15 Temmuz darbe girişimi sanıklarının yargılandığı davanın duruşmalarından birinde bir sanığın üzerinde “hero” (kahraman) yazan bir tişörtle çıkması üzerine tek tip elbise (TTE) tartışması yeniden başladı. Hükümet yetkilileri ve destekçisi medya bir tişört aracılığıyla dile getirilen kanaati düşmanca bulmuş, terör propagandası saymış ve bu ifade kaynağını toptan ortadan kaldırmanın bir yolu olarak TTE’yi gündeme taşımıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 16 Temmuz 2017 tarihinde yaptığı konuşmada “Türk milleti aman dileyene ne kadar merhametli ise ihanetinde ısrar edene de o kadar şedittir. O hainlerin kapatıldıkları cezaevlerinin duvarları arkasında çürüyüp giderken, bunları düşünecek çok zamanları olacak, şu an iyi günleri. Geçenlerde Sayın Başbakanımızla da konuştum artık bunlar mahkemeye çıkarken Guantanamo'da olduğu gibi bunları da tep tip elbiseyle çıkaralım.” derken, hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş da bir gün sonra gerçekleşen Bakanlar Kurulu toplantısı sırasında yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“FETÖ örgütü başta olmak üzere terör örgütü üyelerinin, muhtemelen bu çalışmadan sonra daha teferruatlı olarak sizlerle paylaşacağız, mahkemelere tek tip elbiseyle gelmesi sağlanacak.
Henüz çalışma yapılmadığı için detayları paylaşamıyorum ama Adalet Bakanlığımız bu konuyu gündemine alıp çalışmaları çok hızlı bir şekilde sonlandıracak.
[Hero yazılı tişörtle ilgili] Bu tişörtü giymeden evvel de mahkemelere takım elbise ile çıkarılmaları milleti rencide etmiştir. Kimisi Cumhurbaşkanımıza suikast yapan timin içerisinde, kimisi akıncılardan kaldırdıkları uçaklar ve helikopterlerle halkı şehit eden eşkıya güruhunun içerisinde.
Bunlara karşı mahkemelerimiz açık, hukukun üstünlüğü prensipleri içerisinde hareket ediyor ama bunların [sanıklar] tek tip elbiseyle mahkemelere getirilmesi daha doğru bir yoldur. Bununla ilgili çalışmalar da Adalet Bakanlığımız tarafından yapılacaktır.”
Bu açıklamaları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, tek tip elbisenin rengini, şeklini ve olası gerçekleşme tarihini aktardığı açıklamaları geldi:
"(…) şimdi bunlara tek tip elbiseyi getiriyoruz fakat bu tek tip elbise renk olarak badem var ya badem, badem içinin koyusu bir renk olacak. İki tip olacak. Bir tulum olacak, bir de ceket pantolon olacak. Bunların bir kısmı diyelim ki darbeciler tulum giyecek, diğerleri de yani teröristler ceket pantolon giyecek. Artık bundan sonra istedikleri gibi giyinip gelme yok. Bunlar bu şekilde tüm dünyaya tanıtılacak.[1]
Tek tip kıyafet konusunda, arkadaşlar çalışmaları hızlandırıyor. 70 bin civarında bir kıyafet hazırlanacak. Kıyafetler yargılama sürecinde giyilecek.[2]"
Bu açıklamaların ardından Adalet Bakanlığı’na dayandırılan haberlere göre 70 bin tek tip kıyafet hazırdı ve üstelik hapishanelerin iş yurtlarında mahpuslara diktirilmişti.[3] Elbiseler de hazır olduğuna göre geriye bir tek düğmeye basmak kalmıştı.
TTE üzerine bir analiz girişimi
TTE uygulaması ayrıntılı ve analitik bir değerlendirmeye muhtaçtır. Bu yazı içerisinde bunu yapmaya olanak olmasa da ayrıntılı bir değerlendirmenin işaret levhaları, konu başlıkları oluşturulmaya çalışılacaktır.
