" 21. yüzyılda, ekranı kontrol eden kişi bilinci, bilgilenmeyi ve düşünceyi de kontrol eder. Ekran zihnimizin aynasıdır. Ekranı edilgin bir biçimde seyrediyorsanız, programlanmışsınız demektir. Kendi ekranınızı düzeltiyorsanız, aklınızın denetimindesiniz" (1)
Aynı Chomsky "Sam amca ne istiyor" başlığını taşıyan bir kitap içinde derlenmiş makalelerinden biri olan "Yurtta beyin yıkama"nın sonunda aynen; "Bağımsız (alternatif) medya (da) çok önemli bir rol oynayabilir . Bağımsız kitle iletişim araçları, ellerinde yeterince kaynak olmasa bile, halk örgütlerinin izlediği aynı yolla - sınırlı kaynaklara sahip insanları bir araya getirip etkileşimlerini sağlayarak güçlerini ve kendi bilinçlerini arttırma yoluyla- anlamlı işler yapabilir. Hakimiyeti elinde tutan seçkinleri korkudan tir tir titreten demokratik tehdit budur işte "(2) diyerek hemen hemen tutulması gereken yolun ne olduğunu gösteriyordu.
İnsanoğlu yaşamını sürdürüp, geliştirirken bedeni ve aklının gelişmesi için bazı desteklere gereksinim duyar. Temel sağlık ve eğitim hizmetleri bu amaçla düzenlenir. Sağlık hizmeti, özü gereği herhangi bir ayrım ve politik düşüncenin egemenliğine bağlı değildir genellikle. Mevcut olanaklarla -ki bunlar hemen her zaman kısıtlıdır- verilmeye sağlanır.
Ama eğitim farklıdır. Özellikle örgün ve temel eğitim ise, hemen hemen tüm toplumlarda politik erkin tercihleri ve istemleri doğrultusunda şekillendirilir. Topluma ve bireylere hangi bilginin ne oranda ve nasıl verileceğini, egemenlerin durumları, istem ve gereksinimleri belirler. Oysa bireyin bilgi gereksinmesi her şeyden önce kendisi ve yaşamı içindir.
Verilenle gereksinim duyulan arasındaki açığı kapatmanın en önemli araçlarından birisi de günümüzde kısaca "medya" olarak adlandırdığımız kamu iletişim araçlarının sunduklarıdır.
Kuşkusuz medya da Chomsky'nin dediği gibi kendisi ve ilişkide oldukları sınıf ve kesimlerle bağlantılı olarak topluma neyin, ne oranda ve nasıl verileceği konusunda kendi konum ve erkinden kaynaklanan bir tasarruf kullanacaktır. Ama yine de bu aracı elinde bulunduranlar, toplumdaki farklı etki gruplara ve taraflara ait olmaları nedeniyle egemenlerin verdiklerinden daha geniş ve çok boyutlu şeyler yazıp söyleyebilirler. Günümüzdeki aslında bir sınıf ya da kesim için mevcut olan demokrasinin varlığını sürdürmesinin, herkes için varmış gibi görünmesinin nedenlerinden birisi de budur.
Dolayısıyla bu tür örneklerden birisi olarak; insanların doğrudan ilişki halinde bulundukları ve sürekli sorgulama, en azından tartışma durumunda bulundukları yerel medyanın verdikleri çok önemli hale gelmektedir. Toplumların tarihine ve kamu iletişimiyle ilgili geçmişe bakıldığında bu düşünceyi doğrulayan yerel medya örnekleri görülecektir.
Aklın yolu birdir..
Aklın yolu birdir. Belki de Chomsky'nin yukarıda alıntıladığımız sözlerinden habersiz olan birileri; temel ayrımı yaşamın seyircisi değil de aktörü olmak da gördükleri için, kendilerine içkin bir düşü en azından söylem olarak 90'lı yılların sonuna doğru daha yaygın olarak paylaştılar.
Bağımsız İletişim Ağı bir proje olarak akıllara geldiğinde yaşamın aktörü olanlar, kendilerine sunulacak olanlara da dayanışma temelinde bir üretimle müdahale etmeyi hedefliyorlardı. "Kuvveden fiil"e dönüşen ve hedeflerinden sadece bir tanesi olan bir haber portalında yerelden geleni evrensel kılmayı amaçlayarak dünyaya sunan bu proje; bir yılı aşkın zamandır sayıları yüze yakın yerel yayın kuruluşunu en azından internet aracılığıyla birbirine ulaştırıyor, yani amacına ulaşıyor.
