Günlerdir sosyal medyada takip ettiğimiz kuşatmayı yerinde görmek, yaşananları kayda düşmek, günlerdir “Sesimizi duyun” diyen Silvanlılara bir nebzede olsa “sizi duyuyoruz, yanınızdayız” diyebilmek için Silvan yollarındayız.
Son iki ayda yaşanan altıncı yasağın, onuncu gününde bizi ilçe girişinde üç zırhlı araçla çok sayıda polis karşılıyor. “Nereye gidiyorsunuz?” sorusuna “Silvan’a” deyince mimikler ve sesler değişiyor. Önce “Bu arabayla bu hız yapılır mı?” diyorlar azarlarcasına. Aracı kullanan arkadaş normal hız sınırında olduğunu söyleyince “Ceza keseriz bak!” diye üsteliyor kolunda kalaşnikof taşıyan asabi bir polis. Aracın belgelerini istiyor. Ses konuşma boyunca asabi ve azarlar tonundan taviz vermiyor. Belgeler tam olmasına rağmen “Trafik sigorta kağıdınız yok, aracı bağlıyoruz” deyince itiraz ediyoruz. Tüm belgeler orada olmalı! 2015’e ait belgenin olmadığı söyleniyor. 2013’de çıkan bir yasayla taşıma zorunluluğu kaldırılan bir kağıda takılıyoruz… “Numarası orada var, hemen sorgulayabilirsiniz” talebimize; “Bu koşullarda yapmıyoruz gidin kağıdı getirin, biz aracı bağlıyoruz” yanıtını alıyoruz. Neyse ki durdurulduğumuz yere yakın mesafede TÜVTÜRK diye bir kurumu fark edip, ilgili kağıdı oradan temin edip, o gergin ve hiç de iyi niyetli davranmayan polislerden uzaklaşabiliyoruz.
Kente girdiğimizde ikinci bir Cizre manzarası ile karşılaşmadığımızı; bir bütünü viran olmuş, kurşun ve bombalar yüzünden delik deşik, yıkık dökük bir kent manzarası olmadığını hemen belirtmeliyim… Tedirginliğin havaya hakim olduğu, insanların pencere ve balkon aralarından baktığı, temel ihtiyaçlar için açık bakkalların bulunduğu bir geniş caddeden giriyoruz kente. Ana cadde üzerinde bulunan HDP binasının önünde toplanan kalabalık dışında her şey normal gibi. Ancak kentin hakikatinin bu görüntünün değil de, havayı esir almış tedirginlik ile yer yer yoğunlaşan bomba ve silah sesleri olduğunu öğrenmemiz uzun sürmüyor.
Neler olduğunu öğrenmek için HDP önündeki kalabalığa karışıyoruz. Önceki gün kahvehane taramasında yaşamını yitiren Süleyman Güleç’in Diyarbakır’dan gelecek cenazesini bekliyorlar. Biri “Yasak olmayan yerde vurdular, daha küçük çocukları vardı” diyor, diğeri “Buraları Kobanêleştirmek istiyorlar” diyor. Bir diğeri “Bize, bu halka yazık değil mi?... Derdi ne bu devletin? Yoketmekse böyle yok olmayız...” derken başkası, “Kendimizi yönetme isteği suç mu? Suçsa cezası katliam mı, talan mı, kuşatma mı?” diye soruyor.
“Burada evler sağlam, bakkallar açık… normal hayat sürüyor gibi” diyoruz. Kalabalıktan biri, “ Şimdi öyle görünüyor ama akşama doğru ölü caddeye dönüyor burası… Bu mahalleler de yasak ilan edilmese de halk çok tedirgin, kaygılı… Bakın bu altıncı sokağa çıkma yasağı, daha öncekilerde halk, tüm Silvan birlikte büyük direndi… Bu defa devlet farklı bir politika uyguladı, direnişi kırmak, bölmek için sadece 3 mahallede yasak uygulayıp kuşattı. Diğer mahallelerde ise korkutma politikası uygulayıp, insanların birbirine yardım etmesini, ortak bir direnme hattı çıkarmasını önlemek istedi… Bu yüzden yasaklı mahallelere yardım için insanlar akşam olmasını bekliyor, tehlikeyi göze alarak oraya giden çok insan oldu ” diyor. Sonraki tüm temaslarımızda ise herkes “Devletin direnişi, dayanışmayı kırma politikasını” bize anlatıyor.
