Dini ve seküler (la-dini) bayramlar, içeriğine göre birçok simgesel özelliklere sahipler. Örneğin bizde milli bayramlar olarak kutlanan günlerde, kutlamaların iki temel simgesi var: Bayrak ve lider posteri (Atatürk). Kurban bayramında kurbanlık kesimi, Ramazan da iftarlar, 12 İmam orucunda aşure vb. gelenekselleşmiş ritüellerden.
İster dini, ister seküler olsun; bütün bu günlerin kendine özgü simgeleri hep oldu ve olacak da. Çünkü bir inancın, bir dinin, bir kuruluşun, bir kurtuluşun veya bir devrimin bütün yapısı, bir kutlama veya bir anma gününde kendisini ifade etmek durumundadır ki, bu ifadenin en kestirme ve en etkili aracı da, simgelerdir. Çünkü simgeler ait oldukları olguların, olayların, düşünsel süreçlerin anlamını somut kılan, akılda kalıcı, gelenekselleşebilen, basit ama yoğunluklu ifadeler içeren materyaller veya ritüellerdir.
Dini bayramlardan farklı olarak milli bayramlar, iktidar odaklıdır. Sivil olan dini bayramlar (Kaldı ki, ülkemizde dini bayramların büyük ölçüde iktidar odaklı etkiler taşıdığı açıktır) ile devlet kaynaklı resmi bayramların ister istemez farklı kutlama biçimleri olmak zorunda. Ancak ülkemizde bu kutlanış biçimlerinin toplumda yaşanış şekli, giderek bir yarılmaya dönüşüyor. Bu tehlikeli yarılma, söz konusu günlerin simgeleri aracılığıyla yapılıyor.
Cumhuriyet bayramı kutlamalarına bakın. Bayram kutlamalarına katılan kitleler, bayramı kutlamaktan çok, AKP iktidarına karşı bir savunma psikozuyla hareket ediyor. Ne yazık ki, eskiyi savunuyorlar ve eskinin esamisinin hızla değişen dünya koşullarıyla birlikte epeyi mevzii kaybettiğinin farkında değiller. Bayramın simgesi olan bayrak ve Atatürk posteri bir güç algısı olarak taşınıyor. Bu nedenle ne kadar çok sayıda ve ne kadar büyüklükte bayrak ve poster taşınırsa, o kadar güçlüymüş imajı oluşuyor. Ancak simgelerde kendini gösteren bu yarılmanın asıl boyutu, zihinlerde yaşanıyor.
Benzer durum AKP merkezli siyasal İslamcı iktidarın yarattığı dini bayramların kutlanış ikliminde de görülüyor. İftar yemekleri, dayanışmacı ve paylaşmacı bir anlamdan çok, siyasal atmosferli sofralar tanzimi olarak cereyan ediyor. Bu yemek seremonilerinin herkese açık olması, onun bu siyasal niteliğini ortadan kaldırmaya yetmiyor. İftar yemekleri, Cumhuriyetin laisist baskıcılığının yarattığı 80 yıllık ortama karşı bir tepki olarak ortaya çıkıyor ve sosyolojik bir alan ve anlamdan çok, siyasal bir alan ve anlamda kendini gösteriyor. Bir diğer yanıyla da, burjuva olamamış İslamcı işadamları, iftar yemekleri finansörlükleriyle bir tür günah çıkarıyor!
Siyasetin simgeler üzerinden yürütülmesiyle rejimlerin baskıcı niteliği paralellik gösterir. Bir toplumda siyaset daha çok simgeler aracılığıyla yürüyorsa, o siyaset son derece sığ ve tehlikeli mecralarda ilerliyor demektir. Simgeler, düşünmenin önündeki duvarlardır. Bayraklar, posterler, minareler, iftar gösterileri, pankartlar, rozetler, sloganlar, el-kol işaretleri, grafikler vb. bütün bunlar kitlelerin angajmanına yönelik materyal veya ritüellerdir. Simgeler aracılığıyla düşünce yürütülemez.
Elbette insanlar kendilerini ifade etmek, aidiyetlerinin temsilini sağlamak için simgelere başvururlar. Örneğin bayraklar, devletlerin aidiyetlerini belirleyen ve onların temsilleri için kullanılan farklı şekil ve renklerden oluşan materyallerdir. Mesele bu değil. Mesele siyasette ve gündelik yaşamda bu simgelerin öne çıkarılmasında. Arabaların camlarına Atatürk imzası yazdırmakla padişah tuğrası yazdırmanın hiçbir farkı yoktur; ikisi de sığlıktır. Valilik ve belediye işbirliğiyle kentin çeşitli yerlerine devasa bayraklar asmak, utanç verici bir durumdur! Bu toplumun düşün dünyasıyla, zekâsıyla alay etmektir.
Başka birçok olumsuz laflarıyla birlikte, Gezi olayları nedeniyle yüzde 50’yi zor tutuyorum diyecek kadar çatışmacı ve kinci bir laf eden Başbakan Erdoğan, toplumdaki gerilimin baş sorumlusudur. Ancak muhalefetin de bu gerilimde payı çoktur.
AKP iktidarı, toplumun önemli bir kesiminde Cumhuriyetin değerlerine bir saldırı gibi görülüyor. Etki, tepkiyi doğuruyor. Cumhuriyetin Osmanlı’yı reddiyesi, bu dönemlerde Osmanlı’nın Cumhuriyet’i reddiyesine dönüşüyor algısı, aslında kitlelerin gözünde müthiş bir perde oluşturuyor. Hâlbuki ciddi bir siyasal ve tarihsel bakışla konu ele alındığında, AKP iktidarıyla Cumhuriyetin kırmızıçizgilerinin çok büyük ölçüde örtüştüğü görülecektir. Örneğin tek tipçi anlayış, erkek egemen zihniyet, Kürt sorunu, azınlık hakları, anadilde eğitim, demokrasiden hazzetmeme gibi kırmızıçizgiler, her iki yapı için de geçerlidir. Ve her iki yapının da kamu kaynakları üzerinden güç devşirmeleri, önemli bir başka ortak paydalarını oluşturmaktadır.
Siyasette giderek artan sığlaşma, simgeler üzerinden bir yoğunlaşma oluşturuyor ki, bu da karşımıza şematize edilmiş bir toplum çıkarıyor. Bu durum, demokratikleşme süreci için büyük bir tehlike oluşturmaktadır ki, gerek AKP iktidarı ve gerekse muhalefet (CHP – MHP) bundan memnuniyet duymaktalar. Çünkü onların demokrasi diye ne bir sorunları, ne de sorumlulukları var! (HŞ/HK)