Adana’da, içine kapalı bir liseliyken sosyalleşmemi sağlayacak kitaplara yöneldim. İlk 1930’larda basılan, çeşitli dillere çevrilerek 50’den fazla ülkede 38 milyon adet civarı basılan ve günümüzde de kişisel gelişim raflarında çok satanlarda yerini koruyan "Dost Kazanmak ve İnsanları Etkileme Sanatı" kitabının yazarı Dale Carnegie’yle liseli yıllarımda tanıştım.
Üzerimde olağanüstü fakat süreli etkiler bırakmıştı. Tüm dikkatime rağmen “K” harfini gırtlaktan konuşma gafletine her defasında nasıl düştüysem bu kitapta üzerimdeki büyüleyici tesirini kısa zamanda öylece yitirmişti. Kitabın beni koymak istediği davranış kalıbına özgünlüğüm direnç gösteriyordu.
“Dost kazanmak için bile olsa, başkası oluyorsun dostum!” sözü sürekli kalbimden beynime giden uyarıcı sinyaller gibiydi. Akabinde arkadaşlık duygusunu pazarlamayı yürek hilesi olarak görüyordum. Dost kazanmak için yöntem geliştirmek insan ruhunu aşağılamak gibiydi. Oysa ki dostluk, bir karakter onayının ardılı ve ortak hafızanın sembolüdür.
İnsanın alışkanlıklarından ibaret olduğunun hatırlatıcı sillesi gibi tosladığım ilk sosyalleşme girişimimdi.
Bin bir surat yakıştırması yapılan ve her icraatında kılık değiştiren bazı seri katiller uzun uğraşlar sonucunda vazgeçemediği tüketim alışkanlığından dolayı yakayı ele vermişlerdir. Alışkanlıklarımız söz konusu olduğunda zihin konfor haline geçer, böylelikle artık ‘düşünme’ faaliyeti en aza iner. Bir rengi neden çok sevmediğimizi akıl tek başına açıklayamaz! Unutkan olmamız da aynı şekilde aklın işlevselliğine aykırıdır.
“Akılları zorlayan” ifadesi aklın bir sınırının olduğunu anlatır. Duygu çoğu zaman aklı olduğundan çok ileriye taşıyarak insana hata yaptırır. Bu da ayağın yerden kesilmesi özdeyişini de açıklayan bir durum olsa gerek. Aklın kişiliğimiz üzerindeki tesiri çoğu insanda duygunun gerisindedir.
Aklın gücü alışkanlıklarımızı, aşırı ve sınırsız isteklerimizi çoğu zaman kontrol edemez. Bu gerçekliği görmememiz, bizi kusursuz insana dönüştüreceğini umduğumuz hayallere duygulara sürükler. Bu duygumuzu da kamçılayan ya bir rol model ya da bir kitap olabilir.
Hayatımıza dokunan güzel insanlar ve kitaplar, bilginin ve başarının rehberi olduğuna inansak da hayatımıza yön veren karakterimiz üzerindeki tesiri onca unsurdan sadece biridir. Ama ‘Mükemmel Ben’ modeline evrilme konusundaki tutkularımız, eksik yanlarımıza karşı hazımsızlığımız sabırsızlıkla birleşince bizi sihirli değnek arayışına sürükler. Buraya kadar yazdıklarımla ilgili bir anımı sizinle paylaşmak isterim.
Öğretmenlik mesleğimin sekizinci yılı olan 2007 yılının Temmuz’unda Diyarbakır’da görev yapıyordum. Neredeyse her akşam gençliğin yoğunluklu uğrak yeri olan; çay, kahve içip sohbet ettiği mekanlara sahip Ofis Sanat Sokağı’nda hazırlık yayınları pazarlayan Metin, Psikolog Sedat ve tütün fabrikasında işçi olarak çalışan İbrahim’le saatlerce espri küpüne dönen keyifli zamanlar geçiriyorduk. Sedat en zekimiz, İbrahim en sabırlı olanımız Metin de hep müşteki olanımızdı. Tabi kendimi değerlendirmek bana yakışık olmaz.
Metin parasızlıktan, bekarlıktan; Diyarbakır’ın karasallığından, siyah bazalt taşlarından hatta havasından, suyundan şikayetçi, sıkılgan arkadaşımızdı! Fakat bizim coşkumuz Metin’in negatif enerjisini bastıracak kadar çoktu. Onun bu karamsar halini makaraya sarmamıza alışmıştı.
Cumartesi akşamları daha uzun oturabiliyorduk. Sohbetin ilerleyen safhasında aramıza katılan ve her zamankinden farklı olarak bu defa sıcak, heyecanlı, enerji dolu hali vardı Metin’in.
