geçtiğimiz pazar günü, "nehir muhabbetler" etkinliklerini gerçekleştirdiği kadıköy livane kafe'de dostları, sevenleri, arkadaşları, onun için "düğün" dedikleri bir tanıtım gecesi düzenledi. ben de oradaydım. sevgili sezai masaları dolaştı ve bizlere kitabını imzaladı.
yazının başında hemen haberini vereyim: benzer bir etkinlik bugün ankara'da mülkiyeliler lokali'nde de gerçekleştirilecek. eminim ankara'daki dostları sevenleri eğer katılırlarsa çok sevinecekler ve mutlu olacaklar.
sezai "düğün"ünün başında hem düzenleyenlere, hem de izleyenlere teşekkür ederken kısa bir konuşma yaptı. (bunun ilk bölümünü yazının başındaki videodan izleyebilirsiniz.)
sonrasında orada olanlar teker teker sahneye çıkıp ona, onun yaptıklarına dair duygu düşüncelerini ifade ettiler. bazıları da bu "düğün"ü keyifli hale getirecek değerli katkılarda bulundu. tıpkı "nehir muhabbetler" gibi nasıl geçtiğini anlamadığımız saatlerdi...
sevgili sezai sarıoğlu ile tanışıklığımız ve dostluğumuz oldukça yeni; ama dert edindiğimiz konuların koşutluğu ve eyleme biçimlerimiz, insan ömrünü çok aşan bir "tanışıklığı" var ediyor.
şiir, delilik ve düzen
sezai sarıoğlu'nun şiir kitabıyla ilgili bu etkinliğin tanıtım yazısının sonuna yazdığı; bana yolladığı davetiyenin kapağına da çizdiği resimde yer alan "şiir utandırmasın / şiir usandırmasın / şiir uslandırmasın" aforizmasını çok sevdim. özellikle de "şiir uslandırmasın" bölümü bana çok önemli ve anlamlı geldi. o yüzden de yazıya bu başlığı koydum.
bana göre şiir akıllı, uslu, normal adamların işi değil! ben şiiri normal tanımı içine girmeyen ya da ortalama dışındaki insanların, yine normal ve ortalama duygu, düşünce ve davranışların dışındaki hallerinin dışavurumu olarak tanımlıyorum.
şairlik, şiir yazmak bir tür "delilik" hali bence. pek çok nedenle insan bu hale gelebilir. "aşk" en başta gelen ve örnekleri sık görülen nedenlerden birisi. "aşk" bir esriklik, yaşarken yaşamın gerçeklerinden kopmaktır. aslında diğer tüm nedenlerin içinde de şu yada bu oranda "aşk" vardır. "aşk" güzeldir, "aşık olmak" güzeldir; onun için şiiri ve şairleri severiz, aklımıza ilk "aşk" ve "aşık" gelir. ama "aşk"larımızı kolay ifade edemeyiz, tıpkı "deliliklerimiz" gibi...
bir türlü itiraf edemediğimiz "deliliğimizi" ifade edilmesine ve kabul edilir olmasına aracılık ettiği için de böyledir.
bu özelliği yüzündendir ki şiir bir anlamda ortalama ve normalin emniyet subaplarından da birisidir. bir tür amortisör ya da suspansiyon işlevi görür bedensel ve ruhsal varlığımızda ve yaşamımızda;
şiir yaşamı esnetir, insanları esnetir, kuralları esnetir.
işte bu yüzden yönetenler de pek fazla sevmezler şiiri! çünkü şiir düzeni bozar; çünkü şiir düzene bir başkaldırı anlamına gelir. sözün kurallarını bozar, anlamın kurallarını bozar, cümlenin kurallarını bozar, konuşmanın, düşünmenin kurallarını bozar. en korkuncu da umudu ve hayal edilenlerin sınırlarını çok uzaklara taşır.
"aşk dediğin haram olur" kitabının her yerinde düzene, erk sahiplerinin ve iktidarın var etmeye çalıştığı düzene bir itiraz, bir eleştiri, bir isyan, bir karşı çıkış vardır. en azından böyle yapanlara yönelik bir övgü, bir destek ve bir yol gösterme vardır:
"taş yerine / herkesin attığı kendi dili / bildim / her taş yerinde / devrim" ("çifte vav" s:45)
egemenler bazen de kullanmak isterler şiiri. onun gücünden ve etkisinden kendi çıkarlarına yararlanmak isterler. nadiren başarırlar. çünkü "şiir"e benzeyen her şey "şiir" değildir, olamaz.
