Türkiye’de şimdi başka bir şey oluyor. Yıllardır devletin yürüttüğü savaşta yaşamını yitiren askerlerin cenaze törenlerinde değişmeyen bir kare vardı; savaşta yaşamını yitiren askerlerin babaları komutanların, anneleri de kadın polislerin kollarında çocuklarını son yolculuklarına çıkarılırken “oğlum vatanı için şehit düştü, arkada kardeşleri geliyor, çocuğumun silahını onlar alacaklar” derlerdi.
Belki de içlerinde başka fırtınalar eserdi ancak bize ulaşan sözcükler bunlar olurdu. Aslında burada toplumun devlet şiddeti ile terbiye edilmiş bir halini yaşardık. Bir şekilde zaten bu aileler yoksul insanlardı, içlerinde öfke ve tepki olsa bile “kime isyan edeceksin ki” duygusuna yenik bırakılırlardı. Tabutlar hep yoksul halkın mahallerine gelirdi zaten.
Recep Tayyip Erdoğan, “halkın iradesi” dediği 7 Haziran seçim sonuçlarını kendisinin mutlak iktidarı önünde engel olarak görüp tanımayınca bir kez daha “savaş” dedik. Zira bu ülkenin egemenleri çıkıp; “Bakın işte görüyorsunuz, bunlar terörist, bunlar vatan haini, bunlar ülkemizi bölmek isteyenlerdir, bütün bunlara karşı topyekun savaş vermeliyiz” dediklerinde bu halkın büyük bir çokluğunu arkasında bulurlardı. Daha sonra yoksul mahallelerine gelen her asker cenazesi ile birlikte “Kürtler, Aleviler, Ermeniler…” yani bu ülkenin geleceğini karartmak isteyenlere karşı “vatanına, bayrağına bağlı yurttaşlar” sokaklara iner ve devleti ile birlikte bu “düşmanlar” için mücadele ederdi…
Çünkü insanlara bu durum devlet şiddeti ve baskısı ile içselleştirildi. Toplum, bir arada başkaları ile eşit ve de özgür bir temelde kendisini kurmak yerine her zaman aşağılayacağı, baskı altında tuttuğu ve devletin “tamam” dediğinde ise şiddet uygulamaktan geri kalmadığı kesimlerin acıları ve de mutsuzlukları üzerinden kendisine bir yaşam inşa etti.
Kendisine benzemeyen, kendisi gibi düşünmeyen, kendisini eleştiren herkese, her topluluğa öfke besleyen, şiddet kusan militer bir toplum yaratıldı. Ancak hani o “üç-beş ağaç” dedikleri Gezi Süreci ile birlikte bu ülkede milyonlarca insan devletin baskı ve keyfiyetine hayır denildiğinde devletin nasıl şiddet ürettiğini gördüler. “Kentimi, sokaklarımı, hayatımı” istiyorum dediğinde, muktedirlere ses çıkardığında başlarına nelerin geleceğini acı kayıplar ile bir kez daha yaşadılar.
İşte şimdi, özellikle de son yıllarda yaşadıkları ile kendi bilgisini üreten, devlete, iktidara biraz buradan doğru bakan insanlar bu kez devletin başı çıkıp da; “haydi savaşa” dediğinde arkasında durmuyorlar. Bu savaşın Recep Tayyip Erdoğan ve de AKP’nin kendi mutlak iktidarları için olduğunu biliyorlar.
Bunun içindir ki asker cenazelerinde önceleri çok görmediğimiz yeni şeyler görüyor ve duyuyoruz;
“Saraylarda 30 tane korumayla gezip, zırhlı arabalara binip ‘Şehit olmak istiyorum’ diye bir şey yok. Git o zaman oraya git”
"Bu kan dursun. Bu askerler günah değil mi? Kürdü de Türkü de aynıdır. Tayip Erdoğan, sen kimsin oraya geldin"
“Sayın bakan şayet 400 vekil alsaydınız bu insanlar ölecek miydi? Daha ne kadar insan ölecek?”
"Tayyip'e söyleyin Bilal'i askere göndersin. Allah onun evini yaksın. Garibanların çocuklarını ölüme gönderiyorlar. Oğlumuz sahipsiz olduğu için öldürüldü. Artık yeter. Allah rızası için bu kan dursun. Artık barış gelsin. Milletin evini yaktınız. Yeter bu kadar kan döktünüz"
Bu kez, belki de ilk defa Türkiye’de bu kadar geniş bir kesim “haydi savaşa” diyenlerin peşinde gitmiyor. Neden barış olmasın diyor.
Vicdani Ret Derneği olarak tam da böylesi bir zamanda bir kez daha “Şimdi vicdani ret zamanı” diyoruz. Günlerdir Türkiye ve Kürdistan’ın birçok yerinde insanlar bize ulaşıyor; “Artık asker olmayacağım, askere gitmeyeceğim, vicdani retçi olmak istiyorum” diyorlar ve en güzeli de bir hafta önce Afyon’dan arayan biri “Oğlum vicdani retçi olmak istiyor ne yapmalıyız?” demesi oldu. Bu seslerin çoğalması gerekiyor.
İzmir’de Demirtaş’ın barış için yapılması gereken dört maddeyi sıralarken; “Gençler çıkıp toplu halde, tek tek vicdanı ret hakkını açıklayabilir ve savaşmak istemediğini söyleyebilir. Bu ses çoğaldıkça savaş durur, zorunlu askerlik sonlanır” demesi oldukça anlamlıdır. Bu seslere kulak vermek barış hareketini toplumsallaştırmak için yapılacak önemli bir pratik de vicdani rettir. Vicdani Ret Derneği bu sese kulak veriyor. (EJA/EKN)
---------------------------------------------
* Herkesi vicdani reddini açıklamaya çağırıyoruz! 5-6 Eylül’de düzenleyeceğimiz uluslararası katılımlı sempozyumun ikinci gününde 6 Eylül’de vicdani retlerimizi açıklıyoruz! Etkinlik saat 16.00’da Galatasaray Meydanı’nda olacak. Vicdani retlerini açıklamak isteyenlerin en kısa zamanda bize ulaşmaları, hazırladılarsa vicdani ret açıklamalarını daha iyi dolaşıma sokmak için bize göndermelerini rica ediyoruz. Derneğimize gelerek veya mail adresimizden, twitter ve facebook hesaplarımızdan da ulaşabilirsiniz.