1- TTE, bir sınırlamadır. Mahpusların kendi istedikleri kıyafetleri giymeleri yasaklanarak bir sınırlama konulmaktadır.
2- TTE, bir dayatma ve emrivakidir. Mahpuslara “istediğin kıyafeti giyemezsin, senin bunu giymeni uygun görüyoruz ve giyeceksin” denilmektedir.
3- TTE, mahpusların iradesinin toptan reddiyesidir. TTE aracılığıyla mahpuslara, kendi yaşamları üzerinde hak sahibi olmadıkları söylenmektedir.
4- TTE, bir ayrımdır. TTE, mahpusun tutuklanmakla yetinilmediğinin, onu toplumdan sadece mekânsal olarak ayırmanın yeterli olmadığının ifadesidir. Mekânsal olarak toplumdan ayrılmış, kapatılmış olan mahpus, TTE aracılığıyla duyguda ve düşüncede daha farklı ve katmerli ayrımlara maruz bırakılır.
5- TTE, bir sıfırlamadır. Kıyafetler, kişinin kimliğini, kişiliğini ve hatta mesleğini, aidiyetini ortaya koyma yollarından biridir. Mahpuslar, kıyafetleri aracılığıyla kimliklerini, kişiliklerini, aidiyetlerini tutuklandıktan sonra dahi kısmen ortaya koyabilir, görünür kılabilirler. Kıyafetlerini ellerinden almak ve tüm mahpuslara tek tip kıyafetler giydirmek, onları sıfırlamayı amaçlamaktadır.
6- TTE, mahpusun suçluluğunun ilanıdır. TTE, sayesinde mahpus sadece sıfırlanmakla kalmaz, mahpusun hak öznesi bir vatandaş değil adli sistemin parçası bir suçlu olduğu ilan edilir ve bu yeni durum kendisine dayatılır.
7- TTE, damgalar. “Suçlu” kanaatinin, yargısının taşıyıcısı olan TTE’nin giyilmesi bu kanaat ve yargının bedenlerine iliştirilmesi, bedenlerinin bu kanaat ve yargıyı taşıması anlamına gelmektedir. TTE, bu sayede mahpusu damgalar, bir damgalama aracıdır. TTE giydirilen kişi, yargılaması henüz devam eden ve “masumiyet karinesi” gereği suçsuz olduğu kabul edilmesi gereken kişi olsa dahi mahpusu toplumun diğer fertlerinden ayırır ve muteber, makbul olanın dışına atar. Bu dışa atış, sadece bir ayrıştırma değildir, dışta bırakılanın içi simgesel olarak “terörist”, “vatan haini”, “çapulcu” nitelendirmeleriyle doldurularak bu kişiler birer “hak öznesi vatandaş” olanın dışına atılabilmektedirler (Agamben’in “kutsal insan” ve Butler’ın “insan olanın dışına atma” tartışmalarını hatırlamak gerekir bu konuda).
8- TTE, otoriteye itaat beklentisinin aracısıdır. TTE giydirilmek istenilen mahpusa verilen mesaj açıktır, “Sen artık bir suçlusun, dışarıdaki yaşantın kıyafetlerinle beraber dışarıda kaldı. Artık bir iraden yok ve benim irademe tabisin. Artık hakların yok yükümlülüklerin var. Ne istersem yapmak zorundasın.” Hapishane evreninde infaz koruma memurlarına (İKM) bir üniforma giydirilerek yetki verilirken, mahpusa da TTE giydirilerek tamamen yetkisizleştirilmesi, itaat eder konuma indirgenmesi amaçlanmaktadır.
Bu analizi daha da ayrıntılı hale getirmek, tespitleri kendi içerisinde kümeleyip alt başlıklara dönüştürmek mümkün ancak bu kadarı bu mümkünatın bir göstergesi ve TTE’nin hapishaneler alanında ne kadar olumsuz bir dayatma olduğunun ifadesi olarak yeterlidir sanırım.
