak insanların Harbiye’ye doğru yöneldiği bir alanda durabildim. İçeri giremedim. Zaten sanıyorum 7:30 civarı yaşanmış tüm bunlar. Babam da oradaymış ve hatta alana girmeden önce bir akrabamızın lokali vardı, iki saat kadar orada oturmuş. Daha sonra eve dönmek üzereyken, Kazancı Yokuşu’nda olaya denk gelmiş.
Ben bunları orada olanlardan, hâlâ yaşayan arkadaşlarımızdan biliyorum tabii. 1 Mayıs Alanı içinde bir Sular İdaresi üzerinden bir Intercontinental Oteli vardı, onun üzerinden silahlar atıldı deniyor. Bu büyük bir kaosa ve hengâmeye neden oldu. Zaten 7:30-8 gibi DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşması esnasında esas patlama olmuş.
Bizler nihayetinde eve geldiğimizde babam akşam gelmedi tabii. Kardeşimle bir hatıra defterimiz vardı, ona bir şeyler yazıyorduk. O gün yaşananlara çok üzülmüştüm, kimler öldü, neler oldu diye düşüne düşüne Nâzım Hikmet’in “Sen yanmazsan, ben yanmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” dizelerini yazmıştım oraya. Yananların içinde bizim ailemizin de olduğunu elbette bilmiyordum.
O gece eve gelmedi babam, sabahleyin de.
Yaptığı iş nedeniyle gelmediği olabiliyordu evde. Film şirketi çağırıyordu örneğin ya da bir yerlere gitmesi gerekiyordu. Ama akşam vakti de gelmeyince içimize bir kurt düştü hepimizin.
Kardeşimle bir karar aldık, o da henüz 16 yaşındaydı. Askere gitmemişti daha. Ben annemle emniyet müdürlüklerine bakayım, sen de hastanelere git dedim. İşbölümü yaptık.
Önce Mecidiyeköy, Gayrettepe’ye gittik. 2. Şube’ydi orası. Tam bir kaos var orada da. Sonra bana şunu dediler: “Babanızı morgda bulabilirsiniz, ya da 1. Şube’ye bakın.”
Kafamda 1. Şube ve morg dönüyor; ama asıl babamı bulma fikri heyecanlandırıyor beni. Seviniyorum yani babamı bulacağız diye.
Annemle Taksim Meydanı’na geldiğimizde karşılaştığımız görüntü ise dehşet vericiydi. Yerler ıslak, su ve kan doluydu. Atletler, çoraplar vardı yerlerde, uzun-kısa çivili sopalar vardı... Sanki savaş çıkmıştı ve orası bir savaş meydanıydı.
Ardından 1. Şube’ye gittik. Yuvarlak yuvarlak, ahşap yerlerden geçtik. Polislere ifade verdim tabii, böyle mi oldu, şöyle mi… Sarışın bir emniyet görevlisi vardı, hiç unutmuyorum onu. “Morgda bulursunuz,” dedi ve dünyalar benim oldu. Ben tabii canlı bulacağım babamı diye düşünüyorum. Beni oraya da götüren bir tanıdığımız eve geri getirdiğinde ise kardeşimle karşılaştım. Çıldırmış gibiydi. “Babamı buldum, babam ölmüş,” dedi. Buldum ve ölmüş kelimelerini duyduktan sonra ne hâle geldiğimi hatırlamıyorum.
Kardeşim morgda bulmuş babamızı, morgdaki çekmecelere koymuşlar.
Para aldılar bizden cenaze için. Morgdan cenazesini parayla aldık. Ortaköy Camii’ye ve oradan da aile kabristanının olduğu Aşiyan Mezarlığı’na götürdük babamı.
Bu yaşımda, yaşadıklarım o kadar korkunç gelmiyor. Çünkü o kadar korkunç şeyler yaşadık ki 1 Mayıs sonrasında da. İşkenceler, sorgusuz sualsiz ölümler, infazlar; yaşanan patlamalar, gençlerin ve ailelerinin yaşadıkları… Bunların yanına 41 yaşında ölen babamı koyduğum zaman yaşadığım o kadar korkunç gelmiyor bana artık.
20 yıl cezaevinde yatan, işkence gören insanlar var. Yoldaşlarımız, arkadaşlarımız öyle ağır darbeler aldı ki benim aldığım darbe bunun yanında hiç kalır. Ama ben yıllarca sırtımda ağrı hissettim. Babamın sırtına çıkıp çiğnedikleri, üzerine bastıkları, onu öyle öldürdükleri için.