Haberi oluşturan ve alıcısı olan, yaşamın aktörü olmayı yeğleyenlerin örgütleri niteliği taşıyan TMOOB ve TTB de bu etkinliğe katıldı. Dahası bu düşünce yaşama geçebilmek için AB'den bir maddi destek de aldı. Bu konuda koparılan fırtına ve yapılan tartışmalarda projeyi yaşama geçirenler; AB normlarının bu coğrafyada varolmasını kendi insanlarının da insan olmaktan kaynaklanan gereksinimleri olduğu saptamasını yapmışlardı.
Bir toplumsal denetim modeli olarak; yaygın medyada yazılmayan, yayınlanmayan, yok sanılanlara bir ifade platformu oluşturmak önemliydi.
O günlerde başlayan bu proje, üretim temelindeki dayanışmayı, yaşamın her anında birlik ve dayanışmaya dönüştürmeye de çalışıyor şu günlerde. Tek tük örnekler halinde de olsa bunun öncüllerini ortaya koyan BİA'cılar hedeflerine gerçekten ulaştıklarında, olacak olanların ise asıl farkı yaratacağını belirtiyorlar.
İçeriden birisi olarak birinci elden yaşanan bir tanıklığın paylaşılması, söylediklerimi belki de daha kolay anlaşılır kılacaktır.
Orda bir "yer" var mı?
40 yıl önce yaşamına başlayan Siirt Mücadele gazetesinin sahibi, yazı işleri müdürü, başyazarı, dizgicisi, montajcısı, baskıcısı, sırasında koltuğunun altına alarak dağıtıcısı ve aynı zamanda da yukarıda söz ettiğimiz "Bağımsız İletişim Ağı" projesinin Yürütme Kurulu üyesi olan Cumhur Kılıççıoğlu'nun "Mücadelenin kırkıncı yılı münasebetiyle hazırlanan sergi ve kokteyli onurlandırmanızı saygıyla dilerim" yazan çağrısı, BİA-PYK üyesi olarak bana uzun bir zaman aralığından sonra yeniden pusulayı doğuya çevirme ve bu ilimize gitme görevini verdi.
Dayanışma, "iyi ve kötü günlerde" de birlikte olmayı gerektiriyordu çünkü.
Batman'da uçaktan inip de başta her çeşit "operasyon" olmak üzere yaşamın ana unsuru olan, yoksullarda "eşeğin", varsıllarda "at"ın yerini alan binek aracı minibüse bindikten sonra, Siirt'e kadar geçen bir buçuk saatlik yolda ilk kez 35 yıl önce gördüğüm ve koca bir bin yılı devirmemize karşın değişmeyen "doğunun makûs talihini" neyin değiştirebileceğini düşündüm durdum.
Siirt'e girerken gördüğüm 108 bin kişilik il merkezi nüfusunun çokluğuna hayret ederken, büyük bir şehre geldiğimi düşündüm önce. Sonra Siirt'in 1890 yılında toplam nüfusunun, üçte biri müslüman olmayan ahaliden oluşan yaklaşık 100 bin kişi olduğunu öğrendiğimde(3) aslında gerçek büyüme ve gelişme olanağının geçen 110 yılda yaşananlar nedeniyle kaybedildiğinin ayrımına bir kere daha vardım. İnsanın insana ettiğine bir kez daha hayıflandım.
Yüz yıl önce bu coğrafyayı kendi vatanı kabul eden insan mozayiğinin bir bölümünün neden burada olmadığını ; 5,6,7 dilliyken neden "üç dilli"
diye anılmayı kabul ettiğini sordum durdum, bu şehrin.
Orak Çekiç
Bir tepe üzerinde "devlet eliyle" yapıldığı belli olan ancak yaşam izi görülmeyen hepsi bir örnek evlerden oluşmuş bir mahalle gördüm. "Göçmen"lerin yerleşimi için yaptırılan bu mahallede evlerin yerleşiminin yukardan bakıldığında orak çekiçe benzemesi nedeniyle iskana açılmadığını öğrendim, sonradan.
Bu mahalleyi gördükten yaklaşık yarım saat sonra Cumhur Kılıççıoğlu'nun gazete "yazıhane"sinde oturduğu masanın arkasında asılı duran; bir duvara çizili orak çekiç ambleminin önünde oturan bir küçük çocuğun yer aldığı Nikon takvimi bir rastlantı mıydı yoksa bir tavır ve duruşu mu anlatıyordu doğrusu çözemedim.
