Fotoğraf: Canva
"Yeterince iyi ebeveynlik" başlığını okuduğunuzda yazının ebeveynlere yönelik çocuk yetiştirme pratiklerini destekleyen, onlara birtakım önerilerde bulunan bir yazı olacağını düşünmüş olabilirsiniz. Tamamen yanıldınız! Bu yazı toplumun (dolayısıyla bireylerin) yeterince iyi ebeveynlik kavramını geliştirmesine yönelik bir yazı. Evet, çoluklu çocuklu hepimiz "yeterince iyi" ebeveynlerle "idare etmek" ve "geçinmek" durumundayız. Anlatacağım...
Sosyal medyada dikkatimi çeken "Çocuklarınıza sahip çıkın" temalı mesajlar, altında yer alan benzer yorumlar ve sonrasında eklenen "Yanlış anlamayın ben aslında çocukları seviyorum, kabahatli olan anne-babalar" ifadeleri bu yazıyı yazma nedenim. Şununla başlayayım: Çocukları seviyorum ifadesinin doğru olma olasılığı düşük. Hayır, her çocuğu sadece çocuk diye sevmiyoruz. Bazı çocuk görüntülerini, davranışlarını seviyor, bazılarını sevmiyoruz. Bazı çocuklar makbul, bazıları değil. Bir ifade vardır... Hamile kadınlara kız mı oğlan mı diye sorulduğunda kadın, "Sağlıklı olsun da" der. Bu bir iyi dilek gibi görülse de aslında makbul olan sağlıklı çocuktur. Ardından bizim ailede kız çocuğu yok veya kız çocukları da pek tatlı (benzer ifadeler oğlan çocukları için de kullanılabilir), o zaman makbul çocuk kız veya oğlan çocuğudur diyebiliriz. Çocuğun uslusu, uyumlusu, söz dinleyeni makbuldür mesela bizim kültürümüzde. Öyle kafasının dikine giden, istediğinde direten, lafını sakınmayan çocuk da makbul değildir. Sizin idealize ettiğiniz çocuk kimdir? Mesela üstü başı düzgün, temiz, fakir fukara olmayan, bilinmeyen bir dilde konuşmayan... Bazı çocukların da sınıfı, etnik kimliği, milliyeti var değil mi? Belki onlar (da) sevilebilir? Demek istediğim kendi çocuğumuz olsun, başkalarının çocuğu olsun hepimizin bir ideal çocuk kavramı var. Şöyle bitireyim: Başkalarının çocuklarını sevmek zorunda değiliz ama her çocuğa bu toplumun üyeleri olarak eşit davranmak zorundayız. Gelelim kabahatli olan anne-babalara.
Ebeveynler beceriksiz ilan edildi
Kapitalizm ve modernizmin bir sonucu olarak ebeveynler beceriksiz ilan edildi. Kapitalizm bir kusur yaratma ve kusurlarınızı örtmek için parayla satın alabileceğiniz metalar üretme uzmanı. Bir kusur, eksik, ihtiyaç hep var. Bunlar, maddi şeyler olabileceği gibi (mesela falan megapiksel telefon) bazı sosyal/eğitimsel ihtiyaçlar da olabiliyor. O kadar yetersiz ve ihtiyaç sahibiyiz ki çok sıradan ve doğal olan anne ve babalık bile birtakım görüşlere ve bilgiye muhtaç. Kapitalizm ve modernizmin art niyetiyle kaygıları körüklenen anne-babalar ebeveynliği öğrenmek için para döküyor. Falanca uzmanın seminerine 500 TL, 60 sayfalık öneriler listesinden oluşan sığ bir kitaba 80 TL falan ödenmesi, kaygı seviyesi arttırılmış ebeveyn için falan terapiden medet ummasının sağlanması gerekiyor. Bunlar yerine evde kendi başımıza ücretsiz elde ettiğimiz biraz hormon, biraz dürtü, üç beş kendi anne babalarımızın tavsiyesi ("Azcık emzir şu çocuğu açlıktan kırılacak") yeterli olabilir.
