Neredeyse her köşesinde makineli tüfeklerle nöbet tutan askerlerce kuşatılmış, günlük yaşamın normal şartlarda devam etmesi beklenen, dağların yanıbaşında bir köy düşünün.
Arada sırada çok da uzakta olmadığı belli çatışmalardan yankılanan silah sesleri ve köylülerin tepesinde rahatsız edici gümbürtüsüyle aniden beliriveren helikopter de coğrafyanın güvenliğinde mühim aksaklıklar olduğunun ispatı.
Köyün çocukları bu olağanüstü vaziyeti sanki görmezmiş gibi yaşamlarına, oyunlarına, eğitimlerine şevk ve neşeyle devam ederken, soğukkanlılıklarını korumaya çalışıp tedirginliklerini dışa vurmamaya endeksli yetişkinler bezgin ve ümitsiz görünüyorlar.
Oysa kapasitesini kat kat aşan sayıda öğrenci barındıran okulda öğretmen, çamurdan objeler yapmaya sıra geldiğinde çocuklara neyin heykelini yapacaklarını sorunca çoğunun aklına uçak, tank, tüfek gibi savaş gereçleri geliyor. Öğrencilere sabır ve şefkatle yaklaşan öğretmenleri savaştan hoşlanmadığını her fırsatta ifade etse de ortaya çıkan gayet teferruatlı çamur heykelciklerin birçoğu çocukların savaşın mutlak tesiri altında kaldığını teyit ediyor. Bazıları kaçırılıp işkenceye tabi tutulmuş olmasına rağmen güfteleri şiddetle dolu şarkıları coşkuyla söylemekten de imtina etmiyorlar.
Bazı çocukların örgüt tarafından küçücük yaşta asker olarak yetiştirilmiş ve vahşete ortak edilmiş olduğu da biliniyor.
Bulunduğumuz memleket Kamerun, köyün adı Kolofata, mevzubahis örgüt de şeriat yanlısı radikal İslamcı silahlı örgüt Boko Haram’ın ta kendisi. Örgütün isminden de anlaşıldığı kadarıyla fanatikler belirli bir coğrafyada Batılı tarzda eğitimi haram sayıp bunu saldırı için mazeret saydıklarından olsa gerek, film boyunca mütevazı okulda çekilmiş ders sekansları mühim yer tutuyor. Bölge halklarının içine hapsolduğu kısır döngüden ancak kendisine tanınmış eğitim hakkının gücüyle çıkılabileceğini düşünen kadın sinemacı Cyrielle Raingou meseleyi naif bir yaklaşımla irdeliyor.
2023 Kamerun-Fransa ortak yapımı 80 dakikalık Boko Haram’ın gölgesinde (Le spectre de Boko Haram) adlı film geçenlerde Rotterdam Uluslararası Film Festivaline katıldığı gibi en iyi filme verilen Kaplan ödülünü de yönetmenine kazandırdı.
Batının sömürgecilik izlerini üzerinden atamamış Afrika’da, geleneksel kültürle Batı etkisi arasında sıkışmış halkların çektiği muhtelif eziyetler çocukluktaki travmalarla katmerlenirken, Boko Haram’ın gölgesinde gibi filmler sanki Batı vicdanının temizlenmesinde aracı misyonu üstleniyor, dinler savaşında aşırı gruplar parmakla gösterilerek sorumluluk almaktan geri durulması bir kez daha mümkün kılınıyor.
Cehalet ve batıl inanç
Tüm Nijerya’nın şeriatla yönetilmesi amacıyla 2002 yılında kurulmuş Boko Haram binlerce insanı öldürmek, kent ve kiliseleri yakmak, göçlere sebep olmak, genç kızları dinî gerekçelerle kaçırıp satmak gibi eylemlerle gündeme gelmiş bir örgüt. Günümüzde sınırlarını genişleterek saldırılarını Kamerun, Çad ve Nijer’de de sürdürdüğünü görüyoruz.
Her ne kadar terör kurbanı olsalar da köydeki bazı şahısların Boko Haram’ın söylemlerinin tesiri altında kaldığına şahit oluyoruz. Okulda verilen eğitimin fazlasıyla Batılı köklere sahip, hatta Hıristiyan dinini yayan bir fonksiyonu olduğunu düşünüyorlar - ki bu her zaman tartışılabilir.
