Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’yle ilgili olumlu olmayan her raporu, değerlendirmesi, puanlaması sonrası uzun zamandır başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere Adalet ve Kalkınma Partisi’nden yetkililer, bu kuruluşları ağır sözlerle itham ediyor.
Peki, bu uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları nedir, ne iş yaparlar, ülkeleri ve şirketleri neye göre ne karşılığında değerlendirirler?
Türkiye’nin 1991’den bu yana ilişkisini sürdürdüğü uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına ayrıntılı bakalım…
Kredi derecelendirme
Kredi derecelendirme (rating), bir ülkenin, başta belediyeler olmak üzere çeşitli kuruluşların veya işletmelerin, ekonomik-finansal yükümlülüklerini yerine getirebilme kapasitesinin değerlendirilmesidir.
Bir ülke veya bir işletme fon ihtiyacı duyduğunda, kredi kullanmak üzere uluslararası finansal kuruluşlara başvurabilir veya çeşitli borçlanma araçları ihraç edebilir. Bu borçlanma araçları, yatırımcıların tanıdığı/bildiği tahvil, hazine bonosu veya devlet tahvili vb. olabileceği gibi varlığa/ipoteğe dayalı menkul kıymetler[1], gayrimenkul sertifikaları, teminatlı menkul kıymetler gibi yeni, karmaşık ve yatırımcılarca anlaşılması ve değerlendirilmesi zor araçlar da olabilir.
Finansal liberalizasyon para ve sermaye hareketlerine serbest dolaşım olanağı sunduğundan, bu borçlanma araçları dünyanın çeşitli piyasalarında ihraç edilebilirler. Kredi derecelendirme, bu ülke veya işletmenin kullandığı kredi veya ihraç edilen menkul kıymetlerin faiz ve anaparalarının zamanında ödenebilme gücünü (tersi durumda ödenememe riskinin) ortaya koyar. Böylelikle, kabul edilebilir risk düzeyinde en yüksek getiriyi arayan bireysel ve kurumsal yatırımcılar (yatırım fonları, emeklilik fonları) yeterli bilgi sahibi olamadıkları ülke veya işletmelere yatırım yapıp-yapamayacakları konusunda bir dayanağa sahip olurlar.
Kurumsal yatırımcıların, küçük tasarruf sahiplerinin tasarruflarını, onlar adına en iyi şekilde yönetmesi amaçlanır. Bu süreçte fonların hatalı veya kötü niyetli olarak kullanılmasını engellemek için, uluslararası yatırımlar, kredi derecelendirme kuruluşlarınca yatırım yapılabilir olarak tanımladığı ülkelerin tahvilleri ile sınırlandırılmıştır. Bu zorunluluk, fon gereksinimi duyan işletme veya ülkeleri, kredi derecelendirme kuruluşlarına ve onların verdikleri derecelendirme notlarına bağımlı kılmaktadır. Kredi notunun yüksek belirlenmesi, tahvil faizlerinin düşmesine neden olacaktır. Kredi derecelendirme,
- Kredi verenler veya menkul kıymetlere yatırım yapmak isteyenler için önemli bir bilgi ve değerlendirme sağlar.
- Küçük birikim sahiplerini kurumsal yatırımcıların hatalı ve kötü niyetli işlemlerine karşı korur.
- Borçlanmak isteyen ülke veya işletmelerin fon sağlayabilmesinin ve fon maliyetlerini düşürebilmesinin koşullarından birisidir.
- Geleceğe ilişkin bir değerlendirme olduğundan, kimi zaman bir tahminin açıklanmasından daha fazla bir fonksiyon taşımakta, geleceği yönlendiren bir faktöre dönüşmektedir. Derecelendirme notu yüksek açıklanan ülke veya işletmeye sermaye akışını teşvik ederken, derecelendirme notu düşük açıklanan ülkenin borçlanma ve menkul kıymet ihraç potansiyelini önemli ölçüde azaltabiliyor.
Bu açıklamalardan sonra, kredi derecelendirme kuruluşlarının bilgi, beceri ve objektifliklerinden şüphe edilmekle birlikte neden bu kuruluşlardan ve bu işlemden vazgeçilemediği netleşiyor.
