* Ulrike Meinhof, 7 Ekim 1934'de doğdu.
Yönetmen ve oyuncu değişse de film aynı: Tarih 2 Haziran 1967. İran Şahı Rıza Pehlevi eşi Farah Diba ile Almanya Federal Cumhuriyeti’ni ziyarete gelir. Alman basınının pohpohlamalarına ve Farah Diba’nın İran’ı cennet gibi tasvir ettiği röportajlarına rağmen, İran’daki yoksulluğu ve adaletsizliği besleyen diktatörlüğün farkında olan öğrenciler protesto hazırlıkları yaparlar. Yapılacak protestolardan haberdar olan Berlin Emniyet Müdürü ise önlemini baştan almıştır. Bununla birlikte önlemini baştan alan bir başkası da SAVAK (dönemin gizli servisi) ajanlarıyla gelen Şah’tır. Protestoların ilk halkasında, öğrenciler polis tarafından bir engelleme olmadan İranlı ajanlar tarafından dövülür. Böylesi bir saldırıya hazırlıklı olmayan öğrencilerin pek çoğu yaralanırken direnç göstermeye devam edenler dar sokaklara doğru itilerek polisin basınçlı suyuna ve copuna maruz kalırlar. Şah ve Alman Belediye Başkanı’nın Sihirli Flüt’ü izlediği operanın önünde işler iyice kızışmışken birden silah sesi duyulur. Benno Ohnesorg’un ilk protestosu, başına yediği kurşunla bir sona dönüşür.
Benno Ohnesorg’un ölümü, ‘68 Hareketinin miladı olarak görülürken ölümün ötesinden berisine doğru sıçradığımızda ebeveynlerden miras alınan nasyonal sosyalizmin utancıyla yoğrulmuş, Vietnam Savaşı ile gözleri iyice açılmış, politize olmaya hazırlıklı bir gençlik görürüz. Alman medyası Springer otoritenin bir mekanizması haline gelmiş olsa da hala gerçekleri anlatmayı kendine şiar edinmiş birileri vardır. Bu birilerinin arasından dev gibi kalemiyle beraber Ulrike Meinhof görünür. Farah Diba’nın İranlıları refah içinde gösteren demeçlerine karşılık İranlıların çoğunun frengiden mustarip olduğunu ve yıllık gelirleri yüz doların altında olan köylülerden oluştuğunu, her iki çocuktan birinin yoksulluk ve hastalıktan öldüğünü anlatır. Farah Diba Paris ziyareti sırasında İran sofrasının tatlılarını ve meyvelerini özlediğini ifade ederken; Meinhof, İran sofrasının İran’daki köylüler için suda yumuşatılmış samandan oluştuğundan, Şah’ın inisiyatifiyle İran’ın yüzde yirmisinin uyuşturucu bağımlısı olduğundan bahseder. Şüphesiz “Farah Diba’ya Açık Mektup” adlı yazısında İran’ın gerçek durumunu gözler önüne seren o olmuştur. [1]
Protestodan Direnişe
“Protesto şu ya da bu bana uymuyor dememdir. Direniş, bana uymayan şeyin artık gerçekleşmemesini sağlamamdır.” (Kara Panterlerden Fred Hampton) [2]
Küçükken okula götürdüğü beslenmesini dostluk kurduğu İtalyan angarya işçileriyle paylaşan ve bunu “halkların beslenmesi” olarak adlandıran, hakkını gerekirse öğretmenlerine karşı çıkarak savunduğundan küçük yaşta herkesin saygısını kazanan Meinhof’un 68 Hareketi’nin en bilinen savaşçılarından biri haline gelmesini irdelemek, sosyo-politik anlamda terörün doğasını ve terörist-kurtarıcı ikileminin ezen ve ezilen taraflarca nasıl beslendiğini görmek açısından pek çok kazanım vaat ediyor. Geçtiğimiz yıl Sel Yayıncılık tarafından basılan “Protestodan Direnişe” adlı kitap ise bu bağlamda oldukça iyi bir yol arkadaşı. Geneli, Meinhof’un sol Alman dergisi konkret’te basılan yazılarından oluşan bu kitapta sayfalar ilerledikçe, konjonktüre bağlı olarak bir insanın şiddete bakış açısının radikalleşmesine birinci elden tanık olurken, yazıların kışkırtıcılığını yaşananların acımasızlığından aldığı sonucuna varmak da pek zor olmuyor. Alman sosyolog Norbert Elias, çatışmaları ayaklandıranın saldırganlık değil saldırganlığı ayaklandıranın çatışmalar olduğunu söylüyordu. [3]
