"Anlamak tümseklerden ve çukurlardan geçiyor."
Meryem Coşkunca
"Ars longa, vita brevis"
Antik Yunan hekimi Hipokrat'ın söylediği "Sanat uzun, hayat kısa" sözünde yüzlerce yıl öncesinde bile insan yaşamının sanatı anlamaya ya da onun verdiği estetik hazza doymaya yetmeyeceği dile getirilmiştir. Sanat, insan duyarlılığını sonsuz olasılıkla var eden kuvvetlerden biri olarak varoluş kaygısını beden sınırlarının üstüne taşır. Varoluş muamması ise edebî noktada dil ile açığa çıkar.
Kaybetmemek için savaşır dil, ama neyi kaybetmemek? Kişisel bir noktaya varsa da cevap bir açıdan insanın öldükten sonra da varlığını kanıtlayan bir tür delil. Belki fiziksel olarak yok olmadan önce dilin olanaklarına tutunarak "varım" diyebilmenin farklı yoludur sanat. Elbette sanatın hafifletemeyeceği acı yoktur fakat bunun için izlenen güzergâhın etkisi yadsınamaz: Bazıları için fotoğraf, bazıları için resim, bazıları için heykel, müzik, şiir...
Varoluş gizeminin getirisi olan yazma eylemi, kişinin dünya ile başa çıkamamasının neticesidir. Çünkü yazmak sadece bireyin iç hesaplaşması değildir; insanla, toplumla, siyasetle, devletle, ötekileştirilme gibi pek çok durumla ilgilidir. Haliyle şiir bu geniş edebî deltada kendine çokça yer bulur. Dünyanın hızla çoğalan gürültüsüne karşı başka ne çare olabilir ki! İnsanın derinliklerinde, koyu karanlıkta açılmış yaraları temizlemeyi, zamanla kapatmayı ve kendini iyileştirebilme gücünü öğretir şiir. Hasar görmüş ruhların iyileşmek için araladığı kapıdır. Ölmeye bu denli meyilli toplumlarda iyileştirici gücü olan her öğretinin önüne engeller konur. Bu noktada sanat ve sanatçının sihirli gücü tekrar tekrar karşımıza çıkar. Meryem Çoşkunca'nın da ifade ettiği gibi: "Anlamak tümseklerden ve çukurlardan geçiyor." İnişli çıkışlı bir dünyada düz, apaçık bir anlam aramak beyhude bir çabadır şaire göre. Çünkü anlam; zorluklarla, derinliklerle yüzleşmeyi ve fazlalıkları yontmayı gerektirir.
Coşkunca şiirine dair ilk izlenimim "2016 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü" ile oluştu. Okuyucunun şiir ile kurduğu bağ, üslup ya da kişisel birikimden ziyade şiiri anlayabilmekten geçmektedir. Bununla beraber şiir bağı; şiirin okurun yaşantısından izler taşıması, sıkıntılarına cevap olması ve şairin de halkının yükünü ne kadar taşıdığıyla ilgilidir. Dolayısıyla onunla oluşturduğumuz bağın yakınlığı ve uzaklığı şiiri kişisel olarak güçlü ya da zayıf kılmaktadır. Sanat doğrudan ya da dolaylı şekilde kişiye/okuyucuya hitap etmekle genişletir açısını. Şiir okunduğunda kimi sesler cümlelere evrilip kulakta kalıyorsa okuyucunun iç dünyasında özel bir yer edinir. İşte Meryem Çoşkunca da kulağa ses olup iç dünyaya varabilen şairlerden.
Eagleton'ın "Dil duygumuzu yitirmek de dilden çok fazlasıyla bağlantımızı yitirmek anlamına gelir" ifadesi yaşantının dil ile ilişkisini vurgulamaktadır. Çünkü şair, zihinsel alışkanlıkların sıradanlığından dili ancak insani duyguların derinliklerinden tutarak kurtarabilir. Söz konusu şiir, sözcüklerle varlığını devam ettirir. Dilin uzantıları olan sözcükler şiirle birçok anlam kazanır. Böylece okuyucu ile iletişimin karşılığını bulur. Anlamın diriliği bundandır. Bu bağlamda sözcüklerin keder, acı ve direnç anlamlarına kapı aralayan bir şair Coşkunca:
anlamak tümseklerden ve çukurlardan geçiyor.
anlamak hayretten ve şaşkınlıktan
tökezlemeye bin şükür
anlamak yıkmaktan ve yıkılmaktan geçiyor
kanamaya bin şükür
anlamak kanımın sıcaklığından geçiyor.
Coşkunca'nın şiirlerinde özellikle boşluk imgesi kendine yer buluyor: "İnsan katıyken boşluğu azdır." Anlamların sığındığı sözcükler bazen insandan bağımsız yaşam sürüyor fakat dünyanın birçok açıdan manasını yitirmesi ve oluşan anlamsızlıkların boşluk olarak nitelendirilmesi olarak da kabul edilebilir. Çünkü modern dünyanın bize anlatma biçimi bununla sınırlı gibi. En azından belli ölçütlere göre geri kalmış ülkelerde bu tür anlam boşlukları daha belirgin. Böylece Coşkunca'nın hepimizin çoğu zaman nereden geldiği belli olmayan boşluklarına dil aracılığıyla biçim verdiği söylenebilir. Bu, biraz da sıradan yaşantıların üzerinde durulup düşünüldüğünde varılan durakları gözlemlemekle ilgili. Meryem Coşkunca sıradan ya da hiç fark edilmeyen bireylerin, boşluklarla imtihanlarını şiirine taşımaya çalışıyor:
Sen boşluğun etisin.
Kendime en zor boşluğu beğendim.
Boşluğa bakıyorum boşluk çoğalıyor.
İnsanın suskunlukla bağdaşan yanı olsa da duygular ve düşünceler her vakit ses olma özelliğini korumuştur. Yaşamın dayatılarına karşı suspus olmayı reddeden Coşkunca, şiirlerinde kendi sesiyle başkalarının sesini harmanlıyor. Yaşamı; değiştiren, dönüştüren, sözcüklerin gücü ile yeniden inşa ediyor. Şair, kimi sözcükleri imge dünyasında özellikle şekillendirmek istiyor. Bu noktada dikkati çeken bir diğer imge "et"ten çekimlenen sözcükler. Günlük yaşamda hiç dikkat etmediğimiz bu sözcük cümlenin sahip olduğu anlam ile bütünleşince "normal" olmaktan çıkıyor. Alıştığımız durumuyla karşımıza çıkan "et" ifadesi ruhu hapseden bir geçekliğe dönüşüyor, böylece her şeyden önce varlıkta sürüp gitme çabasına dönüşüyor:
Sen boşluğun etisin.
Etinde beni sıkı sakla.
Yerden göğe, etten kemiğe, eşikten eşiğe.
Annem etimden sıyrılıyor.
Kabarmıyor etim dünyaya.
Dişlenmiş etim.
Sırılmış etim.
Kafka'nın deyimiyle "acıdan ve yalnızlıktan" güç alan insanların varlığını Coşkunca'nın şiirlerinde görebiliyoruz. "Sana Nasıl Ulaşabilirim" şiir kitabıyla deneyimlerinden, iç dünyanın "derin" ve "karanlık" yerlerinde gizli kalmış olandan besleniyor. Bu nedenle saklama kaygısından ziyade ortaya dökülen yaşamın her yönünü umutsuzluktan umuda taşıyor. Daha çok yazması dileğiyle.
(DM/AÖ)