TTE’nin Türkiye’deki tarihi
TTE’nin 12 Eylül 1980 darbesinin ardından gündeme geldiği, kanlı bir baskıyla uygulanmaya çalışıldığı ve büyük direnişlere neden olduğu bilinir ancak öncesi hakkında bilgi çok azdır. Oysa ki TTE’nin 1980 dönemi öncesi, Osmanlı’ya kadar uzanan bir tarihi var. Bilinen ilk belgelerden biri 1902 yılına dayanıyor. 1902 tarihli bir tezkere zeylinde (ekinde) hapishanelerin tanzim ve ıslahı, mahpusların silah tedarik edememeleri ve firarları halinde kolayca aranarak yakalanabilmeleri için mahpuslara TTE giydirilmesi ve bu işlemin hapishanelerin ıslahı konusunda alınacak en önemli tedbirlerden biri olduğu belirtilmektedir.[4] Bu girişimin ardından 1916 tarihinde hazırlanan nizamnameyle birlikte TTE resmiyet kazanır. Nizamnameye göre hakkında 6 aydan fazla hapis cezasına hüküm verilenler TTE giymek zorundadır. Nizamname böyle belirtmesine rağmen mali sebepler gerekçe gösterilerek TTE uygulamasından vazgeçilir.[5]
TTE’nin resmiyet kazandığı bu nizamnamenin ilginç yanları da vardır. Hapishanelerin ıslahının birkaç on yıldır gündemde olduğu Osmanlı’da bu amaçla 1911-1912 yıllarında Dahiliye Nezareti’ne bağlı olarak Hapishaneler İdare-i Ummumiye Müdüriyeti oluşturulmuş, bu müdüriyet Balkan Savaşları nedeniyle işlevsiz kalınca 1913-1914 yıllarında yeniden düzenlenmiştir. 1916 yılına gelindiğinde ise ıslah çabalarının deneyimli eller tarafından yürütülmesi amacıyla 1906 yılından itibaren Düsseldorf-Derendorf hücre tipi hapishanesinin müdürlüğünü yapmakta olan Doktor Paul Pollitz Hapishaneler Müfettiş-i Umumisi olarak görevlendirilir. Pollitz, göreve getirilmesinin ardından birçok hapishaneyi ziyaret etmiş, bir anket çalışması yaptırmış, raporlar hazırlamış ve Avrupa ülkelerinin nizamnamelerini de inceleyerek yeni bir nizamnamenin hazırlanmasına ön ayak olmuştur. Bu nizamname, bir yandan o dönem Avrupa’da cezaların infazı alanında tartışılan konuları Osmanlı’ya taşırken diğer yandan da yeni infaz anlayışının bir sonucu olarak zorla çalıştırmayı ve TTE’yi içermektedir. Dahiliye Nezareti Mebani-i Emiriyye ve Hapishaneler İdaresi Müdüriyetinde kaleme alınmış bir yazıda da, yeni nizamnamenin hazırlanmasının gerekçesi şöyle açıklanmaktadır:
Bu nizamname ile, suçluları kapama, onları cemiyet-i beşeriyeden tecrit etme, ve üretimde bulunmaktan men etme gibi akıl dışı yöntemler terk edilerek hapishaneler birer atalet ve sefalet merkezi olmaktan çıkartılıp, iktisat kurallarına göre sanayi ve ziraat faaliyetleri tanzim edilmek suretiyle onların kendi masraflarını çıkartarak devlet hazinesinin yükünün de olabildiğince azaltılması sağlanacaktı. Atalet ve meşguliyetsizlik akla ve ruha da kötü tesirde bulunarak ahmak kötülüğüne yol açtığından, suçluları bu durumdan kurtarmak için onlar bir şekilde “say ve amele sevk” olunacaklardı.
Osmanlı döneminde hapishaelerin mimari ıslahı gibi TTE uygulaması da mali gerekçelerle yaşama geçirilemez ve bu sorun ve amaçlar Cumhuriyet Türkiyesi tarafından devralınır.