Filmde, köktendinci örgütün teröründen kaçan mültecilerin de sığındığı Kolofata’da, eğitimsizlikten kaynaklanan cehalet ve batıl inançların dışa vurulduğu sekanslar çarpıcı. Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) kuruluşunun bölgedeki temsilcisi hekim tarafından muayene edilen kız çocuğunun sıtma belirtileri çok açık olmasına rağmen yakınları yine de işin içine şeytanı sokmayı bilip marabuta başvuruyorlar ve kanlı büyülerden medet umuyorlar. Ne de olsa o coğrafyanın halk kültüründe cadılar ve uyuşturucu müptelaları toplumun en korkulacak ve aşağılanacak figürleri sayılıyor - Türkiye’de ateistlerin olduğu gibi.
Coğrafyanın estetiği
Filmin esas çocuk kahramanları, büyük bir olasılıkla ebeveynleri Boko Haram tarafından katledilmiş, komşu Nijerya’nın Mubi yerleşiminden Muhammed ve İbrahim. Okulda çok istikrarlı ve tutarlı davranışlar sergilemedikleri gibi bir ara köyden kaçıp ahalinin iyice tasalanmasına sebep oluyorlar. Filmin yönetmeni Raingou, çekimler çoktan sona erip film gösterime girmiş olmasına rağmen bölgeye ve bilhassa iki kardeşe yönelik mesuliyetinin devam ettiğini söylüyor.
Çocukların bakış açısını özümsediğimiz filmde diğer mühim kahraman çalışkan kız çocuğu Falta. Babası örgüt tarafından katledilmiş olmasına rağmen olayı mümkün olduğunca dramatize etmemeyi bilen annesinin desteğiyle coğrafyanın gelecekte ihtiyaç duyduğu eğitim görmüş kadın öncülüğünün nüvelerini taşıyor. Tıpkı tanıtım metinlerinde ifade edilmiş, tüm filme hâkim olan çaresizlik ile umudun, masumiyetle terörün, şu anla istikbalin arasında gidip gelen ruh hâli gibi.
Silahların gölgesinde çekilmiş yönetmenin bu ilk filmi bütün bunları mümkün olduğunca gözlemsel bir tavırla yansıtsa da bazı dinamiklerin senaryo için birden fazla kere tekrarlandığı hissine kapılmamak mümkün değil ne yazık ki. Fakat kameranın bilhassa tabiat manzaralarına odaklandığı anların filme kattığı değer yadsınamaz.
Zaten mühim olan okulun avlusunda neşeyle koşuşan, futbol oynayan, ip atlayan çocukların enerjisini hissetmek, özümseyerek yakın istibaldeki barışa dair ümitle dolabilmek.
Şahsen kasvetli atmosferi en az hissettiğim anlar ise köydeki ergenlerin eşek sırtında yaptıkları yarışlar ve popüler imajlardan rodeoyu hatırlatan şekilde şirin hayvanların onları yerlere fırlatmaları.
Yönetmen Raingou yıllardan beri çatışmalarla çalkalanmış kendi coğrafyasından zarafetle sesleniyor.
Eğitimin zayıf olduğu diyarlarda din odaklı batıl inançlara teslim olmanın ne kadar vahim olduğunu bize hatırlatırken çocukluktaki travmaların günün birinde mutlaka karşımıza dikileceğini de layıkıyla hissettiriyor.
Kolonyalist zihniyet bitmedi
Afrika ve bilhassa Fransa sömürgeciliğinin günümüzdeki izdüşümleri hakkında çok daha geniş kapsamlı bir belgesel izlemek istediğiniz takdirde 2022 IDFA katılımcısı, Senegal-Fransa-Belçika-Almanya ortak yapımı, Senegal’den kadın sinemacı Katy Lena Ndiaye’nin yönettiği Para, Özgürlük, CFA Frankı’nın hikâyesi (L’argent, la liberté, une histoire du Franc CFA/Money, freedom, a story of CFA Franc) adlı 102 dakikalık film biçilmiş kaftan! (MT/AS)
bianet’te staj yapmayı ben de beklemiyordum. Staj başvuru formunu “Moleküler Biyoloji ve Genetik mezununu almazlar zaten,” diye düşünerek doldurdum. Sonra o malum e-mail geldi. Nasıl bir heyecanla başladıysam zaman da çok çabuk geçti burada. Güzel zaman çabuk geçermiş.