Belediye binasına gidiyoruz sonra… Orada edindiğimiz bilgiler farklı değil. Ancak belediye binasının arkasına düşen yasaklı mahallelerden gelen patlama ve kurşun sesleri burada daha çok duyuluyor, zırhlı hareketleri daha net seçiliyor. Artan sesler, girerken “sağlam” gördüğümüz kentin hakikatiyle bizi tanıştırıyor. Bombalanan mahallelerin önemli oranda boşaltıldığını, insanların akrabalarının yanına yerleştiğini öğreniyoruz. Az sayıda insan kaldı ise neden bu denli yoğun patlama sesi duyduğumuzu soruyoruz: “Hem halkı korkutmak için hem de korktukları için! Girdikleri mahallerdeki hendekleri bombalıyorlar, hendeklerden korkuyorlar” diyorlar. Az sonra HDP ve DTK’li milletvekilleri yasaklı mahallelere yürüyeceklerini ilan ediyorlar…
Yürüyüş başlar başlamaz kentin sokaklarından insanlar akmaya başlıyor, günlerdir ürkütülmüş olanlar, öfke duyanlar, içi içine sığmayanlar... Herkes vekillerin arkasından sloganlarla yürümeye başlıyor. Kentin ana caddesindeki tedirginlik sanki o sırada aralanıyor…5 dakikalık bir yürüyüşten sonra vekiller ve halk oldukça sert ve intikamcı görünen bir saldırıya tabii tutuluyor. Vekiller direk hedef alınıyor; tazyikli ilaçlı su ile yetinilmeyip, gaz fişekleri boy hizasında atılıyor, HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ başını hedefleyen gaz fişeğinin ölümcül darbesinden yanındaki adamın kolu sayesinde kurtuluyor, Hüda Kaya’yı ise oğlu Muhammet Cihad korumaya alıyor. Annelerin kanatları altında korunan evlat hikayelerinin aksine Muhammed annesine siper oluyor, kanat geriyor. Aslında o saldırı sırasında herkes bir diğerine siper oluyor gibi geliyor bana. Kimi camiye sığınıyor, kimi açık manavların içine, kimi cadde boyu koşturuyor… Ancak istisnasız herkesin gözü ıslak, kırmızı ve kalabalığa musallat olmuş öksürük dalgası duyuluyor. Kimi kusuyor, kimi soluk alamıyor, ancak polis gaz atmayı sürdürüyor, camide saldırıdan payını alıyor.
En sonunda belediye binasına varıyoruz, ancak oraya da polis tazyikli su ve gaz atmayı sürdürüyor. Bu saldırı hali akşama kadar devam ediyor. Tüm kent polisin saldırı alanına dönüşüyor. Günlerdir yanı başlarındaki mahallelerin, akrabalarının, komşularının bombalanmasına tanıklık etmeye zorlanan kentin bu “nispeten sakin” caddesi gaza ve dumana boğuluyor.
Belediye binasının içi ise yaşanan saldırının korkunçluğunu gözler önüne seriyor, kimi gaz fişeğinin sıyırdığı kol ve bacaklarını ovuyor, kimi direk gözlere sıkılan gaz yüzünden “geçici acılı körlük” halini aşmayı bekliyor, öksürük aksırık sesleri binanın duvarlarını dolduruyor. Bu ortamda basına demeç vermeye çalışan HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ durumu; “…artık hükümet tarif edilmez bir vahşet sergiliyor. Burada bize bunları yapan sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde neler yapıyordur? Karşımızda devletin kolluk güçleri değil, gözü kararmış, öldürmeye kodlanmış bir güruh vardı…” biçiminde özetliyor.
Bu saldırının kat be kat fazlasını ve daha öldürücüsünü 10 gündür yaşayanları düşünmek, herkese yaşadıkları anın korkunçluğunu unutturuyor. On gündür bombaların, kurşunların hedefi olan, havadan karadan saldırılara maruz kalan Silvanlıların dayanma direnme gücü herkeste hem takdir hem de bir ezilme hali yaratıyor…
Kentin beklediği cenaze akşama doğru kente varıyor ve hemen arkasından ise takviye polis araçları ve TOMA’lar… Daha çok ses, daha çok çaba olmazsa Silvan bir süre daha kuşatılacağa benziyor… Sonraki gün ise işin gaz ve tazyikli sudan gerçek mermilere varmış olması dayanışmanın da, direnen halkla buluşmanın da her şey pahasına önleneceği kararına işaret ediyor. Yaşananlara, geri dönülmesi imkansız yeni trajedilerin eklenmemesi için Silvan Türkiye’den ses bekliyor…
* Yazı, sokağa çıkma yasağının 10. Gününde, 12 Kasım’da yaşananları anlatıyor.
* Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde Mescit, Tekel ve Konak mahallelerinde 3 Kasım Salı günü saat 05.00 itibariyle ilan edilen sokağa çıkma yasağı 12. gününde 14 Kasım saat 14.00’te kaldırıldı.
* Fotoğraf: Murat Babacan / Silvan / AA