Ama bu iki günlük gezide gördüğüm tam bir kolaj oluşturan "Siirt resmi"nin olmazsa olmaz unsurlarından birisi bu duruştu sanki. Orada "muhalif" olmak ve olanı yetersiz görüp eleştirmek ve düzeltmeye çalışmak yaşamın, yaşantının omurgasıydı sanki. Belki tuhaf gelecek ama devleti temsil edenler de sanki aynı omurgayı kabul etmişlerdi.
Genç il valisinin yerel medyanın önemi için söyledikleri, emniyet müdürünün insana duyarlı ve toplumu anlamaya çalışan davranış ve söylemi bu düşüncemi destekleyen bence önemli ve Doğu'nun geleceği yeniden kurulurken öne çıkarılması gereken unsurlardı sanki.
Onların 40. yıldönümü törenine katılmalarında ve törenin sonuna kadar kalmalarında; Kılıççıoğlu'nun ; Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Sevk ve İdare Yüksek Okulu'ndan mezun olduktan sonra Siirt Orman İşletmesinde ilk memuriyetine başlaması, Valiliğin değişik dairelerinde ve İl Planlama Bürosu'nda 17 yıl fiilen müdürlük yapması, bu süre içinde Siirt için hazırladığı 5 Yıllık Kalkınma Planı Raporu'nun olması, herkes tarafından saygı duyulan ve sevilen bir kimliği rol oynaması kadar; bence bulundukları yerin resmi görevi olmayan insanları ve "eşrafı"nı aslında kendilerinden farklı görmemelerinin de rolü vardı.
Ve ölüm dağılır...
Sonradan Siirt'li olduğunu öğrendiğim Hilmi Yavuz'un "Doğudan birkent" şiirini okudum. Orada bir hüzün bir isyanla birlikte anlatılıyor gibi geldi bana. Hilmi Yavuz belki de yıllar önce "orda güz bile / kurur acıyla birlikte / çürür gurbetler yüklükte / ve ölüm, bir büyük aile / gibi dağılır konaklarından" derken, Siirt'in ve Siirt'linin yaşamını kısa yoldan ama çok güzel anlatıyordu. (4).
Başta İstanbul olmak üzere coğrafyanın dört bir yanına dağılan Siirt'lileri bir araya toplamak, en azından adreslerini saptayıp birbirleriyle iletişimlerini sağlamak isteyen Cumhur Kılıççıoğlu'nun bu talebini il dışında yaşamlarını sürdüren çoğu Siirtlinin düşmanları yerlerini öğrenir korkusuyla yanıtlayamadıklarında, anladığım aynı isyanın acımasızlığıydı.
Kadınlar günü Siirt'te mi doğdu yoksa ?
22 Ekim 1910'da Siirt'e gelen Kilisli Dr. M. Derviş Kuntman anılarında Siirtte geçen günleri anlatırken ilginç bir olaya değiniyor(5). Onun sözleriyle aktaralım:
"Bu üç dilli Siirt'lilerin pek garip adet ve an'aneleri vardır. Bunlardan 'Cigor Günü' diye bir gün tanırlar ki, o gün yerliler dükkanlarını kapar, atlara binerek, türlü yemekler bilhassa Cigor Köftesi hazırlayarak Botan Çayı kenarında Re'sulhacer'e giderler. Orada silah atar, nişan vurur, akşama kadar eğlenirler. Geceleri de ev damlarında fişek atar, şarkı söyler, şadmanlık yaparlar. Bir de 'Ateş Geceleri' vardır. Bugünlerden birinde kadınlar minareye çıkıp hep bir ağızdan; 'Ya Kevkebi, Ya Kevkebi, İc'al Zevc'i himaren irkebi' diye bar bar bağırırlar. Manâsı; 'Ey benim yıldızım, kocamı merkep yap da, ben de üstüne bineyim' demektir. Bu feryat Siirt kadınlarının kocalarında çok çektiği, içtimai mevkilerinin sıfır menzilinde olduğu anlaşılmaktadır."
Bu sözlerden sonra Dr. Kuntman, Siirtli kadınların yaşadıkları zorlukları anlatıyor. Ama bana çok anlamlı gelen ve ilgimi çeken; kadınların yılda bir kere de olsa minareye çıkıp durumlarını haykırabilmeleri. Acaba "kadınlar günü" başlangıç yeri ve tarihi burası mı diye düşünüyorum.