Kredi derecelendirme kuruluşları ve derecelendirme süreci
Kredi derecelendirme, genel olarak derecelendirme konusu ülke veya işletmenin talebi üzerine bu konuda uzmanlaşmış kuruluşlar tarafından yapılır. Ancak, yatırımcılar için gerekli ve yararlı bulunması halinde bir ülke veya işletmenin talebi olmadan da derecelendirme yapılabilir. Standard&Poor’s, Moody’s ve Fitch derecelendirme şirketlerinin en etkili olanlarıdır. Çok sayıda kredi derecelendirme şirketi olmakla birlikte bu üç kuruluş, piyasadaki işlemlerin önemli bir kısmını yapıyor, bu haliyle de tavsiye verenden öte bir tür piyasa yapıcı konumuna ulaşıyor. Derecelendirme piyasası oligopolistik yapısı nedeniyle eleştiri konusu oluyor.
Kredi derecelendirme kuruluşları yaptıkları derecelendirme notlarını, harfler ve rakamlardan oluşan çeşitli sembollerle ifade ederler. Kullandıkları semboller farklılık gösterse de, tümü bu sembollerle “yüksek kalite düzeyi”, “yatırım yapılabilir düzey”, “spekülatif düzey”, yatırımın geri alınma olasılığının neredeyse hiç olmadığı “iflas düzeyi”ni tanımlar. Derecelendirme notlarına ek olarak görünüm göstergeleri de kullanılır. Görünüm, “pozitif”, “durağan” ve “negatif” olup, mevcut notların bir sonraki dönemdeki değişimine ilişkin bir gösterge olarak kabul edilir.
Derecelendirme notları verilirken göz önünde bulundurulan başlıca faktörler; işletmenin ve ülkenin ekonomik, mali, politik koşulları, ülkenin büyüme potansiyeli, borç yükü, borçlarını ödeyebilme gücü, kamu kurumlarının yapısı, şeffaflığı, denetlenebilirliği ve siyasi otoriteden bağımsızlığı, ülke içindeki politik istikrar veya çatışma riskleri, dış ülkelerle ilişkilerdir.
Tüm derecelendirme kuruluşları benzer değerlendirme kriterleri ve analiz yöntemleri kullanırlar. Ancak, derecelendirme süreci esas olarak, gelecek dönemlere ait tahminlemelere dayanır. Bu nedenle, değerlendirme kriterlerinin her birine verdikleri önem değişebilmekte ve kullanılan yöntemler kendilerine özgü farklılıkları da içerebilmektedir.
Örneğin, bir derecelendirme kuruluşu ülke veya işletmeninin büyüme düzeyini daha önemli bulurken, bir diğeri yabancı para cinsinden borç düzeyini veya bütçe açığını daha fazla önemseyebilir. Derecelendirme sürecinde hangi kriterlerin belirleyici olduğunun, hangisinin daha önemli bulunduğunun açıklıkla belirtilmemesi, kullanılan analiz yöntemlerinin detaylı bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmaması, derecelendirme kuruluşlarının kendi şeffaflıklarını önemli bir tartışma konusu haline getirmektedir.
Derecelendirme şirketleri 1970’li yıllardan önce derecelendirme konusu ülke veya işletmelerden ücret almaz, gelirlerini yayımladıkları raporlardan sağlarlardı. Ancak bu yayınların kolaylıkla ve ücretsiz elde edilebilmesinden sonra, ücrete dayalı bir iş ilişkisi oluştu. İhtiyaç duyduğu krediyi sağlamak ya da hedeflediği kıymet ihracını gerçekleştirebilmek için; derecelendirme kuruluşları tarafından verilecek iyi bir derecelendirme notu isteyen ülke veya işletme, bu derecelendirme notunun analizini yapacak derecelendirme kuruluşundan hizmet satın alan olmaktadır. Bu durum, derecelendirme kuruluşlarının objektif değerlendirme yapıp-yapmadıkları konusundaki endişelerin önemli bir başka nedenidir.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının yaptıkları yanlış değerlendirmelere verilebilecek çok sayıda örnek var. Burada bunlardan en önemli ikisi hatırlatılacaktır.
