Binaların etrafına yüksek duvarlar örülüp, adına hapishane dense de hayal gücünün etrafına duvar öremiyorlar. Gezi Yedilisi'nin şahsında cezaevine konulsa da esasında toplum da hayal kurmaya devam ediyor.
Son ziyaretim sırasında, Mücella birkaç gün önce gördüğü rüyayı anlattı. Can'ı görmüş, uzunca saçları varmış. Güldüm, çünkü gerçekten Can'ın 2000'li yıllarda uzun saçları vardı. "Gördüğün rüya değil hakikat" dedim.
Derken, şiddetlice borudan geçen, muhtemelen bir sifonun çekilmesiyle oluşan atık su sesi doldurdu görüş odasını.
"Burada ses çok" dedi Mücella. O sırada, ikisi belden yukarısı kalın camdan oluşan, dört duvardan ibaret görüş odasının dışından mutlu bir ses yankılandı, Çiğdem'in elinde bir bebek, dört aylıkmış, Moğolistanlı annesiyle birlikte cezaevindeymiş, belli ki yaşamın hareketliliğini cezaevi duvarlarının bile engelleyememesi, doğanın dönüşümü mutlu ediyor.
Beni ilk gördüğünde "kilo almışsın" diye başladığı sohbet devam ederken "Sen kendine bak" deyince bu ara sporu ihmal ettiğini söyledi Can. Az da olsa toplu spor imkanı var.
"The Marmara"'nın görüş odaları daha şeffaf, farklı odalardaki görüşçüler birbirini duyamıyor ama görebiliyor, malum Silivri meşhur tutuklu/ hükümlülerin mekanı, ilginç tanıklıklar, yan yana asla gelmeyecek, hatta her zaman birbirinin karşısında durmuş insanları aynılaştıran bir cezaevi ortamı. Cezaevinde insanların saygı duyduğunu anlattı Can.
"Sana mektup yazamadım" dedim, "mektup yazma, gel sen" dedi. Yirmi seneyi aşkın tanışıklık, biz o zamanlar Canların aktif olduğu "avukatlık sınavının yapılmaması" kampanyasında tanışmıştık, kampanyayı Beyazıt'ta sürdürmek istemişlerdi, bir şekilde olmadı.
Sonra bir milletvekili adayının seçim kampanyası, arada emniyet ve yargı içerisinde yer tutmuş cemaatin, hukuk dışı operasyonlarının mağdurlarıyla dayanışma, baroda bir şeyler yapma çabası derken zamanın içine epeyce bir şey sığdığını fark ediyor insan. Zaten onların suçlu olmadığına dair inanç, gücünü yaptıklarının ettiklerinin meşruiyetinden alıyor.
"On kitap sınırı var" dedi bu arada Can, aynı anda on kitaptan fazlasını okumak yasakmış, anlamını sorgulamadık elbette.
Gitmeden "yoğun mu cezaevi görüşleri" diye sormuştum, "ilk zamanki gibi değil görüşçü yoğunluğu" dediler. Yanlış demişler, büyük bir dayanışma, görüş odasından bir avukat çıkarken başka bir avukat giriyor, bazen insan, adliyedeki baro odasındaki gibi hissediyor kendini. Ama demir parmaklıklar her zaman insana nerede olduğunu hatırlatıyor.
Giderken cezaevinin değişen adı geldi aklıma. Tabelalar bile değişimin yalancısı, bir tık daha kaba yapmaya karar verseler, Silivri'nin üzerine bir çizik atıp altına el yazısıyla Marmara yazacaklarmış, yapmamışlar. Yeni harflerin soluk beyaz fonu, öncekinden daha açık ama bu yeni haliyle bile birinciliği alması imkansız.
Bir kez daha hatırlamakta, hep hatırlatmakta fayda var. Gezi Yedilisi bir suç işlemedi. Üstelik suç işlemedikleri, haklarında ilk kararı beraat olan Ağır Ceza Mahkemesi tarafından da tespit edildi. Bu bazı sanıklar yönünden verilen ikinci beraat kararıydı. Beraat kararı ile tahliyesine karar verilen Osman Kavala, daha önce tahliye edildiği bir suçlama gerekçe gösterilerek yeniden tutuklandı. Aralarında bir birini tanımayan, dünyaya farklı merceklerden bakan, ama haklarında beraber 'hükümeti devirmeye teşebbüs etmiş' oldukları, bu ağır suçlamayı destekleyen tek bir delil olmasa da iddia makamları tarafından, öne sürülen ve cezalandırılan bu yedi insan... Suç işlemediler, Anayasada yazılı haklarını kullandılar.
Onlarla dayanışmak özünde Anayasa ile dayanışmak, Anayasayı savunmak.
Kerem Dikmen'in Gezi Yedilisi'ni konu alan ilk yazısı için tıklayın
(KD/SD)