Onun ne hâlde düştüğünü bilmediğim halde yıllarca o kalabalık, duman ve babamın sırtına basılıyor oluşu gözümün önünden gitmedi.
Bir taraftan kolunda da bıçak yarası var dendi bize. Otopsi raporunu o zaman göremedik. Şu an hâlâ tedarik edilebilir mi bilmiyorum, bakmak istiyorum otopsi raporuna.
O zaman Film-San diye bir kuruluş vardı. Burada, kesin olmamakla birlikte, babama karşı 1 Mayıs’ta bulunmasıyla ilgili önyargıyla yaklaşıldığını düşünüyorum. Çünkü biraz daha sağ düşünceye yakınlardı o zamanlar. Babamın ölümünden sonra bize hiçbir destekte bulunmadıkları gibi, bir başsağlığı ziyaretine dahi gelmediler.
Babamın ölümünden sonra iki kat yaşlandım ben. Deyim yerindeyse annemin kocası ben oldum. Her şey benim elime bakar oldu.
"Paralarını bile ütülerdi"
Çağdaş, aydın bir insandı babam. Evimizde siyaset fazla konuşulmazdı; ama 12-13 yaşımızda dünyayı anlamaya, tartışmaya ya da örneğin klasikleri okumaya başlamıştık kardeşimle. Babam bize çok karışmazdı. Ama babam öldükten sonra bir aydınlanma yaşadım. Bir dolu şey sordum kendime: Baban neden oldu, kimler öldürdü, bu bayram ne bayramıydı, neden kana bulandı?
Hümanist bir insandı babam.
Çok farklı bir ilişkimiz vardı bizim. Hâlâ, yani yaklaşık 50 senedir, babamın bize bıraktığı evde yaşıyorum ben.
Babasına aşık bir kız çocuğuydum ben. Şiirler yazardık onunla. Hafta sonları gezerdik, arada bir bira içmeye bile giderdik.
Gezmeyi çok severdi, sürekli gezerdi. Çok şık bir adamdı. Paralarını bile ütülerdi. Camiası da biraz renkliydi. Bazen de diyorum ki demek ki kısa yaşayacağı için böyle dolu dolu yaşamış.
Başına kötü bir şey gelmiş insanlara yardım ederdi sürekli. “Dayı”ydı babamın lakabı. Hani öyle dayı dayı olduğu için değil yardımsever, cömert bir insan olduğu için. Benim babam diye böyle anlatmıyorum, herkes öyle tanırdı babamı. Siyasi ve politik olarak “şöyleydi” diyemiyorum, “şöyle sağcıydı”, “böyle solcuydu”. Değildi çünkü.
Zayıf bir insandı, çok zarifti, narindi.
Annesiz büyümüştü, belki de o yüzden çok duygusaldı. Bana sürekli “Annem de sensin, her şeyim sensin,” derdi. ‘74 Kıbrıs Savaşı’nda çok ağladığını hatırlıyorum. Kimsesiz kalan çocuklar için çok ağlardı. Annem ve babam yapı olarak birbirlerine benzemezlerdi, ikisinin de ikinci evlilikleriydi. Yani ikisi de aradıklarını bulamamışlardı anladığım kadarıyla.
Babam sözleşmeli çalışıyordu o zaman. 900 günlük de bir sigortası vardı. Emeklilik, ölüm, iş, iş kazası gibi hiçbir sigortadan yararlanamadık biz. Annem okuma-yazması olmayan bir Anadolu kadınıydı, ben 17 yaşımdaydım, kardeşim ise 16. Sadece, şu anda da oturduğumuz, evimiz vardı. Hiçbir gelirimiz yoktu. Evde babam dışında çalışan biri olmadığı için herhangi bir güvencemiz de yoktu. Haliyle çok zor günler yaşadık. Annemin bize un çorbası yaptığı günler oldu. Her konuda ateş düştüğü yeri yakıyor yani.
Hâl böyle olunca, babam iyi bir eğitim almamı çok istemesine rağmen onun ölümünden sonra okulu bırakıp çalışmaya başladım ben. Bundan 40 yıl önceki hayatı düşünün. Bilinci, varlığı-yokluğu düşünün. Önce bir laboratuvara girdim, sonra da bir yayınevine, Gelişim Yayınları’na. 18 yaşımda çalışmaya başladığım için 38 yaşımda da emekli oldum. O süreçte ve sonrasında da hep çalıştım.