ABD’de enerji sektörünün lider şirketlerinden biri olan ENRON, 2001’de derecelendirme şirketleri tarafından yüksek derecelendirme notu almış ancak kısa bir süre sonra iflas etmiştir. 2008 yılında kredi derecelendirme şirketleri tarafından en yüksek yatırım yapılabilirlik derecesi verilen Lehman Brothers’ın iflası istenmiştir. Bunlar ve benzeri hatalı işlemleri ve özelikle de 2007 krizi öncesinde ABD konut kredileri ve türev ürünler piyasalarındaki geçekçi olmayan büyümeyi (balon oluşumunu) değerlemelerine yansıtmamış olmaları, kredi derecelendirme kuruluşları üzerindeki tartışmaları yoğunlaştırmıştır. Burada ya hatalı, ya da hileli işlemler söz konusudur. Derecelendirme konusu işletmenin gerçeği yansıtmayan mali tablolarına dayanarak analizlerini gerçekleştirmiş olabilir. Ancak daha da kötüsü, kredi derecelendirme kuruluşları şirketteki olumsuzlukların, yolsuzlukların farkındadır, ancak belirli bir çıkar karşılığında, yatırımcıları yanıltıcı derecelendirmeler yapılmıştır.
Türkiye’nin kredi derecesi
Türkiye’nin kredi derecelendirme kuruluşları ile ilişkisi 1991’den itibaren sürüyor. 1989’da sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden sonra, Türkiye’ye yabancı ülkelerden sermaye akımları girmeye, Maliye Bakanlığı, Hazine ve bazı belediyeler/şirketler uluslararası piyasalarda menkul kıymet ihraç etmeye başlamışlardır. Bu gelişmeler Türkiye’nin kredi derecesini güncelliğini hiç kaybetmeyen bir konu haline getirmiştir[2].
Türkiye’nin kredi derecelendirme notu Moody’s ve Fitch tarafından Hazine Müsteşarlığı’nın talebi üzerine belirleniyor. Standard&Poor’s ise talep olmaksızın ülke kredi notu hakkında değerlendirme yapıyor.
1990’lı ve 2000’li yıllarda, ekonomik-sosyal ve siyasal koşullara, yaşanan krizlere[3] ve bu krizlerinden çıkmak için yapılan düzenlemelere bağlı olarak, Türkiye’nin kredi derecelendirme notu inişli-çıkışlı bir rota izlemiştir. Bu dönemde en yüksek derecelendirme notu aldığı zamanda bile yatırım yapılabilir ülke kriterlerini sağlayamamıştır. ABD’de 2007’de mali-finansal kriz karşısında dayanıklılık gösteren Türkiye’nin kredi notu artırılmıştır. 2009’da Türkiye’nin kredi derecelendirme notu spekülatif düzeyde, ancak yatırım yapılabilir düzeyin bir derece altındadır. Türkiye yatırım yapılabilir ülke derecesine ilk kez 2013 yılında ulaşır.
Kredi derecelendirme kuruluşları bu değişimi, kamu maliyesindeki iyileşme, borç yükündeki azalma, devlet tahvillerinin vadesinin uzaması[4], azalmaya başlayan cari açık, yabancı sermaye girişindeki artışlar ve ülkenin Güneydoğu’sundaki çatışmasızlık ortamının ekonomiyi olumlu etkileyeceği beklentisi[5] vb. değişkenlerle ilişkilendirmişlerdir.
2014-2015 yatırım yapılabilir seviyenin hemen altında[6] değerlendirilen Türkiye için 2016 yılı yeni bir ülke kredi notu düşüş sürecinin başlangıcını oluşturmuştur. 2017’de tüm derecelendirme kuruluşları Türkiye’yi yatırım yapılamaz, spekülatif ülke olarak değerlemişlerdir.
2018’de ise Moody’s Türkiye’nin kredi notunu Ba2 den Ba3’e düşürmüş, görünümünü durağandan negatife çevirmiştir. Standart&Poor’s BB- den B+ ya düşürmüş, görümünü durağan olarak belirtmiştir. Fitch ise daha önce BB+ olarak değerlendirdiği derecelendirme notunu BB(-)’ye dönüştürmüştür[7]. Bu kuruluşların yaptıkları derecelendirme ile Türkiye’yi spekülatif seviyenin orta basamaklarına yerleştirmektedir.
