Cumhur Abi'nin vefat haberini önceki gün aldım. Haberi alır almaz kendi telefon numarasını aradım. Telefona Mahir çıktı, küçük oğlu.
Cumhur Kılıççıoğlu kimdir?
bianet yazarlarından Cumhur Kılıççıoğlu hayatını kaybetti
İşte, öte yakaya göçenin ardından aile fertlerine söylenebilecek sözlerdendi konuştuklarımız tabii ki. Ama bir cümlesi vardı ki sıradan olmayan; 'benim için apayrı bir güzel insandı ve hep orada Siirt’te abide gibi duran işi basın emekçiliği olan bir insandı' dedim. Bunları deyince telefonun öbür ucundan Mahir “Abi, sizde hep aile içinde adınız geçtiğinde babam için öyleydiniz” deyiverdi.
Sonra kapadım telefonu iki kişiyi aradım; Cumhur abinin ve benim iki ortak dostumuzu! Nadire Mater’le Ruşen Çakır’ı. Üzücü haberi verdim kendilerine. Nadire abla “Ne olur sen yaz onu dedi, biamag’a. Ben yazamam şu an o modda değilim” diye de ekledi.
Cumhur abi ile ilgili bir yazı yazılmaz ki! Çok yazı, çok mektup hatta kitap yazılır / yazılmalı diyemedim elbette. Bari burada yazmış ve altını çizmiş olayım. O kadar çok anımız var ki!
Hangi birini anlatayım. Çarşı içindeki o matbaanın küçük odasının dili olaydı da konuşaydı. “Herkesler beni Cumhur Kılıççıoğlu olarak bilir ya! Hatta Siirt merkezden ve Arap bilir. Değilim, ne Siirt merkez, Ne Cumhur, ne de Arabım. Pervari’nin Deştêtan bölgesinden gelmişiz ve aslım Kürt, o sebeple yıllar evvel kimi yazılarımda “Deştêtanlı” müstear adını da kullandım. Kürtlüğüm ise, Araplaştı artık hemde iyice Siirt’te demişti.
İlk evvel Siirt’te fark etmiştim Siirt Araplarının Kürtlere “Ekrad” diyerek aşağılarcasına küçümsemelerini. Hatta Siirt’in resmî dairelerinde hemen tüm şeflerin, müdürlerin Arap olduğunu. Kürtlerin ancak sıradan memur ya da müstahdemlik kadrosunda olduğunu. Ticaretin de çok büyük ölçüde Arapların elinde olduğunu. Nitekim bu farkında oluşumu Cumhur Abiye de söylemiştim.
Ama itiraf edeyim ki gerek Siirt’te kaldığım iki yıllık zaman dilimi içinde gerekse sonrasında onca uzun yılların dostluğu süresince Cumhur Abi’de ne Kürdü ne de bir başka halkı ötekileştirdiğinin diline de ruhuna da yansıdığına tanık olmadım.
İnsanı sahiden seven, mizahi dilini de kullanırken sadece çok güzel tebessüm eden ve ciddiyetini de koruyan güzel bir insandan söz ediyorum.
20 yıl evvel 2004’de onu bilge kişi olarak imleyerek bir yazı yazmıştım hakkında ve bir de onu anlatan bir Akrostiş şiir eklemiştim yazının sonuna, şöyleydi;
Cevabı her zaman aranacaktır elbet,
Uzaklarda mı ki aradığınız?
Mesela yüreğinizin saklısında mı?
Hemen yerini söylemeyin isterseniz.
Unutmayın, yeter.
Rehberdir size, şehrine dair sorduklarınız.
Kızar bazen, ama öfkelendiğini hissettirmeden.
Ilımlı olmak felsefesidir onun.
Lâkin karara varmak için tanımak gerek
Işıldayan yüreği,
Çağıldayan sesi,
Çocuk saflığında kalemiyle,
Issızlığın ortasındadır bilge.
Onu hâlâ tanımamışsanız eğer!
Garip kalırsınız şehrinizde, ya da Siirt'te.
Lakırdı kabilinden benimkisi zaten onu tanıyanlara,
Umursamayanlara ise baş harfler çağrı niyetinedir.
Cumhur Kılıççıoğlu'nu tanımam neredeyse yarım asra dayanır. Anılarım olan şehirlerden bir de dostumun olması, uzun yıllardır vazgeçemediğim..