1 Mayıs 77, bana geleceğe yönelik bir kaygı yükledi çünkü. Her an başımıza bir şey gelecek mi, aman birine muhtaç olmayalım hissiyle yaşadım.
Fiziken olmasa da düşünce anlamında ve ruhsal olarak çok şey değişti hayatımda. Babasını kaybetmiş bir kız çocuğunun duyguları dışında İşçi Bayramı’nda işçi olmanın ne demek olduğuna dair bilincin ağırlığı omuzlarıma çöktü. O günden sonra ben de gerçek bir işçi oldum.
Benim için pazar günü değil de pazartesi günü çok önemliydi. Salı günü çok önemliydi. Ondan sonraki her gün çok önemliydi. Babam öldükten sonra benim için hayata baktığım pencereler çok daha anlamlı oldu. O pencerelerden daha doğru, daha güzel bakmaya çalıştım. Bazen diyorum ki babam bu şekilde ölmeseydi, yine böyle bir insan olabilir miydim. Bu insanın mayasıyla da alakalı tabii ama benim için babamla kurduğu ilişki çok kıymetliydi. Ben teşekkür ediyorum ona beni böyle yetiştirdiği için.
Bu şekilde ölmeyi hak etmedi babam. Kimse bu şekilde ölmeyi hak etmiyor. Beni ancak küçük yaşta babasız kalmış, yokluk görmüş ve böyle büyük bir vurgun yemiş insanlar anlayabilir. Anlatmadıklarımı onlar anlayabilir.
"Bize bir anıtı dahi çok gördüler"
1 Mayıs 77’de 8’i kadın 34 kişi öldü. Ailelerin çoğunun Türkiye’den ayrıldığını düşünüyorum ben. Birkaç aile kaldık, sizlerin bizlerle görüştüğü ve dokunabildiği. Ben aynı zamanda 78’liler Vakfı yürütme kurulundayım. Bizler buradaki mahkeme süreçlerinin hepsini işletmeye çalıştık. Faillerin kim oldukları tabii ki belli. İçinde kontrgerillanın da olduğu güçler tarafından düzenlendi bu katliam. Baktığınızda çok güçlü bir istihbarat teşkilâtımız var. Bilinmiyor mu bunu kimlerin yaptığı? Ya da nasıl bilinmiyor? Faillerin Ahmet, Mehmet diye ortaya çıkarılması bir şey de ifade etmiyor bizim için. Bizler bunu yapanın kim olduklarını biliyoruz. Ama bunu ne adına yaptıklarını, bunun nasıl bir vahşilik olduğunu bilmiyoruz. Anlayamıyoruz.
Babamın o gün orada olmasının bir kader boyutu, bir de akıl ve mantık, şuur boyutu var tabii ki. Ancak hangi açıdan bakarsak bakalım yaşamamız gerekiyormuş böyle bir şeyi. Bana ve aileme inanılmaz şeyler kazandırdı 1 Mayıs 1977, tabii pek çok şey de kaybettirdi.
1 Mayıs 77’de yaşananlar, Türkiye’de daha sonra yaşanacak olan sosyolojik ve psikolojik olayların ayak sesleriydi. Öyle düşünüyorum. Daha sonra Sivaslar, Maraşlar, Ankaralar, Güneydoğu’da yaşananlar eklendi üstüne. 1 Mayıs 77 bir mihenk taşıydı bu açıdan.
Bizi yanlış anladıklarını da düşünmüyorum ben, babamı da yanlış anlamadılar çünkü, gayet doğru anladılar. Doğru anladıkları için istemiyorlar, sevmiyorlar bizi. Bir ağacın meyvelerini, dallarını koparıp koparıp attılar. Ne yazık ki önümüzde büyük emperyalist güçler var; ama bizler de varız. Dünya döndükçe bu çatışma devam edecek ama bu mücadele de devam edecek.
O gün herkes gülmek için oradaydı. Bayramı kutlamak için 1 Mayıs Alanı’ndaydı. Bayramdı da o gün. Çok büyük bir kalabalık vardı. Kimler düğmeye bastıysa, o bayram kana bulandı.
Bizler 1 Mayıs’ı artık anma günü olarak kabul ediyoruz. Eğer bayram olsaydı din, dil, ırk farkı gözetmeksizin bütün insanlar alın terinin karşılığını almış olurdu. Biz sadece bayram olsun istedik. Barış olsun istedik.