Stajdan önce, günümüzde çok ihtiyaç duyulan hak odaklı haberciliği icra etmeye, sahip olduğum okuma ve yazma becerilerini bir alana yönlendirmeyi düşünüyordum. Okur-yazarlığımı faydalı bir şeye dönüştürmek istiyordum. Staja geldiğim ilk gün dedim ki “Ben ekoloji, kadın ve LGBTI+ haberleri yapacağım. Marjinalleşmiş gözüken bu alanları gazetecilik sektöründe daha çok parlatacağım”. En azından hedefim buydu. Dikmece’deki ekolojik yıkıma dair haberimden tutun Macaristan’daki Onur Yürüyüşü'nün yasaklanmasına kadar içime sinen birçok haber yazdım. Atölye BİA’da Boğaziçi öğrencileriyle birlikte Evrim’den ve Orhan hocadan Toplumsal Cinsiyet Atölyesi aldım. Ben de öğrencilerle birlikte toplumsal cinsiyet, çocuk ve hak odaklı habercilik nasıl yapılır, onu öğrendim.
Zorluklar
En zorlandığım kısmı söyleyebilirim bu süreçte, bazen haber yaparken daha soğukkanlı olmak gerekiyor. Ben bunu yapabildiğimi düşünüyordum fakat geçen gün Macaristan’daki Onur Komitesi'yle konuştuktan sonra habere yazmak için Stonewall İsyanı’na bakmam gerekti. Yaşananlardan ötürü birden gözümden yaşlar boşalmaya başladı. Lubunya tarihi okuyunca bendir…
Ruken’in beni hem bir gazeteci hem de bir feminist olarak desteklemesi, motive etmesi çok değerliydi. Evrim’in birden içinden gelen şarkı söyleme isteği ve attığı feminist sloganlar, Vecih’in ve Murat’ın benimle ilgilenmesi, Hikmet’in sessizliği ve komik cevapları, Ali’nin hem alaycı hem ciddi mizacı, Korcan’ın yerinde duramaması, Leyla’nın sohbetleri (dedikoduları)… bianet’teki bu samimi detaylar yapbozun parçaları, bu parçaları birleştirdiğinde aslında ortaya bir aile tablosu çıkıyor. Aradaki bağ yapay ve hiyerarşik değil, oldukça organik. Herkes güleryüzlü! Ben de bu ailenin bir parçası oldum.
Asıl yanımda oturan üç kişiyi sona bıraktım. Aile tablosundaki eğlenceli iki kardeş: Tuğçe ve Aren, özellikle ikisi birlikte olduğunda onlarla eğlenmemek mümkün değil. Tuğçe’nin sivridili ve gülme efektleriyle, bira arkadaşım Aren’in mizahi yönü birleşince antidepresan etkisi yaratıyor. Bir de benimle birlikte başlayan canım stajyer arkadaşım Gülsüm, her defasında “Çok konuştum. Kafanı şişirdim,” deyip durmasa… Konuş be konuş! Gülsüm’ün fotoğraf makinesinde bir sürü anı da bıraktık. En güzel stajyerlik dönemim olarak kalacağına eminim. İyi ki stajımı bu samimi aile tablosunda yapma şansı buldum. Mişko, Mêşo ve Küba’yı özleyeceğim. (DT/TY)
Doğa Tekneci'nin bianet'te yayımlanan haber ve yazılarını görmek için tıklayın.
"Okullardaki gibi onlara kızan, bağıran birileri yok ve de burada ilk kez ailelerinden ayrı kalıyorlar, hayatı görüyorlar, bulaşık yıkıyorlar, bunlar da onlar için heyecanlı bir deneyim oluyor ve anısı kalıyor."