Ebeveynin güçlü olduğu özellikleri parlatılabilir
Doğal itkilerini dinleyen, duygu ve düşünceleri ile bu itkiler arasında denge kuran ebeveynler en güzelini yapıyor. "Araba kullanmak için bile ehliyet lazım ama herkes anne-baba olabiliyor değil mi?" diyerek işi bir bilgi yarışmasına çeviren talepler haksız. Bunun yerine anne-baba eğitimi değil, anne-baba güçlendirmesi lazım. Ne demek bu? Ebeveynlik ile ilgili "Çocuğunuza şu şekilde davranın" diye ahkam kesmektense (ki bu tür doğruların bir geçerliği ve etkisi yok çünkü bu bilgiler bağlamdan, aile yapısından, ebeveyn tutumlarından ve çocuk mizacından bağımsız genel-geçer öğretiler içerir) ebeveyn ve çocuğu detaylıca tanıyan ve yapılabilirlik bakış açısıyla var olanı güçlendirmek üzerine destek verilebilir. Her ebeveynin güçlü olduğu özellikleri parlatılabilir. Yoksa sürekli eleştirilen, yaptığı şeylerin yanlış olduğu söylenen ebeveynler hayal kırıklığı ve çaresizlik yaşayacaklardır.
Düzen mutlu, devlet mutlu, toplum mutlu
Ebeveynlerin çocuk yetiştirme yetkinlikleri sorgulandıkça, yetkinlikleri hakkında özgüvenleri yıkıldıkça daha fazla beceriksizleşmekte ve yukarıdaki bahsettiğim döngü tekrarlanmakta. Düzenin hedeflediği tam da bu! Ebeveynler, "Acaba çocuğuma bir faydam dokunuyor mu?" ile "Çocuğuma zarar veriyor muyum?" sorgulama düzlemi üzerinde gidip geliyor. Yaptıkları her seçimin azami ölçüde faydalı olmasını (kapitalizmin başka bir güzelliği "yaptığım yatırımın karşılığını almalıyım" düşüncesi) garantiye almak, bir noktada bu kadar para harcanan bir çocuğun kendisinin kapital yani sermaye/yatırım olmasına yol açıyor. Bu durum ise ideal/makbul çocuk için zamanından, parasından, yaşantısından, işin özü kendisinden vazgeçme uğruna proje çocuk yetiştiren modern aileler yaratıyor. Ne ebeveyn mutlu ne çocuk... Ama düzen mutlu, devlet mutlu, toplum mutlu.
Makbul çocuğun makbul vatandaşa dönüşmesi de bu döngü içinde gerçekleşiyor. Ama toplumdaki bazı bireyler bunun olmasını o kadar çok ve çabuk istiyorlar ki mesela 3 yaşında ağlayan bir çocuğa "Ama sen artık büyüdün, büyük çocuklar gibi davranmalısın", 5 yaşında istediği bir şey için direten bir çocuğa "Seneye okula başlıyorsun, böyle bebek gibi davranma" denebiliyor. Çok erken yaşlarda çocuğun kendisini, bedenini, duyularını, duygularını, dürtülerini, istek, ihtiyaç ve davranışları arasındaki bağlantıyı kurmasına fırsat verilmeden; uyarı, tehdit, baskı, ceza veya tam tersi ödül, ikna, övgü yoluyla erken medenileştirme ("over-civilazation" Leavitt & Power, 1997) ve evcilleştirme ("taming" Saavedra & Marx, 2016) yoluyla davranışlar kısa yoldan "öğretiliyor". Emeklemenin bazı kültürlerde hayvanımsı olarak görüldüğü ve bebeklerin emeklemesinin kucağa alınma veya yürümeyi özendirme yoluyla bertaraf edildiği Stearns'ün kitabında yer alan bir bilgi. Bizde de övünme kaynağı olduğu aklıma geliyor: "Bizimki emeklemeden yürüdü."
"Veriyor eline telefonu!"