1950’lerden itibaren hapishane mimarisinin “tip üzerine” inşasına başlanır ancak TTE uygulaması 1980’i beklemek zorunda kalır. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından hapishanelerin sorumluluğu komutan Nevzat Böligiray’a verilir. Bölügiray, 31 Ağustos 1979 - 20 Ekim 1980 tarihleri arasında Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay ve Mersin İlleri Sıkıyönetim Komutanlığında, 10 Aralık 1980 - 2 Eylül 1983 tarihleri arasında ise Genelkurmay Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanlığında görevlidir. 12 Eylül öncesi hapishanelerin “yol geçen hanı”, “kurtarılmış bölge” olduğunu düşünen Böligiray’ın ilk işlerinden biri kendisinin başkanlığında Adalet ve İçişleri başta olmak üzere Eğitim, Sağlık, Bayındırlık, İskan ve diğer bazı bakanlıklarla Jandarma Genel Komutanlığı’nın müsteşar, genel müdür yardımcısı düzeyindeki temsilcilerinin de katıldığı bir çalışma grubu oluşturmak olur. Bu çalışma grubunun gündeme aldığı konular arasında hücre tipi hapishaneler ve TTE de vardır. Hücre tipi hapishanelere giden yolun ilk adımlarından biri olarak koğuşların odalara bölündüğü Özel Tip Hapishaneler inşa edilmeye başlanır ve 2 Ağustos 1983 tarihinde Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük’te bir değişiklik yapılarak mahpusların gruplandırılmasına “Anarşi ve terör suçlarından hükümlü olanlar” ayrımını ekler ve bu grupta yer alanların cezalarını “1 ve 3 kişilik odalardan” oluşan hapishanelerde çekmelerini karar altına alır. Bu değişiklikle bir mahpus grubu resmi olarak “anarşist” ve “terörist” olarak adlandırılmış ve ayrı bir infaza tabi tutulacakları belirtilmiş olur. TTE ile ilgili olarak ise Böligiray “Firarları zorlaştırmak, yoklamalarda ve disiplinin sağlanmasında kolaylık için, birçok batı ülkelerindeki gibi tek tip elbise giyilmesi isteniyordu.” sözleriyle savunur (Bölügiray, 2002: 184).
Alınan bu kararlar doğrultusunda yaşama geçirilen politikaların sonucu 12 Eylül döneminde Diyarbakır, Mamak, Metris başta olmak üzere hapishanelerde yaşanan vahşet ve direnişler olur. 12 Eylül döneminde Mamak hapishanesinin başında olan Albay Raci Tetik bütün mahpusları sayım alanında topladığı bir gün onlara “İnsanlıktan çıkıp insanlığa geri döneceksiniz” der. TTE de yaşatılmak istenen bu dönüşümün bir aracı olarak gündeme getirilmiştir. Saçları kazınıp TTE giydirilen kurşun kalemle yazılmış bir sayfanın silgiyle silinmesi gibi temizlenmek ve üzerine yeniden yazılmak istenmektedir (TTE’nin nasıl işlediğine yazının girişinde değinilmişti).
12 Eylül’ün ardından gündeme getirilen TTE nedeniyle birçok hapishanede mahpuslardan eşofmanları dışında tüm giysileri operasyonlarla toplanmış, zorla TTE giydirilmeye çalışılmış, giymeyen mahpuslar aylarca iç çamaşırlarıyla kalmış ve mahkemelere de öyle çıkmış, baskıların son bulması ve TTE uygulamasından vazgeçilmesi amacıyla günlerce süren birçok açlık grevi yapılmış, 11 Nisan 1984 tarihinde 75 gün süren ölüm orucu sonrasında 4 mahpus yaşamını yitirdikten sonra dayatmacı politikalar gerilemeye başlamış ve 1988 yılında TTE uygulamasından tamamen vazgeçilmişti.