Belki de bu nedenle Cumhur Kılıççıoğlu kutlama gecesinde geçen 40 yılı simgeleyen 40 tane mumu bir tepsi içinde sayıları kırkı bulmasa da başta eşi olmak üzere yakın çevresindeki ve toplantıya katılan kadınların yakmasını istedi. Bu 40 yılın yaratılmasında eşinin ve kadınların önemli ve olmazsa olmaz desteğine yaptığı vurgu yanında kadınların yaktığı bu mumların "aydınlanma"ya katkısını dile getirmek istedi belki de. Buradaki iki öğe, yani kadınlar ve minareden tepki belirtmek bence yerel medyanın işlev ve yapabileceklerini gösteriyordu. "Kadınlar" yani sesi dünyaya ulaşamayanlar, "minareyi" yani farklı olanakları kullanarak seslerini 120 yıl önce duyurmayı başarmışlarsa, iletişim çağında yaşadığımız bu gün biz neden başarmayalım, seçenek olabilecek bir sesi, söylenmemiş sözü ulaştırmayı.
Açılış konuşmasında genç İl Valisi'nin yerel medyanın önem ve işleviyle ilgili söyledikleri de aslında bu noktada birleşildiğini, BİA düşüncesinin birbirinden bağımsız bir şekilde birçok insanın düşünde ve düşüncesinde olduğunu gösteriyordu. Gerçekten de yerel medyanın birey ve toplumun bilgi eksikliğini tamamlama ve demokratik denetimi daha doğrudan kullanma anlamında ikame edilemez bir işlevi vardır.
Siirt'te ilki 1937 yılında yayına başlayan ve bugüne kadar yayınlanan, birçoğu yayın yaşamını sürdüren 20'yi aşkın yerel gazetenin olması da kanımca birlikteliği dayatan somut bir durumdu. Şimdi düşünüyorum; tüm Anadolu'nun yereldeki sesini yine tüm Anadolu'ya taşıyacak gerçekten seçenek olabilecek bir genel medyanın gücü karşısında kim durabilir. Chomsky'nin önerdiği gerçek bir medya denetimi böylelikle varolmaz mı?
Siirt Mücadele'nin 40 yılı
Günümüzde yerel medyanın başka bir işlevi daha ortaya çıktı: Aslında birçok yerde aynı anda, aynı nedenlerle benzer olgu ve olayların yaşanmasının bir toplu duruşu sağlama açısından bu yerellerin birbirlerinden güç almalarını sağlıyor. Artık yerel medya gelişmiş iletişim araçları, özellikle de internet ve uydu iletişiminin sağladığı olanaklarla, yerellik nitelikleri değişip eksilmeden daha çok kişiye ve benzerlere ulaşabiliyor.
Böylelikle birçok yerelin ortaklığı, benzerliği ve önemi kavranmış yaygın ve geniş boyutta başka bir alternatif evrensel medya olabileceğini bir kez daha ortaya koyulmuş oluyor. Küreselleşme karşıtları eylemlerinin birçok ülkede aynı biçimde ve koşut taleplerle ifade edilmesinin ardında, bu benzerliğin sürekli ifadesi yok mu?
İnsan yaşamının her boyutu ve anlamında gerçekleşmesinin en önemli araçlarından birisi de benzer durumda olanların kendileri için iletişime geçmeleri ve dayanışmalarıdır. Kanımca bu geleceğin insandan yana medyasını yaratma yolunda çok önemli bir girişimdir. İşte BİA girişimi yukarıda söylediğimiz gibi bu düşünceden somutlaşmıştır.
BİA'nın bir PYK üyesiyle "Siirt Mücadele" gazetesinin 40. yaşını kutlamaya gitmesi bu açıdan önemliydi.
Bundan yaklaşık 60 yıl önce; ilk yazısı ilkokulun duvar gazetesine kabul edilmeyen Kılıççıoğlu tam da bu sıralarda Amcası M. Emin Kılıççıoğlu'nun yayınladığı Siirt gazetesinde çalışmaya ve yazılar yazmaya başlamış. 1962 yılında kendi gazetesi olan "Mücadele"yi, 1977 yılında da Siirt'te Sonsöz gazetelerini kurmuş. Basın mesleği yaşamında çeşitli dallarda sayısız ödüller kazanarak defalarca yılın gazetecisi seçilen Cumhur Kıılıççıoğlu'nun bir özelliği de Siirt'te yayınlanan tüm gazetelerde yazmış olması.
