11 Mayıs'ta Adalet Bakanı Sadullah Ergin eşliğinde Silivri Hapishanesi gezinizi haberlerde izledim.
Değerlendirmelerinizi ve değişik yorumları, itirazları okudum.
Bütçe nedeniyle sınırlı sayıda gazete alabildiğimiz için hepinizin gözlemlerinizi, değerlendirmelerinizi maalesef okuyamadım.
Okuduklarımdan bir kısmına dair itirazlarım olsa da yazmayı düşünmüyordum.
Ancak Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün internet sitesinde yaptığı açıklamayı bugün gazetede görünce; bu mektubu yazmaya karar verdim.
Çünkü açıklamada yer alan bilgiler hepinizin yazısını okumasam da, genel olarak bu geziyle ilgili değerlendirmelere dair bir fikir veriyor.
Yine de okumadığım yazılardan aşağıdaki eleştirileri hak etmeyenler varsa şayet, peşinin kendilerini muaf tutacağımı belirtmeliyim.
İnsan tutsak olunca koşulların sınırlılığı bu türden haksızlıklara da kapı aralayabiliyor.
Geziye dair ayrıntılara geçmeden Milliyet Gazetesi'nden Aslı Aydıntaşbaş'ın haberciliğin temel kuralını unutmayarak, Silivri'yi bir de muhataplarından dinlenmeli diyerek Ahmet Şık'la yaptığı röportajı okurla paylaşmasının önemli olduğunu kaydetmeliyim.
Ve kabul etmelisiniz ki, gezinin ardından Adalet Bakanlığı'nın size gösterdiklerini yazdınız.
Bir başka biçimde ifade edecek olursam; Adalet Bakanlığı Silivri Hapishanesi'yle ilgili yazılmasını istediği şeyleri bu yolla sizlere yazdırdı...
Deneyimli gazeteciler olarak Adalet Bakanlığı'nın bu yönteminin ne yeni ne de bir ilk olmadığını sizler de çok iyi bilirsiniz...
12 Eylül sonrası Diyarbakır ve Mamak'ta yapılan işkenceler, ülke sınırlarını aştığında Türkiye'nin uluslararası imajını kurtarmak için bu hapishanelerin kapılarını gazetecilere, insan hakları heyetlerine açmışlardı.
Karakolda işkence yapılmadığı yalanının ispatı için de değişik zamanlarda bu yönteme başvurdular.
Günlerce öncesinden götürülecek heyete gezdirecekleri bölümleri temizleyip, boyamışlar; muhataplarla, yani mağdurlarla sıfır temas koşullarında gazeteciler ve insan hakları heyetleri "ikna" edilmişlerdi...
19 Aralık katliamı öncesinde de dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk arkasına taktığı seçilmiş gazetecilere F Tipi Hapishaneleri gezindirmişti.
Ve bu gazeteciler F Tipi Hapishaneleri övme yarışı içerisindeyken bir gecede olanlarca tutsak katledilmiş, yüzlercesi de işkenceden geçirilerek F Tipi Hapishanelerdeki hücrelere tıkılmıştı.
Bütün bunları sizlerin de çok iyi bildiğinin farkındayım.
Ama yine de hatırlatmak istedim! ...
Gazetecilerin, insan hakları savunucularından oluşan heyetlerin hapishaneleri, karakolları gezmeleri, fikirlerini kamuoyuyla paylaşmaları elbette gerekli ve yararlı.
Ancak hemen belirtmeliyim ki, bunu nasıl ve hangi koşullarda yaptıkları çok önemli bir ayrıntı.
Zira bu gezilerde yukarıda hatırlatmak babından verdiğim birkaç örnekte olduğu gibi devletin baskı ve zulmünü, hak ihlallerini iç ve uluslararası kamuoyundan gizleyip, örtmeye mi hizmet edeceği...
Yoksa gerçekleri açığa çıkarıp, haksızlıklara, baskı ve zulme karşı ilgili kurumlar üzerinde bir kamuoyu oluşturmaya mı hizmet edeceğidir.
Yani bütün mesele sizlere sunulan Başbakanlığın yalancı şahitliğini yapmayı kabul edip etmemenizdir! ...
Gerek yazılardan, gerekse de genel müdürlüğün açıklamalarından bu gezinin de geçmiştekiler gibi bakanlığın çizdiği sınırlar içerisinde gerçekleştiği açık.
Ve bakanlık yazdıklarınız üzerinden sizleri kullanmaya başlamış bile.
Hapishane koşullarına ve tecride dair eleştiri yöneltenlere "boşuna konuşmayın" dercesine bilirkişi olarak atadığı sizleri, sizlerin Silivri'ye dair yazdıklarınızı işaret ediyor.
Elbette bu ilişki biçiminden rahatsız olup olmamak her birinizin vicdanı ve gazetecilik ettiğiyle kurduğunuz bağla ilgili bir durum.
Ancak 6 yıl 8 aydır iki farklı hapishane deneyimi olan, değişik hapishanelerle mektuplaşan ve her bir mektup arkadaşımın hapishane koşullarına ilgi gösteren biri olarak sizlere küçük bir önerim olacak:
11 Mayıs'ta gerçekleştirdiğimiz geziyle Adalet Bakanlığı'nın size göstermek istediklerini, gösterdiklerini gördünüz.
Bir de bakanlık izin vermiyor gerekçesine sığınmadan tutsakları/muhataplarını dinleyin!
Hem biliyor musunuz, memlekette çok değişik hapishaneler var!
Ve her birinde değişik sorunlar yaşanıyor.
Adalet Bakanlığı'nın size çizdiği sınırı aşıp, değişik hapishanelerdeki uygulamaları görmeyi deneyin.
Emin olun bu kadar da zor değil...
Bu yolla haberciliğin çok basit ama temel kuralını yerine getirmiş olacaksınız.
O zaman Türkiye'deki hapishane geçeği daha bir belirginleşecek ve sizler nesnel olarak şu an Adalet Bakanlığı'nın yalancı şahidi olma sıfatından kurtulup; sahiden kamusal bir görevi layıkıyla yerin getirmiş olacaksınız...
Dilerim önerimi dikkate alanlarınız olur! ...
Selam ve sevgilerimle...
* Füsun Erdoğan, 19 Mayıs, 2012, Kandıra, 2 Nolu T Tipi Hapishane