Sorabilirsiniz, "O zaman çocuklarımız medeniyetsiz mi olsun? Vahşi mi kalsınlar?". Cevap: Hayır. Ben de size bir soru sorayım: Doğal yöntemleri, eski usulleri ve kırsaldaki çocukluğu özlememizin altında yatan nedir? "Çocuktur yapar, hoş görmek lazım" rahatlığı değil midir? Sokakta, kırsalda, 2000 öncesi (internet ve akıllı telefon öncesi çağ diyelim) ebeveynlik ve çocukluk yaşamış olanlarımız bu rahatlık içindeydi. Kimsenin koşturmacası olmadan, bir şeylere geç kalmışlık hissiyatının olmadığı, akışın ve anın derinlemesine hissedildiği zamanlar. Şimdi ise o kadar gerginiz ki; çocukların kamusal alanda varlığının sorgulanması ile karşı karşıyayız. Restoran, kafe, uçak, bazen mahalle ve hatta apartman dairesi çocuk sesi ve hareketinin olumsuzlandığı alanlar arasında. Bu yapılırken çocukların değil, ebeveynlerin eleştirildiği söyleniyor. Kafadaki imaj şu, "Veriyor eline telefonu", "Ağlayan çocuğun istediğini yapıyor." Bir iki kere böyle bir tablo ile karşılaşıyor olmamız ebeveynlerin 7/24 telefon ve ağlama üzerine ebeveynlik yaptığı anlamına gelmez. Böyle bir genelleme tamamen önyargılarımıza dayalıdır. Önce bir örnek vereyim sonra bu görüşün oluşmasının üç nedeninden bahsedeceğim.
Çocuklara güvenme başarısı
Vahşilik ve medeniyet deyince aklıma geldi. Akademisyen bir arkadaşım bir toplantıda, bazılarımız çocuklar şunu yapsın, şöyle oyunlar oynasın, şunları öğrensin gibi lafları bol bol sarf edince, haklı olarak patlama noktasına gelip "Yahu n'apıyorsunuz, bunlar maymun!" demişti. Ardından hepimizi bir gülme tutmuştu. Haklıydı tabi. Bakıyorum bu bahsettiğim sosyal medya mesajlarında "Avrupalı böyle mi büyütüyor, çocuklar ne kadar öyle, böyle" gibi örnekler veriliyor sanki ebeveynler bu davranışları çocuklara öğretiyormuş gibi. Hayır onlar bizim bildiğimiz şekliyle uygun davranışları öğretmiyor. Onlar çocukların maymun olduğunun farkında. Sadece ebeveynler değil, tüm toplum çocukların doğadan gelen ihtiyaçlarını anlamaya çalışarak, yani onlar çocuk diyerek kendi ihtiyaçlarını onların ihtiyaçlarıyla örtüştürerek, çocukları sosyal hayattan soyutlamadan bunu yapıyor. Toplumun her katmanında çocukları ile birlikte oluyorlar. Çocuklar zamanla ve uygun yönlendirmelerle davranış kazanımını aktif ve etkin bir birey olarak sağlıyor. Çocukların halihazırdaki yetkinliklerini görmezden gelip, bu ilerlemeyi yetişkinin başarısı olarak görmek çocukların yetersiz, beceriksiz, olmamış, tamamlanmamış, yarım-birey olarak tanımlanmasından kaynaklanır. Örnek gösterdiğimiz ülkelerdeki yetişkinlerin başarısı varsa bu başarı ancak çocuklara güvenme başarısıdır.
Bazı grupların bazı gruplarca yönetilmesi
"Çocuklarınıza sahip çıkın" görüşünün temellerinden birini "bazı" grupların "bazı" gruplarca yönetilmesi ve denetlenmesi gerektiği görüşü oluşturur. Bir ölçüde faşizan bir tutum olarak kategorik gruplar yaratılan hiyerarşik güç düzeninde, kadınların erkekler, çocukların yetişkinler, eğitimsizlerin eğitimliler, ateistlerin dindarlar, göçmenlerin vatandaşlar, LGBTİ+ bireylerin heteroseksüeller, çalışanların patronlar, en sonunda halkın yöneticiler tarafından hükme tabi kılınması, boyunduruk altına girmesi ve ancak kontrollü bir şekilde varlığını sürdürebilmesi gerekir. John Wall (2019) üçüncü dalga feminizm akımından örnek vererek kadınların marjinalleştirilmesinin sorumlusu olan erkek egemen normatif çerçevenin çocuklara karşı da kullanıldığından bahseder. Yani, zayıf, kusurlu, beceriksiz olan bir grubun (çocuklar), güçlü, kusursuz, becerikli olan bir grup (ebeveyn) tarafından yönetilmesinin gerekliliğine inanılmaktadır.