şiirin şiir olması için ayrıca bir emek gerekir. o yüzden ince işçiliktir şiir. ama her işçi de şiir yazamaz. bir de "bilge"lik gerekir. "bilgelik" çok bilgili olmak değildir. bilgelik bilmediğini bilmek, ama onu nerede arayacağını, bulacağını bilmektir aynı zamanda. bilgelik bildiğini nerede, nasıl ve ne kadar kullanacağını da bilmektir.
işte bunların bir araya gelmesi gerekir iyi bir şiir için. kimse tüm bunları sadece şiir yazmak için toplamaz. toplayınca da şiir yazmaz. onun için hem bunlara sahip olup, hem de sadece şiir yazmak için öncelikle "deli" olmak gerekir.
bu yüzden de iyi şairler "deli"dir.
"hey nefes / ney nefes / taştelaş / hevesine kaçtım"
bazıları "deli" diyemez şairlere; onun yerine "boş adam" nitelemesini yapar. bu da doğru değildir kanımca, şairler "deli" oldukları gibi "dolu", hatta "deli dolu" adamlardır aynı zamanda.
boş adamların da şair olmamalarının nedeni de budur belki. boş adamlar yalnızca "ses" veren adamlardır sıklıkla. şairler ise sadece "ses" vermezler "ses çıkarırlar" da yukarıda dediğim gibi onların sesleri de "şiir"leriyle çıkar. bu şiirler "soluk" verir aynı zamanda; ulaşması gerektiği kişilere kesimlere ulaştığında. aslında "büyük sesler" de bu "soluk"lardan çıkar.
o yüzden "nefes" de denir bizde şiire, "nefes"in içinde şiirin içinde gizli olan "ezgi" daha belirgin haldedir.
eğer ezgi ön plana gelirse, o zaman müzik olur. bestecilerin de şair olması da bu yüzdendir. hatta belki de şairlerden bir adım ileride olması bu yüzdendir. çünkü onlar sözlerle değil seslerle anlatırlar dertlerini, ve yaratıları da "salt ve çıplak ses" yani müziktir. ama bu müziği yalnızca duymak yetmez. bunu anlayacak olanların da yalnızca duyduğunu hissetmenin ötesinde o anlamı bilecek bilgiye de sahip olmaları gerekir. müzisyenlerin yaratıları yapıtları daha da korkutur yönetenleri, düzen sahiplerini.
sevgili sezai'nin "şiir uslandırmasın" demesinin nedeni de budur bence.
çoğalan ve çoğaltan şiir
sevgili sezai her şeyden önce bir "söz işçisi", hatta "söz emekçisi".
"söz" söylendiği anda çoğaltıyor... çünkü onun varlığı için en az iki kişi gerek. iki kişi ise çoğalmanın başlangıç noktası. sezai çoğalan ve çoğaltan bir insan.
bunu "güzel sözler" ederek sağlıyor. onun yaratı süreci yaşamın içinde en az iki kişinin söyleşmesiyle başlıyor. hemen çoğalıyor, söyleyenler ve dinleyenler, hem kendilerini, hem birbirlerini hem de oldukları ortamı çoğaltıyorlar.
"söyleşmek" içinde bir duygusal bağı barındırdığında ona "muhabbet" diyoruz. sezai bu yüzden öncelikle bir "muhabbet" insanı.
şairler genellikle kendi kendileriyle baş başa kalırlar, kendilerine kapanırlar ve böyle yazarlar şiirlerini, şiirler sonra dışa açılır, dağılır, başkalarına ulaşır. böyle üretilen şiirler duygu yoğun, sözcük oyunları belirgin ve çarpıcı şiirler olabilir.
sezai bu bakımdan farklı ilkin. çünkü şiiri çokluklarla, hele hele muhabbet duyduğu çokluklarla birlikteyse, onların arasında ve onlarla birlikte yaratıyor, üretiyor.
"nehir muhabbetler"i yıllardır izlerken buna birçok kez tanık oldum. şiiri yaratan sözler, imgeler, konular o muhabbet sırasında, adeta bir duvar çatlağının arasından birden bire çıkan çiçekler, yeşillikler gibi fışkırdığına tanık oldum.
böyle anlarda sık sık kendimi "yahu şiir yazıyor, bu adam konuşurken" dediğimi fark ettim. daha önce hiç duymadığım, hiç aklıma gelmeyen, o muhabbet sırasında yarattığı sözcükler, önüne arkasına başka bir şey eklemeyi gerektirmeyecek kadar başlı başına bir "şiir"di. dediğim gibi sezai bir sözcük işçisi ama artık çok ustalaşmış bir işçi o bence.