Sonuç olarak
TTE'nin, hukuki, sosyolojik, psikolojik, insani, vicdani açıdan savunulacak bir tarafı yoktur. Masumiyet karinesinin ihlali olduğu, kişiyi kriminalize etmek için kullanıldığı, kişiliksizleştirmenin aracı olduğu aşikar. Osmanlı'da gündeme gelmiş olsa da asıl uygulanmaya çalışıldığı süreç 12 Eylül darbe sürecindeki Türkiye olmuş ve siyasi mahpusların yoğun direnişleriyle karşılaştıktan sonra vazgeçilmiştir.
TTE'nin, üstelik de Guantanamo gibi tüm dünyanın eleştirilerine maruz kalmış bir örnek üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılarak ve tüm bilimsel değerlendirmeleri, Türkiye tarihindeki yerini yok sayarak tekrar gündeme getirilmesi bir akıl tutulması halini göstermektedir. Umarız politika yapıcılar bu akıl tutulmasından çabuk kurtulur, tüm insan hakları savunucuları bu girişime karşı kararlı duruşu sergileyebilir. (ME/NV)
TTE Üzerine 12 Eylül Dönemi Anlatımları Sinan Kukul 16 Ocak günü [1984] mahkemeye giden tutsaklara, elleri kelepçelendikten sonra askerler zorla tek tip elbise giydirmeye çalıştılar. Elleri arkadan kelepçeli olduğu halde, birbirlerinin üzerindeki tek tip elbiseyi, mahkemeye götürülmek için tutuldukları A-blok havalandırmasında yırtan siyasi tutsaklar, aynı zamanda tek tip elbise giymeyeceklerine dair sloganlar attılar. Hapishane idaresi mahkeme öncesi havalandırmada elbiselerin yırtılmasına ve slogan atılmasına tavırsız kalmadı ve havalandırmaya giren askerler, elleri arkadan kelepçeli tutsakları tekme-tokat dövdü. Arabalara doldurularak mahkemeye götürülen DS davası tutuklularından üçü, çok sıkı kelepçeler yüzünden bayıldılar. Tıbbi bir müdahale yapılmadı. Uzun süre kelepçeleri bile gevşetilmedi. Elbiselerini yırttıkları için duruşmaya alınmadılar. Mahkeme kapısından döndürüldüler, gerisin geri hapishaneye gönderildiler. Sloganlarla hapishaneye dönen sekiz DS davası tutuklusu, zorla giydirilen tek tip elbiseyi yırttıkları için üzerlerinde don-atletten başka bir şey olmadığı halde yağmur altında, kelepçeli olarak saatlerce havalandırmada bekletildiler. Ama işkenceciler, işkenceye doymuyordu. Bu süre içinde bu tutuklulara iki kez kıç-baldır falakası atıldı. Su ve çamur içinde inleyen tutsaklara hiçbir tıbbi müdahale yapılmadı... Erinden doktoruna kadar hapishanedeki tüm görevliler bu manzarayı pencerelere doluşarak sadist bir zevkle izlediler. Daha sonra içeri alınan tutsaklar, bu kez çamaşırhanede ayak falakasından geçirildiler. Kafaları, suratları patlatılıp yaralanarak zorla tıraş edildiler. Sonra da hallerine bakılmadan, üzerlerinde don ve atletten başka birşey olmamasına rağmen çırılçıplak soyularak arandılar. Sonraki günler işkence, yemek ve su gibi Metris yaşamının bir parçası oldu. Tutsaklar bu işkencenin izlerini aylarca üzerlerinde taşıdılar. Kelepçe izleri sanki ömür boyu taşınacak biçimde bileklere nakşedilmişti; kaybolmadı, birer Metris hatırası olarak bileklerde kaldı, işkenceyi bileklerinde canlı olarak belgeledi. (Sinan Kukul, Bir Direniş Odağı Metris (2. Baskı), Yar