Pek çok çağrıda bulunduk biz. Kazancı Yokuşu’nda analım ölülerimizi dedik. En azından bir anıt olsun istedik, ölenlerin isimlerinin yazdığı. Birçok arkadaşımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu, ben kendi adıma başvurmadım; ama insanlık suçlarının zaman aşımına uğradığını düşünmüyorum. Ben ülkesini seven bir insanım, beni çok mutlu etmez İnsan Hakları Mahkemesi’ne ülkesini şikâyet ediyor olmak. Ama bize sahip bile çıkılmadı ne yazık ki. Devletin bize sahip çıkması lazımdı. Biz kendi kendimize sahip çıktık.
Sadece Taksim Meydanı’nın adı 1 Mayıs Alanı olsun dedik ve ölenlerin isimlerinin yazıldığı bir anıt istedik. Ancak bunu bile bize çok gördüler.
Şimdiye kadar gitmeyin deniyordu, şimdi de pandemi gündemi var. Bakırköy’e gidin, Kadıköy’e gidin deniyordu hep. Benim için anma Taksim’de olmadıktan sonra çok bir anlam ifade etmiyor. Gidiyor muydum, elbette gidiyordum. Ama diğer meydanlarda olanın işçiler için bir çağrı, Taksim’de olanın “anma” olduğunu düşünüyorum.
TIKLAYIN - bianet'ten 1 Mayıs 77 Kayıplarının Yakınlarına Çağrı: Bizi Arayın
Ben bu sene de Taksim’e gideceğim. Kurum/kuruluşlar öncesinde gelecekler anmak için. Orada babası öldürülen, katledilen kişi benim. Ben bayram için değil, babamı anmak için gidiyorum ve bana engel olunacağını düşünmüyorum.
(TY/DB)
TIKLAYIN - bianet'ten 1 Mayıs 77 Kayıplarının Yakınlarına Çağrı: Bizi Arayın
|
1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/Tuğçe Yılmaz
Sinema Emekçisi Rasim Elmas 41 Yaşında Taksim'de Öldü
İnşaat İşçisi Bayram Eyi 50 Yaşında Taksim'de
Öğretmen Bayram Çıtak 37 Yaşında Taksim'de Öldü
Liseli Jale Yeşilnil 17 Yaşında Taksim’de Öldü
Öğretmen Kenan Çatak 31 Yaşında Taksim'de Öldü
Öğretmen Ahmet Gözükara 33 yaşında Taksim’de öldü
Öğretmen Hikmet Özkürkçü 39 yaşında Taksim’de öldü
Öğrenci-işçi Niyazi Darı 24 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Nazan Ünaldı 19 yaşında Taksim’de öldü
Öğretmen Ömer Narman 31 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Ali Sidal 18 yaşında Taksim’de öldü
Hemşire Kıymet Kocamış 25 yaşında Taksim’de öldü
Tezgâhtar Kadir Balcı 35 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Hacer İpek Saman 24 yaşında Taksim'de öldü
İşçi Kahraman Alsancak 29 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Hüseyin Kırkın 23 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Ercüment Gürkut 26 yaşında Taksim’de öldü
Polis Nazmi Arı 26 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Mahmut Atilla Özbelen 26 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Hasan Yıldırım 31 Yaşında Taksim’de Öldü
Seyyar Satıcı Hamdi Toka 35 yaşında Taksim’de öldü
Bekçi Mehmet Ali Genç 60 Yaşında Taksim’de Öldü
İşçi Ziya Baki 30 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Mürtezim Oltulu 42 yaşında Taksim’de öldü
Öğretmen Mustafa Elmas 33 yaşında Taksim’de öldü
Üniversiteli Sibel Açıkalın 18 yaşında Taksim’de öldü
İşçi Diran Nigiz 34 yaşında Taksim’de öldü
1 Mayıs 1977 & Cezasızlık
Fehmi Işıklar: 1 Mayıs'77 12 Eylül için bir hazırlıktı
Kani Beko: “Katilleri bulamazsanız, şaibeyi ortadan kaldıramazsınız”
Süleyman Çelebi: "1 Mayıs 1977 Katliamı yapanların yanına kâr kaldı”
Emel Ataktürk: Haysiyet meselesi olarak hatırlamak ve cezasızlıkla mücadele
Nejla Kurul: Gerçekler neden ve kimlerce gizleniyor?
Tuğçe Yılmaz: 43 yıl önceki katliamın izini sürmek
Arzu Çerkezoğlu: Unutmamak, unutturmamak yaşamsal bir mücadele alanı
Tuğçe Yılmaz: Yargılanamayan 1 Mayıs 1977’nin mahkeme yılları