şiir ve şekil
her usta gibi kullandığı araç gereci, hammaddesini çok iyi bilen tanıyan bir ozan, biz söz ustası sezai.
sözcüklerin hammaddesi ise sesler ve onu yansıtan harfler yani şekiller. seslerden müzik çıkar, şekillerden ise resim. sevgili sezai'nin bu sayfada gördüğünüz "ithaf" yazısına dikkâtle bakmanızı öneriyorum. orada sözler var ama bir de "resim" var. benzer şekilde kitabın girişindeki ilk şiirde de bir resim var.
sözcüklerin müziğinin olduğu hep söylenir, ama ayrıca bir de sayfa içindeki yeri ve onun yaşamdaki karşılığının denk geldiği yeri gösteren bir de resmi vardır. serbest nazım yazan ozanların şiirlerinin kağıt üzerindeki görüntüsü, en yetkin örneklerini nazım hizmet'te "makineleşmek" ya da "kayık" şiirlerinden kolayca fark ettiğimiz bir görsel şölene dönüşür.
bu görselliğin başka bir boyutu da var bence.
sezai'nin şiirindeki resim, a'nı başka bir düzlemde tarihe kaydeden bir yol. sözlerin zamanın içindeki öncesizliği ve sonrasızlığına, özgürlüğüne belki de salt bir kanıt olsun diye vurulmuş bir zincir, bir zapt etme yolu. ama bunu da estetik boyutuyla yaparsanız ortaya bambaşka bir yapıt çıkar.
dolayısıyla sezai için sözcükler önemli ama harfler de onla kadar önemlidir.
"nar"
sezai bir "duygu işçisi"dir aynı zamanda. hisseder ve hissettiğini hissettirir. bu duygunun yaratımı ve üretimi, çoğaltımıdır. "yaşam" dediğimizde bir "canlı"dan söz ediyor olmalıyız. canlı ise maddi unsurlarının yanında duygularıyla vardır. insan da bedeni kadar duygusuyla vardır. onun şiiri bu duygunun insanı insan kılan temel özelliğinin "düşünmesinin ve düşünce gücünün" sayesinde anlam ve ifadesini buluyor. bu yüzden onun şiiri çok yüklü ve yine aynı nedenle çok güçlü.
kitabın daha ilk şiirinde "aşığa bağdat sorulur" da bu düşüncenin tezgâhından geçmiş bu duyguyu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. sonrasında da sürüyor bu. onun düşüncesi "toplumsal" bir dertten, "devrime olan aşkından" beslendiği için de bireysel olanla toplumsal olanın kesiştiği noktadan şiiri fışkırıyor.
"sen yenisin galiba; diyalektiği ve aşkı şaka sanıyorsun / kış serçesi gibi pencere önlerinde telaş yapıyorsun / aşk ile alışkanlığı birbirine karıştıran sayısal tarih / kuşların doğu'ya ölüme gitmesi içini üşütmüyor / sen yenisin galiba; aşkta havalar her dem kötü / iki yenilgi arasında arasında sözcüklerini araf'ta soğutuyorsun / sen yenisin galiba; soruların yetim, cevapların öksüz"
sezai tek! benzerlerinden farklı ve özgün. o yüzden "tek". ama çoğalmayı çok iyi biliyor, hem de kolayca. çünkü o "nar"ı biliyor, tanıyor ve anlamının farkında. bu yüzden "nar" onun yaşamının temel simgelerinden birisi. artık minik olmayan torununun "nar" olması da belki bu çoğalma arzu ve isteğinin bir dışa vurumu.
onun için çok olmak, çokluk olmak, toplumsal karşılığı ve anlamı bakımından öneminin ötesinde gerçekte bireysel olarak da var olmanın ve varlığının farkında olmanın da karşılığı. o yüzden "muhabbet" çokluk içinde "tek" olduğunu fark ettirmenin yollarından birisi.
sözü bağlarken, sezai'nin çok sevdiğim o sözünü biraz değiştirerek yeniden söylemek istiyorum. çünkü tüm bunların başı da sonu da orası:
"aşk utandırmasın / aşk usandırmasın / aşk uslandırmasın" (ms/ekn)
künye:
"aşk dediğin haram olur" şiir, sezai sarıoğlu,
yasakmeyve, komşu yayınları,
2012, isbn: 978-975-549751-4, 92