Nitekim Andreas Baader ve Ulrike Meinhof’un başını çektiği, dönemin en çok bilinen gerilla örgütlerinden RAF’ın (Kızıl Ordu Fraksiyonu) bir fikir olarak doğuşu 2 Haziran Olayları’nın sonrasına tekabül eder. Meinhof’un eline ilk taş alışı da, siyaset alanında en sevdiği arkadaşı Rudi Dutschke’ye suikast yapılan günün akşamı, suikastın azmettiriciliğini üstlenen Springer yayınevine karşı yapılan anti-otoriter eyleme rastlar. İşin ironik tarafıysa zararın çoğunun ajan bir provokatör tarafından devlet eliyle getirilen molotof kokteyllerinden kaynaklanmış olmasıdır. [1] Medya yoluyla elini kana bulayan devletin özrü, protestoculara biçtiği sıfatları giydirebilmek için pot kalan yerlere oyunlarını sıkıştırmak olur, devlet kendisine yönelen karşı şiddeti cezalandırmanın ilk adımını kendi şiddet mekanizmalarını meşrulaştırmaya çalışarak atar. Bu noktada sokağı insanın düşüncesini ifade etmesi için uygun bir yer olarak görmeyen Meinhof’a göre söylemek istediğini söyleyemeyen, elinde tirajı milyonlara vuran Springer gazete ve dergileri olmayanlar için, sokakta bulunmak olağanüstü demokratik bir durum haline gelmektedir.
Şiddetin direnişteki yeri
Yakında bir yerler yanar, bir yerlerde bir kışla havaya uçar, bir stadyumda tribün çökerse, lütfen şaşırmayın. Tıpkı Amerikalılar sınır hattını aştığında, Hanoi şehir merkezi bombalandığında, deniz piyadeleri Çin’e girdiğinde şaşırmadığınız gibi. (Berlin alternatif yaşam mücadelesi Kommune 1’in bildirisi)
Oxford’lu teorisyen David Miller’a göre şiddetin iki türlü liberal yorumlaması yapılabilir. [4] İlki bütün şiddet eylemlerini ne sonuç doğurursa doğursun dışlamakken diğer yorum şiddetin bazı özel durumlarda sağaltıcı bir etkisi olabileceğini ve şiddet kullanmanın kullananı “baskıcı toplumun entelektüel ve baskıcı kısıtlarından” kurtarabileceğini savunur. Bu çıkarımlar Meinhof ve RAF’ın davasına uyarlanırsa ikisinin de geçerli olduğu görülür.
Devlet politikaları, kendine ve uzantılarına yönlendirilen her türlü şiddet eylemini kendi cezai sistemi içinde yargılar; sadece sokağa çıkıp isteklerini dile getiren vatandaş bile devlete karşı psikolojik bir şiddet gösterdiği gerekçesiyle suçlu bulunabilir. Bunun yanında RAF için şiddet, baskıcı toplumun kısıtlarına karşı verilebilecek en etkili cevaptır, direnirken karşısında durduğu şeyi engellemenin ve kınamanın en tesirli yoludur. Meinhof’un daha RAF kurulmadan önce yazdığı ve radikalleşme sürecinde mihenk taşı olarak kabul edilebilecek yazısı Alışveriş Merkezi Kundaklaması da bu çıkarımları destekler niteliktedir. 2 Haziran Olayları sonrasındaki ilk gerilla eylem kabul edilen kundaklama olayı, Meinhof’un bakış açısıyla yapısı itibariyle anti-kapitalist bile olmayan ve hatta karşı devrimci olarak nitelenecek bir eylemdir; çünkü malların imhası sermaye birikimine uygun düşer, zararlar sigorta tarafından karşılanır. Bu yüzden de böylesi bir eylem mülkiyete zarar verme değil, ancak mülkiyeti koruyan yasayı çiğneme açısından başarıya ulaşabilir. Yani şiddet eylemi Hanoi’deki bombaları dehşet içinde izleyen bireyin kendini entelektüel ve duygusal anlamda özgürleştirme çabasının bir ürünü haline gelirken, uzaklarda patlayan bombaların sesini duyamayanlara daha kuvvetli sesler ithal edebilme amacını da taşır.
