Başlık dikkatinizi ziyadesiyle çekmiş olmalı. Evet, Cumhuriyet gazetesinin haber başlığı şöyle; “Teröristler siyasete girmek istiyor”.
Haberin elbette detayı da var; Öcalan’ın “hukuksal düzenleme” ve “demokratik inşa” vurgusu yaptığı aktarılırken, KCK yönetimi PKK’lilerin Türkiye’de siyaset yapabilmesi için “özgürlük ve entegrasyon yasaları” talep etti.

Hafızalar güncellendiğinde geçmişe dair şu sözler hemen kendini gündeme taşıyor olmalı: “Silahı bırakın, gelin siyaset yapın!” Bu söz sadece şu anki iktidar blokunun değil, CHP dahil sistem içi politik aktörleri diğerlerinin de yıllardır diline doladığı sözdü elbette.
Peki açık alanda siyaset yapmak ise asıl olan, PKK sadece silah bırakmayı değil, iki önemli işi daha yaptı. Örgütü feshettiğini kongre kararıyla açıkladı. Bir de ülke içindeki güçlerini geri çekti.
Şimdi buradan şöyle bakmak doğru olmaz mı? Neredeyse yarım asırdır “silahlı isyan” başlatmış olan bir güç var orta yerde. Bu zaman dilimi içinde resmi kayıtlara göre elli bin insanın yaşamından olduğu, milyonlarla ifade edilen yersiz-yurtsuzluk, binlerle ifade edilen zorunlu köy boşaltmaları, ucu açık ve zamandan azade sadece ülkenin değil, dünyanın birçok yerindeki sürgünlükler ve dahi işinden gücünden olmalar, hapishanenin artık süresiz, dar “yaşam alanı”na dönüşme hâli! Bütün bunlar ve daha ötesini olmadı mı sayacağız, görmeyecek miyiz yani!
Oysa, bütün bu olan bitenden sonra yine Cumhuriyet gazetesinin malum haberine referans verirsek;
“Hukuksal düzenleme, demokratik inşa, özgürlük ve entegrasyon yasaları” talebi. Dile getirilen bu.
Bunun nesi ve neresi yanlış! Soru orta yerde ve çıplak haliyle hem de! Bir yanda yüzlerce milyar dolarlarla ifade edilen ve tümüyle “güvenlik politikaları” odaklı yönetim modelleri ile her defasında başa dönülen, sonra da artık bunun çözümsüzlüğüne ikna olup bir yeni “süreç” başlatıp cevabını da muhatabından açıklıkla alan bir devlet politikası.
Diğer yanda sırf muhalif olduğu için kendi siyasal mağduriyeti üzerinden aslında kendisinin de olumlu anlamda tarafı olması gerekirken yeniden şiddete, savaşa, acıya, zulme adeta davetiye çıkaran siyaseten muhalif örgütlülüğün adı da “Cumhuriyet” olan medya dili.
Evet anlaşılırdır; CHP’ye yönelik siyaseten alan daraltıcı ve seçili belediye başkanlarına yönelik kayyım anlayışı tehditkâr ve kabul edilemez. Siyaset yapmanın yolu ve yöntemi böyle olmamalı.
Ama peki hikâyenin bir de şu yönü yok mu? 2016’dan 2024’e kadar HDP ve muadili parti isimleriyle seçilmiş Kürt belediyelerine nerdeyse blok halinde ve elbette belediye eşbaşkanları tutuklanarak (hâla içerde olanlar da var) kayyım atamak söz konusu olduğu halde, Kürt siyaseti bugün olanı biteni tabii ki unutmayarak her şeye rağmen olanca vakarıyla “BARIŞ” diyorsa! Oturup aklıselim ile düşünmek gerekmiyor mu?
Siz muhalif “cumhuriyet”çiler neyin peşindesiniz sahi! Hukuksal düzenlemeyi, demokratik inşayı, özgürlük ve entegrasyon yasalarını; Kürtler sizce sadece kendileri için mi istiyor sanıyorsunuz. Sizin için de istiyor haberiniz olsun…
Ama yok siz illa ki, kendi dar “ulusalcı” perspektifinizde ısrar edeceksiniz! E, ediyorsunuz da! Zaten bunun tavan yapmış hâlini CHP’nin genel kurulunda Özgür Özel yaptı: “Stokholm Sendromu” dedi ve “celladına aşık” olmakla itham etti Kürt siyasetini. Gerçi sonradan “Kürtler üzerlerine alınmasın, onlar için demedim” filan dese de! İş, işten geçmişti.
Kurtulun artık şu “Kürt, anasını görmesin” hastalığınızdan diyecektim ama, vazgeçtim. Siz iflah olmazsınız…
İsmet Özel eskiden yazmıştı Celladıma Gülümserken’de, bari onun dizeleri sizlere cevap olsun;
“Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
İşte koydum işlemeyi
düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız karşısına.”
(ŞD/HA)