Erken saatte başlayan bir okulun mesaili çalışan bir müzik hocası olarak, bayram tatili çok kıymetli oluyor. Ne yapsam, nerede dinlenirim diye düşünürken yıllardır merak ettiğim Nesin Köyü geliyor aklıma, bu tarihte kamp olacağını bile düşünmemişim, sadece kalıp ortamı solumak isterken, şansıma derslere denk geliyorum. Doğasıyla, manzarasıyla, kütüphanesiyle insanı öğrenmeye teşvik eden bir yer burası. Bildiğimiz okullara benzemiyor. Çok etkileniyorum ve Ali Nesin’le okul hakkında bir söyleşi gerçekleştiriyorum. Bizi kırmıyor, okulunu anlatıyor. Keyifli okumalar!
Matematik ve Oyun kampının ismi çok oldukça ilgi çekici, üstelik davetkar. Matematik bir oyun mu? İsme nasıl karar verdiniz?
Matematikte yirminci yüzyılın başlarında bulunmuş oyunlar kuramı vardır. John von Neumann da bu konuyu kitaba ilk taşıyan matematikçidir. Hatta Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) filminden bildiğimiz John Forbes Nash da bu kuramın katkısı sayesinde ekonomi ödülünü alır.
Çocukların tatil günü bir kursa veya kampa katılmasını teşvik edip, matematikten korkmasını engelleyecek bir başlık aynı zamanda…
Matematiği bir anlamda oyun olarak görebiliriz. Doğaya karşı tek başına oynanan bir oyun. Matematik doğayı, doğanın yasalarını, evrende hangi kuralların işlediğini anlamamıza yardımcıdır sonuç olarak. Bir mücadele veriyor, dünyada kimsenin bilmediği sorular üstüne çalışıyorsun. Bilinmeyeni bulmaya uğraşıyorsun. Bu bir oyun değil de ne?
Peki içeriği nasıldı bu kampın?
Biz bu kampta birçok oyun oynadık. Bu oyunlar tüm bilginin satranç gibi ortada oynadığı oyunlar. Son derste oynattığım hapishane oyunu en zoruydu. Malesef Covid sebebiyle kaybettiğimiz Conway’in yüzlerce oyunundan biridir. Çözemeyeceklerini de biliyordum ama çocuklar çok meraklıydı ve zekice sonuca ulaşmaya yaklaştılar. Şaşırtıcı bir sonucu vardır bu sorunun.
Genelde kimler geliyor derslerinize?
Bazen anneler babalar “Çocuğumu yollayacağım kampa.” diyorlar, ben de Aras Kargo ile alıyoruz diye espri yapıyorum. Çünkü ailesinin dayatması ile gelmesini tercih etmiyorum çocukların. Kendi istekleriyle gelsinler istiyorum. Kimisi yapamıyor, eksikliğini gidermek istiyor, kendi isteyerek geliyor. Böyle akıllı çocuklar da var. Anlamadığı şeyi aşağılamıyorlar, kedi uzanamadığı ciğere pis der misali…
Okullarda matematik dersi çok önemli değil mi? Nasıl buluyorsunuz eğitimi?
Biz dünyaya matematik sayesinde anlıyoruz, elimizde başka bir veri yok. Ama sanki matematik bu kadar önemli değilmişçesine müfredatta çok fazla detaya kaçılıyor. Ayrıca nelerin öğrenilmesi gerektiğinin dışında nelerin öğrenilmeyeceğine de karar veriyorlar ve bu haksızlık. Daha iyi öğrenen ve ilerlemeye açık çocukların daha çok öğrenmesini nasıl engelleyebilirsiniz ki? Bu yüzden müfredatın mutlak doğru olarak görünmesine karşıyım ve konuların öğrenciye göre düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Öğretmenler de çocukların matematiği sevmemesine sebep oluyor sanki…
Maalesef evet. Kusura bakmasınlar ama öğretmenler de yeterli değil çoğu okulda, çünkü sınavla gelmiyorlar. Onlar yetersiz olunca da öğrenciler matematikten daha kolay soğuyor…
Peki Matematik Köyü’nden çıkan öğrencilerin geri dönüşleri nasıl?
Bilinen bir gazeteci geçenlerde bize yazmış, yeğenleri gelmiş bizim kampa ve hala anlata anlata bitiremiyorlarmış. Öğrencilerin hepsinin öğrenme seviyesi farklı ve biz onlara burada alan da tanıdığımız için hepsi kendi öğrenme hızında zevk alarak matematiği deneyimleyebiliyor. Okullardaki gibi onlara kızan, bağıran birileri yok ve de burada ilk kez ailelerinden ayrı kalıyorlar, hayatı görüyorlar, bulaşık yıkıyorlar, bunlar da onlar için heyecanlı bir deneyim oluyor ve anısı kalıyor.