İşte, bende Siirt'i çağrıştıran ve her Siirt sözü geçtiğinde “ha durun hele bir dakika, orada Cumhur abi var” demişimdir hep bilenler bilir. Zîvzîk narı da kırıp yemişizdir, büryan kebabı da, Siirt’i tepeden seyreden bir yerden uzaklardan bir şarkıya kulak kabartmışken şarap da yudumlamışızdır birlikte.
Cumhur Kılıççığlu bir şehir insanıydı. Yüreği şehri-Siirt için atanlardan. Peş peşe kitaplar yayımlamış ve hepsini de yollamıştı bana. Daha birinin tadı damağımdayken bir bakmıştım ki diğeri bana el etmişti.
Ve bir çağdaş Evliya Çelebi gibiydi mübarek. Dünya gözüyle “görebileceğim yerleri göreyim” felsefesini kendine ilke edinmişti. Bir çok sıradan ve sürüden "ülkem insanı" ben ve Cumhur ağabey gibilere "bırakın canım onlar deli" dese de “evet” demek en doğrusu! Dedikleri doğru ama onların anladığı kabilden değil. Şehrinin ve doğrularının delisi belki de daha doğruydu.
Matbaasında tek kişilik bir ordu gibi ömrü billah dur durak bilmeden "Mücadele" demişti, gazetesine ad kendine ilke olarak.
Her yıl Ankara’da, İstanbul’da verilen basın ödülleri içinde mutlaka Cumhur abinin adı da olurdu. O ödüllerden birinin hikâyesini bir defasında anlatmıştı.
Haberin başlığı şöyle; “Siirt’te geçtiğimiz yıl Turizm patlaması; yüzde yüz!” Detay şöyle; bir önceki yıl turizm müdürlüğü kayıtlarına göre bir yabancı turist gelmiş Siirt’e. O yıl da evli bir çift Van’a gidecekmiş. Haritadan Pervari üzerinden de bir yol olduğunu görünce orayı tercih etmişler. Yola düşüp Pervari’ye varınca yolun orda bittiğini öğrenmiş tekrar Siirt’e geri dönmüşler. Kayıtlara o yıl için iki turistin şehre geldiği düşünce turizm de patlayıp ikiye katlanmış ve Cumhur abi ödülü hak etmiş.
Aslında bu tür haberlerinde ince ironiler hep vardı. İfşa edilmemiş eleştiri haberin sunumunda gizliydi çoğu kez. O valili, kaymakamlı, amirli, müdürlü herkesin her gün birbirinin yüzüne baktığı şehirlerde olanca gerçeği haber yapmanın ne denli zor olduğunu bilenlerdendi.
Bir defasında demişti ki; "Dosdoğru gazetecilik yapacaksan mesela Siirt’te; işin hiçbir resmî kuruma düşmemeli! Düşerse yapmazlar, zora koşarlar. Hasta olarak hastaneye gitmemelisin! Çünkü doğruyu yazıp eleştirip söylüyorsun ya! Dokuz değil, ondokuz köyden kovarlar insanı."
Bu zorlukları bilen ve bunlarla yaşamayı kabullenerek Kavafis’in şehir şiirindeki gibi şehrinde yaşayarak ömrünü şehrinde tüketen bir insan Cumhur Kılıççıoğlu abim.
Bu yazı tabii ki bianet'e yakışırdı. Çünkü bianet'in kuruluş yıllarında çok emek vermiş hatta yanlış hatırlamıyorsam danışmanlık da yapmıştı. E, bu da doğaldı. Ömrü çeyrek asrı geçen bianet'in kimlerle yolu kesişmemişti ki! Cumhur abi de bu yolu kesişen basın emekçilerinden biriydi işte.
İnsanlar çok sizli-bizli konuşur oldu bu tuhaf zamanlarda! Saygı gösterdiklerini sanıyorlar. Değil elbette! Peşinen mesafe koyuyorlar. Koysunlar, bir diyeceğimiz yok.
Biz yine de hak edene “abi” ya da “abla” demekte ısrar edelim. Ben o gelenektenim ve o adam benim için abiydi, ruhu şad û handan ola, aziz toprağında rahat uyuya Cumhur Abi…
(ŞD/EMK)