Gazeteciliğini Yenigün, Yeni Sabah, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, gazeteleriyle Anadolu Ajansı'nın muhabirlik yaparak da sürdüren Kılıççıoğlu bu kimliğiyle değişik zamanlarda radyo ve tv'lerde de çeşitli programlara katılmış. Anadolu Basın Birliği'nin kurucularından ve son dönem Yönetim Kurulu üyeliğine seçilen bir gazeteci Cumhur Kılıççıoğlu.
Onun her aşamasıyla kendisinin ilgilenip kotardığı; 7 Nisan akşamı Siirt Öğretmen evi salonlarında gerçekleştirilen 40. yıl kutlamasına 300'ü aşkın Siirtli yanında il dışından ve çevre illerden gelen onlarca misafir de katıldı.
Cumhur Kılıççıoğlu'nun kişisel ve Siirt Mücadele gazetesinin arşivinden derlediği gazetenin geçmiş nüshaları yanında, Siirt ve çevresiyle, Anadolu'nun değişik yerlerinde yayınlanan birçok yerel medya örneği, daha yapılacak çok iş, bir araya getirilecek çok yayın olduğunu ve yaşayan bir tarihin adresini gösterdi bana. Sergiyi gezerken gördüğüm toplumumuzu ilgilendiren önemli tarihlere ait ulusal gazete örnekleri yaklaşık 100 yıllık bir dönemi satır başlarıyla gözden geçirmeme yol açtı.
Törenin açılışında Kılıççıoğlu, kısa bir konuşmasında biz ona teşekkür edecekken o bize teşekkür etti. Üstelik de özel önem verdiklerinin, bu arada BİA'nın da adını özellikle belirterek... Siirt Mücadele gazetesi ve Cumhur Kılıççıoğlu'nun yaşamından kesitlerin sergilendiği bir multivizyon gösterisini izlerken onun karizması, kişisel geçmişinde üstlendiği görevler ve toplum içindeki duruşunu daha iyi algıladım. Kendi sözleriyle dünya düşüncesi ne olursa olsun bir gazetecinin "bağımsız" olması gerektiğini gösteren bir ders gibiydi.
Multivizyon gösterisi sırasında, geçen kırk yıldan değişik görüntülerle, bugüne kadar gazetede görev yapan sorumlu yayın müdürleri, yazarları, emekçileri sunulması da her şeyden önce emeğe ve okuyucuya duyulan saygının bir göstergesiydi. Bu gösterinin son karesinde yer alan "Mücadele edenler hep kazanmazlar ama kazananlar hep mücadele edenlerdir" sözünün ardından anma toplantısına katılanların Cumhur Kılıççıoğlu'na yönelik alkışları 40 yıllık bir gazetenin ve 64 yıllık dolu dolu bir yaşamın ödüllendirilmesiydi.
KAYNAKLAR:
1. Medya Denetimi-İmmediast Bildirgesi, Noam Chomsky, Tüm zamanlar Yayıncılık, 1993, İstanbul,
2. Sam Amca Ne İstiyor, Noam Chomsky, Minerva Yayınları, 2000, İstanbul
3. Cuinet'e göre 1890'da Siirt Sancağı'nda nüfusun etnik ve dinsel dağılımı şöyleymiş: Müslüman 64.448, Gregoryen 28.119, Katolik 1.000, Protestan 1.033, Keldani Katolik 2.600, Süryani yakubi 2.450, Yezidi 1.092; Toplam 100.742 kişi.
4. Hilmi Yavuz'un "Doğudan Bir Kent" adlı şiiri:
Siirt, ağaçsız gömütlük / Çocukluğu doğal kireç / Bir kent, orda her kuyu / Bir ermiş kadar su bilir / Hüzne kil, öfkeye kum / Bir kent, orda duyguyu / doldurur boydan boya zakkum / Siirt, rüzgarı saralı / Gençliği yol geçen hanı / Bir kent, Korkunun pirinci / gibi ayıklar zamanı / dilencisi, kör nergis / bir kent, ölü bir balı / gömer arıya peteksiz / Siirt, Üzümü ayna / yaşlılığı beton laledan / bir kent, orada güz bile / Kurur acıyla birlikte / Çürür gurbetler yüklükte / Ve ölüm, bir büyük aile / gibi dağılır konaklarından.
5. Her Yönüyle Siirt, Cumhur Kılıççıoğlu,Kadıoğlu Matbaası, 1992, Ankara (MSNU)
* Bu yazının kısaltılmış hali, 28 Nisan 2002 tarihli Radikal 2'de yayınlanmıştır.