Daha çok bilgi ve kaynağa ulaşması için öğrencilere ne önerirsiniz?
Ben öğrencilere hep, kendini annenle, babanla, mahallenle kısıtlı tutarsan ilerleyemezsin diyorum. Evrensel bir eğitim almalı ve kendini Oxford’daki, Cambrigde’teki, Harvard'daki yaşıtlarınla yarışmalısın diyorum. Dünya çapında olmak için müfredat dışına çıkmak şart özetle. Bizim zamanımızda imkanımız yoktu, sadece sahaflardan kitap toplardık ama şimdi imkan çok, internet var ve yabancı dil daha yaygın. Araştırsınlar ve neyin kendilerine göre olduğunu anlayacaklar. Okumalarını ve düşünmelerini tavsiye ediyorum kısacası.
Düşünmek çağımızda önemini kaybediyor ama sanki…
Ben de birkaç gündür bunun üstüne düşünüyorum. Şunu gözlemliyorum, gençlerin çoğu anlamaktan ve düşünmekten vazgeçmiş durumda. Peki neden? Çünkü bir şeyi anlamak için karşıda anlaşılacak bir şeyin bulunması gerekiyor. Mesela benim küçüklüğümde annem ve babam bana bir bisiklet almıştı. Bisikletin freni bozulmuştu ve ben vidayı sıktım. Meğer gevşetmek gerekiyormuş. (Gülüyor.) Ama bu şekilde çözdüm, anladım. Çünkü bir çok şey mekanikti ve anlaşılırdı. Şimdi ise çoğu şeyi anlamak çok zor, yeniliklerin hızına yetişilemiyor ve çocuklar bu dünyanın anlaşılmaz olduğuna karar verdikçe düşünmekten de vazgeçiyorlar. Anlayamam bunu diyerek sadece bana hangi tuşa basıcam ya da ne yazıcam onu söyle noktasına geliyorlar, anlamamayı kabul etmek de eğitim hayatına sirayet ediyor, çocuklar ezberliyorlar, ne yapmam gerekir diyerek icraat istiyor. Bu da çağımızın çocuklarının büyük handikapı.Bu ya pandeminin etkisi ya da modern çağın temel problemi. Mekanik olmayan anlamadığımız şey sayısı arttıkça meraktan da uzaklaşılıyor.
Peki daha iyi anlamak için önerdiğiniz başucu matematik kitapları var mı?
Türkiye’de çok fazla çeviri kitap yok. Kendi kitaplarımı önerebilirim. Onları kendi çocuk halimi düşünerek yazdım. Çünkü okur kitlesini, daha doğrusu seviyesini neye göre belirleyeceğinizi bilemediğinizde en doğru eylem kendinizden yola çıkmak oluyor. Bir de TÜBİTAK Yayınları’nı önerebilirim naçizane.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Köyümüzü ziyaret etmek isteyenler, nesinkoyleri.org sayfasından yıl içindeki etkinliklerimizin tarih ve detaylarına ulaşabilirler.
1987'de Ankara’da doğdu. 2008’de yine aynı şehirde Bilkent Ünüversitesi Müzik ve Sahne Sanatları’ndan mezun oldu. Mezuniyetin ardından İsviçre’ye taşınıp Hochschule der Künste Bern’de master yaptı...
1987'de Ankara’da doğdu. 2008’de yine aynı şehirde Bilkent Ünüversitesi Müzik ve Sahne Sanatları’ndan mezun oldu. Mezuniyetin ardından İsviçre’ye taşınıp Hochschule der Künste Bern’de master yaptı ve üç yıl orada çalıştı. İstanbul’a döndükten sonra doktorasını da tamamlayarak, birçok yerde ders vermeye başladı. Yazmaya olan tutkusunu keşfetti ve yedi kitap yayınladı. Hâlâ tiyatro yazarlığı eğitimine devam ediyor ve bağımsız yayınlarda kültür sanat haberleri yapıyor.