Yetişkinlerin kültürüne maruz kalarak...
İkinci olarak, çocukların kamusal alanda yarattıkları "rahatsızlığın" temelinde yetişkinlerin onlara karşı hissettiği güvenlik endişeleri vardır. 1980'lerde ABD'deki ölüm, yaralanma ve istismar ile sonuçlanan çocuk kaçırma (stranger-dangers-tehlikeli yabancı) olaylarının artması ile başladı. Batı topluluklarında özellikle 12-18 yaş arası gençlerin sokak köşelerinde ve parklarda "takılmalarının" tehlikeli unsurlar taşıdığının dile getirilmesi de çocukların kamusal alandan daha güvenli olduğu iddia edilen ev ve okul ortamlarına hapsedilmesi ile sonuçlandı.
Çocuklar, giderek daralan, yetişkinlerin yaşantılarına uygun, onların kurallarına göre çevçevelenmiş ve düzenlenmiş bir alanda ("adultification of public space" Valentine, 1996) yaşamak durumunda kalıyor. Yetişkinlerden bağımsız kendini geliştirme süreçleri ile yetişkinlerin kültürüne maruz kalarak öğrenme süreçleri arasındaki dengenin bozulduğunu gözlemliyoruz. Sadece dengenin bozulması değil, "çocuklar görülmeli, duyulmamalı" (children should be seen and not heard) gibi söylemler de çocukları yabancılaştırmanın ve dışlamanın nedenleri arasında.
Yetişkincilik
Üçüncü neden ise yetişkincilik ("adultism" Brett, 2011) bir nevi çocuk düşmanlığı (Young-Bruehl, 2021) çocukları koruma kisvesi altında karşımıza çıkan bir yetişkin üstüncülüğüdür. Yetişkincilik yapan yetişkinler, ebeveynleri uyarır fakat çocukların toplum içinde var olma hallerini ve alanlarını kısıtlar. Çocuklara, sosyal hayata yeterince dahil ve müdahil olmadan ve sosyalleşme imkanından faydalanmadan kurum çatısı altında (aile ve okul) örtük yöntemlerle toplumsal hayatın gerektirdiği şekilde davranması öğretilir. Sokak, restoran, uçak, sinema, otel gibi ortamlarda, çocukların ulaşım, beslenme, oyun oynama, tatil yapma gibi temel ihtiyaçlardan bile mahrum bırakma pahasına ve haklarını engelleyerek bunu yapıyoruz.
Yukarıda Wall'un (2019) eril erkin çocukların deneyimlerinin marjinalleştirilmesinde de kullanıldığından bahsetmiştim. Wall, çocuklara karşı geliştirilen bu tür normatif yapıların ancak eleştirel yapısöküm (deconctruct) ile bertaraf edilebileceğini ifade eder. Derdimizin de ikinci dalga feminizmde olduğu gibi kadın-erkek eşitliğini sağlamak olmadığını, çocuklara yetişkin hakları yerine çocuk-boyutlu (child-sized), yanlış anlaşılmasın küçük veya az değil, haklar tanınması gerektiğini söyler. Bunu gerçekleştirmenin yolu çocukların politik anlamda güçlendirilmeleri için seslerinin duyurulmasını sağlamaktır. Seslerinin duyulması demişken: Çığlığı "söz üretmeyen ses" olarak tanımlayan Rosen (2015) bu şekilde kendini ifade etmenin çocukların politik duruşlarının simgesi olacağından bahseder. Ben de özellikle dilin kullanımlarını, kendini ifade etme ve başkalarını anlamanın sürekliliği açısından baktığımda çocukların ses ve hareket kullanımlarının farklılığı, çeşitliliği ve zenginliğini görebiliyorum. Bizde ise şu örnek var: En küçük bir çocuk hareketliliğinde, yükselen bir seste, ağlamada kolluk kuvvetlerini göreve çağıracak kadar çocuk düşmanı olunması. Abartıyor muyum diye Twitter'dan yokladım. Alıntı tweet paylaşıyorum: "...mekanına oturduk. Çocuklu 3 aile geldi ve çocukları o romantik ortamda ayaklarımıza dolanıp durdu. Aileler ve mekân umursamadı biz de gizlice polisi aradık." Polis çağırmak çocukların deneyimlerinin marjinalleştirilmesinde uç nokta ama yaşanmış mı yaşanmış.