Türkiye’nin kredi notu neden düşüyor?
Türkiye’nin kredi derecelendirmesini yapan kuruluşların derecelendirme notunun düşürülmesine dayanak oluşturan nedenlerin başlıcaları[8];
- Makro ekonomik koşullardaki belirsizlik,
- İşsizliğin artması,
- Tasarrufların yatırımların finansmanı için yetersiz olması,
- Merkez Bankası politikalarındaki yanlışlıklar,
- OHAL koşullarının ülke ekonomisini ve kurumların işleyişini olumsuz etkileyeceği düşüncesi,
- Siyasi belirsizlik,
- Merkez Bankası ve teknik kararlar alan kamu kuruluşlarının siyasi otoriteye bağımlılığı,
- Toplam borç yükünün artması ve kısa vadeli borçların toplam borçlar içindeki ağırlığı, finansmanın dış kaynaklara bağımlılığı,
- TL'nin değer kaybetmesi, ekonominin kırılganlığının giderek artması
Yukarıda belirtilen ekonomik faktörler dönemsel olarak artışlar gösterse de çoğu yapısaldır. Ancak Türkiye açısından giderek olumsuzlaşan koşullar daha çok dış ve iç politikaya aittir. Suriye, İran, Rusya, ABD ve AB Ülkeleri ile ilişkilerde gerginlik ve istikrarsızlıkların süreklileştiği; iç politik ortamda katılımın, özgürlüklerin giderek azaldığı, hukuk ve adalete olan güvenin sarsıldığı, basın özgürlüğünün ortadan kalktığı, temel hak ve özgürlüklerde önemli kayıpların yaşandığı, siyasi yönetimin otoriterlik düzeyinin her gün giderek arttığı bir siyasal iklimde yaşıyoruz.
Evet, kredi derecelendirme işlemleri; bu piyasanın oligopolistik yapısı, devlet kurumları ve büyük işletme yönetimleri ile ilişkileri, yöntem ve kriterlerinin şeffaf olmaması, yeterli denetim mekanizmalarının kurulmaması gibi önemli sorunlar taşımaktadır.
Evet, bu ve benzeri sorunlar kredi derecelendirme şirketlerinin yaptıkları analiz ve değerlendirmelerin güvenilirliğini azaltmaktadır.
Evet, kredi derecelendirme kuruluşlarının kendilerinin derecelendirmeye ihtiyacı vardır.
Ancak bu tartışma, Türkiye’nin kredi derecelendirme notundaki azalışların; ekonomik istikrarsızlığın arttığı, iç ve dış siyasi koşullarımızın giderek kötüleşmesi ile paralellik gösterdiği gerçeğini gizlemeye dönüştürülmemelidir. (AGY/EKN)
[1] Bu menkul kıymetler 2007 krizinde önemli bir rol oynamıştır.
[2] Bir ülkedeki şirketlerin kredi derecelendirme notu için üst sınır, ülkenin kredi derecelendirme notudur. Bu yüzden Türkiye’deki şirketlerin kredi derecelendirme notu yerine ülke derecelendirme notu üzerinde durulmuştur.
[3] Türkiye’de 1994 ve 2001’de iki büyük kriz yaşanmıştır.
[4] Vadenin uzaması, ülke koşullarının öngörülebilir olmasına bağlı olarak, yatırımcıların uzun süreli borç vermeye istekli olmaları olarak algılanmakta ve bu nedenle olumlu değerlendirilebilmektedir.
[5] S&P, 2013
[6] Bu dönemde Fitch Türkiye’yi yatırım yapılabilir ülke olarak derecelendirmektedir.
[7] Kredi derecelendirme notlarındaki değişimin Türkiye’de hangi ekonomik ve politik ortama denk geldiği, ayrı bir yazıda ele alınacaktır.
[8] Bu sorunlar S&P, Moody’s ve Fitch’in Türkiye raporlarından derlenmiştir.