Yayınları 1998, syf 271-272) Ertuğrul Mavioğlu Metris idaresi, 14 Ocak 1984’te tek tip elbise için iki gün süren operasyon düzenleyerek pantolon, ceket, boğazlı kazak, palto, mont, ayakkabı gibi eşyalarımızı toplayıp yasakladı. Üç yıl boyunca çarşaf ve nevresimlerden diktiğimiz pijamaları giymek zorunda kaldık. Operasyonla aldıkları eşyalarımızın bir kısmı depoda çürüdü, bir kısmı da çalındı. (68) Mahkemelere gidişlerde tek tip operasyonuyla birlikte başlatılan keyfi uygulama sürüyordu. Her sabah erkenden koğuşlardan alınıp tekme tokat yerlerde sürükleyerek çırılçıplak soyuyorlardı. Sonra tek tip elbise giymediğimizden don-atlet ve terlikle havalandırmaya atıyorlardı. Üç saat soğukta, karda, yağmurda bekletiliyorduk. Kollar arkada bilek kemiğimize oturan kelepçe adeta canınıza okurdu. Bilerek sıkarlardı. Ardından hapishanenin ring arabasına balık istifi doldurulup mahkemeye götürülürdük. Havasızlıktan bayılacak noktaya gelirdik, baygınlık geçirenlerimizi olurdu. Mahkeme salonuna da don-atlet olduğumuz için alınmayıp geri gönderileceğimizi bildikleri halde, bu işkenceleri sürdürürlerdi. Gün boyu devam eden uygulamanın aynısı akşam dönüşte de tekrarlanırdı. (70) Ertuğrul Mavioğlu, Asılmayıp Beslenenler: Bir 12 Eylül Hesaplaşması, İthaki Yayınları 2006, syf 68-70) Engin Erkiner Daha önce buraya gelmiş olan arkadaşlardan biliyorduk. Önceden alınmış karar doğrultusunda, hiç kimse soyunmayacak, TTE giymeyecek ve saçlarının asker traşı edilmesine razı olmayacaktı. Soyunmamı isteyen Jandarma komandolarına, soyunmayacağımı söyledim. Biliyordum. Soyunmak istemeyenlerin arka tarafına geçen bir askerin vurduğu tekme ile sendeleyen tutuklunun üzerine çullanan askerler, tutukluyu havaya kaldırarak zorla soyuyor ve TTE giydirdikten sonra ellerini kelepçeleyerek Aynı şekilde zorla saç traşı yapıyor ve fotoğraf çekip döverek hücresine götürüp ellerini çözerek içeriye atıp kapıyı kapatıyorlardı. Bütün bu işlemler sırasında sürekli coplanıldığını söylemeye gerek yok sanırım. Çırılçıplak soyulduktan sonra, çarmıha gerili biçimde yüzükoyun havada tutularak coplanan tutukluya parmak atmak, tükürmek ve hakaret etmek işin bir başka yanı... Soyunmayacağımı söylediğim askerlerin üzerime saldırmasına, başlarındaki subay engel oldu.. Alnımdaki şişten dolayı vurmamalarını ve sadece ellerimi tutarak (kıvırarak ) üstümdekileri soyup saçlarımın kesilmesini söyledi. Zaten direnecek takatim kalmamıştı, gözlerim kararıyor, başım dönüyordu. Ayakta zor duruyordum. İtina ile ellerimi arkadan tutarak çırılçıplak ettiler ve zorla TTE giydirerek ellerimi kelepçeleyip saç traşı ve fotoğraf çekerek hücreme getirip bıraktılar. TTE giydirirlerken ‘’bak ne güzel de yakıştı beymen, beymen’’ diye de dalga geçiyorlardı. 5 ya da 6 metre karelik tek kişilik hücrelere giren herkes, ilk önce üzerindeki TTE’yi çıkartıp yırtıyor, ya paspas olarak kullanıyor veya pencereden havalandırmaya atarak don ve atletle kalıyordu. Aynı şeyi yaptım. Hücreye girer girmez ilk işim elbiseyi çıkartmak oldu. |