Çocuk dostu politikalar
Evet, gerçekten çocukları seviyorsak "yeterince iyi" ebeveynlerle geçinmek durumundayız, aksi takdirde çocukların en temel hakkı olan dinlenme, boş vakit geçirme, oyun, spor, sanat, dans, müzik gibi kültürel öğeler barındıran etkinlikleri, seçim yaparak, özgürce ve tam katılımlı, eşit, ayırım yapmaksızın, erişilebilir, kültürel yaşantıya katkı sunarak gerçekleştirebilmelerini kısıtlamış oluruz. Buna ek olarak çocukların yetişkinlerin yer aldığı mekanlar, kurumlar ve gruplara katılarak yetişkin kültürüne dahil olması için fırsatlar ve deneyimler sunmalıyız. Çocuklar sadece evde ve ailelerinde değil, küçüklü büyüklü topluluk ve toplumların içinde eşit birey olarak deneyimledikleri yaşantılar sayesinde nitelikli bireyler olarak yetişebilir. Hem çocuk hakları hem de çocukları toplumsal yaşantıya hazırlama bakış açısından; çocukların, yetişkin ve akranlarıyla birlikte halka açık alanları kullanmalarının önünde bir engel olmamalı.
Çocukların toplumsal ve sosyal alandaki varlığı sadece çocuklara bakış açımızı değiştirerek değil (her şeyin başı bu, çocukların bu hakkını gözetirsek onlara alan ve fırsatlar sunarız), bazı çocuk dostu politikalar ve bunlara bağlı pratikler örneğin; oyunun öneminin farkındalığını geliştirmek, çocukların halka açık alanları kullanmasındaki sıkıntıları gidermek, doğaya erişimi sağlamak, spor, artistik ve kültürel katılıma yapılan yatırımları arttırmak, elektronik medya kullanımını düzenlemek, çocukluk ve ebeveynliğin metalaştırılmasını önlemek (oyuncak, medya, reklamcılık sektörü) planlanabilir ve uygulanabilir.
Tabii her şey çocukların iyiliği için... He unutmadan biz çocukları çok seviyoruz!
***
Not: Yetişkinciliği daha fazla öğrenmek isterseniz https://www.facebook.com/groups/ifightadultism
Kaynaklar:
Graham Brett, T. (2011). Parenting for social change: transform childhood, transform the world. Social Change Press, Learning Enterprises, LLC.
Leavitt, R., & Power, M. (1997). Civilizing bodies: Children in day care. In J. Tobin (Ed.), Making a place for pleasure in early childhood education (pp. 39-75). Yale University Press.
Rosen, R. (2015). 'The scream': Meanings and excesses in early childhood settings. Childhood, 22(1), 39-52.
Saavedra, C. M., & Marx, S. (2016). Schooling as taming wild tongues and bodies. Global Studies of Childhood, 6(1), 42-52.
Stearns, P. N. (2018). Çocukluğun tarihi. Dedalus.
Young-Bruehl, E. (2021). Çocuk düşmanlığı: çocuklara karşı önyargıyla yüzleşme. İletişim Yayınları.
Valentine, G. (1996). Children should be seen and not heard: the production and transgression of adults' public space. Urban geography, 17(3), 205-220.
Wall, J. (2022). From childhood studies to childism: Reconstructing the scholarly and social imaginations. Children's Geographies, 20(3), 257-270.
(MGG/AÖ)