Şehir Gerillası Konsepti: Devrimci şiddet
Komünistlerin ne düşündüğünü bilmek istiyorsanız- onların ellerine bakın, ağızlarına değil. (Lenin)
Alışveriş Merkezi Kundaklaması adlı yazısından sonra Andreas Baader ile yakınlaşmaya başlayan Meinhof’un ilk gerilla eylemi Baader’in hapisten kaçırılmasına yardım etmek olmuştur. Bir polisin de vurularak öldürüldüğü kaçırma operasyonu sonrası kaçak hayat başlar ve RAF resmi olarak kurulmuş olur. Berlin’deki sol kanat öğrenci hareketi tarafından benimsenen “şeylere karşı şiddet” ve “insana karşı şiddet” arasındaki ayrımın görünmez bir hal aldığı, insana karşı şiddetin tabu olmaktan çıktığı bir dönemin başlangıcıdır bu.
Örgütün entelektüel beyni olan Meinhof’un yazdığı Şehir Gerillası Konsepti, Meinhof tarafından o zamana kadar kaleme alınmış en radikal yazı olmakla beraber işçi sınıfı ve entelektüellere silahlanma için yapılan bir çağrı niteliği de taşır. Meinhof Mao’dan alıntılarla donattığı bu bildiride, Marksist ve Leninist öğretilerin pratik edilmedikleri takdirde hiçbir öncü rolünün olamayacağını, burjuvanın politik gücünün kırılıp proletaryanın politik güce kavuşmasının ancak politik pratiklerle elde edilebileceğini savunur. Hatta politik pratikten mahrum kaldığı müddetçe Kapital’in bile burjuva bir metin olmaktan öteye gidemeyeceğini iddia eder. [5] Ona göre bir düşünceyi eyleme dökmeden önce nasıl sonuçlar elde edileceğini sorgulamak anlamsızdır, çünkü cevap ancak düşünce eyleme döküldükten sonra alınabilir.
Bir zamanlar fazla pasifist olduğu gerekçesiyle içinde bulunduğu sol gruplarca dışlanan Meinhof, artık pasifizmi platonik ve politik anlamda nötr olmakla eş tutar. Masumiyetin yittiği noktada ahlaki boş vermişlik büyük harfle cümleye başlar. Cleaver’dan yaptığı alıntıyla ifade ettiği gibi problem ya da çare olmanın arasında bir fark yoktur, bütün çürümüşlük tüm boyutlarıyla irdelenmiştir ve artık ülkede yaşanan hiçbir şeyin daha fazla analize ihtiyacı yoktur. Nazi mirası şiddet sevgileriyle, kendilerine ses çıkaranları toplama kampına atmayı hayal eden devlet yöneticileri için şiddet tekelinin sona erdiği bu dönemde, “Sihirli Flüt’ün aryaları” eşliğinde patlayan silahlar artık sadece dönemin Yahudileri kabul edilen öğrenci ve akademisyenleri değil, başkalarını vurabilme ihtimalini de taşıyacaktır. (AA/AS)
[1] Ditfurth, J. (2010). Ulrike Meinhof. Agora Kitaplığı
[2] Meinhof, U. (2012). Protestodan Direnişe. Sel Yayıncılık
[3] Elias, N. Şiddet ve Medeniyet: Fiziki Şiddet Üzerindeki Devlet Tekeli ve Bunun İhlali. Birikim Dergisi (sayı 38-39)
[4] Ryan, C. Violence as a Political and Artistic Weapon in Selected Writings from Ulrike Meinhof and Heinrich Böll.
[5] Meinhof, U. (1971). The Concept of Urban Guerrilla.