Her konuya olumlu kısa yorumlar yapıyordu. “Para mı? Hiç sorun değil, olumlu düşünelim, para gelir, ömür boyu bolluk ve bereketle yaşayabiliriz! Aşk mı? Düşünmeyeceksin, o gelip seni bulur! Zor olanı dert ederek daha da zorlaştırıyoruz. İstediğiniz her şeyi elde edebilir ve istediğiniz her şey olmayı da başarabiliriz. En güzel şeyler gelip sizi bulur, dert etmeyin. Para, sevgili, konfor ve ihtişamlı hayat!.. Bunları düşünmeyeceksiniz, içinizdeki çekim gücü onu size doğru çeker, rahat olun!”
Biz, rahat mı olalım yoksa uyanık mı olalım düşüncesi arasında kararsız kalmışken her konu üzerine papağan gibi bunları tekrar eden Metin’e dayanamayıp abartılı düzeyde seyreden bu olumlu değişiminin sebebini sorduk. "The Secret" kitabını okuduğunu ve kendini muazzam etkilediğini, mutlaka okumamızı istediğini söyledi.
Kitap hakkında kısa hatırlatmalar yapmak iyi olur sanırım. Kasım 2006 yılında piyasaya çıktığından beri, 190 hafta boyunca New York Times’ın en çok satanlar listesinde kaldı The Secret. Kitap; mucitlerden, bilim adamlarından ve büyük düşünürlerden örnekler vererek, onların da sırlarının olduğunu anlatıyor. Aynı doğrultuda kitap: “Sır”rı biliyorlardı, siz de okuyucu olarak Sır’rı öğrendiğinizde, istediğiniz her şeyi elde etmeyi ve istediğiniz her şey olmayı öğrenmiş olacak; asıl kimliğinizi bulacak ve hayatta sizi bekleyen gerçek ihtişamın ne olduğunu göreceksiniz” mesajını vermeyi amaçlıyordu.
Sanayi toplumunda kendini bulamayıp araya sıkışmış ruhların nasıl doyacağını iyi bilen The Secret kitabının yazarı olan, 2007 yılında Time dergisinin “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesine giren Rhonda Byrne, Sensing Murder adlı TV programının yapımcısıdır. ‘Evlen Benimle’ (ülkemizdeki muadillerini tahmin edebiliyorsunuzdur.) adlı TV programının da yapımcısıdır. Okur, kitabın etki alanında kaldığı sürece çevresini de etkilemeye çalışıyor. The Secret, uçmaya hazır her insanın ayağını kısa süre de olsa yerden kesebilecek derecede etkileyici yazılmış bir kitap.
O hafta boyunca Metin’deki bu değişim, eğlenceli sohbetlerimizin konu başlığı olmuştu. İbrahim ve Sedat’la birlikte Metin’i sinirden çatlatana kadar makaraya sarıyorduk. “Sharon Stone mu? Arama! O seni arar!” Adeta Sanat Sokağı sohbetleri hayatımızın parçası olmuştu, ara versek hayatımızda bazı şeylerin eksildiğini hissediyorduk.
Sonraki hafta cuma günü yine buluştuk. Bu defa Metin hepimizden önce gelmişti. Başı, alın hizasından itibaren pansuman sargısıyla kaplanmış, yüzü çökmüş, adeta küsmüş bir çocuk gibi elindeki telefonla oynayarak bizi bekliyordu. Metin’e geçmiş olsun diledikten sonra cevabını merak ettiğimiz soruyu endişeyle sorduk.
Metin, yıllardır bekleyen arazi meselesini çözmek için doğduğu köye gitmek istediğini, ailesi olmadan sorunu çözemeyeceğini, bu yüzden babasına ve abisine bunun halledeceğimiz basit bir mesele olduğunu, bu kadar uzatmaya gerek olmadığını, yıllardır boş yere beklediklerini, “Gidelim, on dakikada çözeriz.” teklifinde ısrarcı olduğunu ve onları ikna ettikten sonra köye doğru abisinin arabasıyla yol aldıklarını söyledi.
Tam köyün girişinde, birinin elinde odun parçası gördüğünü, hatta sesli şekilde “Oduna bak, kimin kafasına değse perişan olur!” dediğini, arabadan sağ ayağını toprağa değdirir değdirmez kendini kaybettiğini, hiçbir şey hatırlamadığını ve sonradan köyün girişinde bekleyen adamın odunla kafasına vurduğunu öğrendiğini söyledi.
“Meğer sorunu çözmek için değil, arazileri paylaşmaya geldiğimiz dedikodusu, biz köye gelmeden yayılmış” Diyen Metin’in, kendisini mahcup hissettiren, kırılgan ve naif ses tonu The Secret’in çekim gücünden çıktığını bize göstermişti! Her zamanki muziplikle atmosferi dağıtma için espri yaparak; “Köyün girişinde bekleyen adamın elindeki odunu düşünmeyecektin Metin, düşünürsen o odun gelir ve seni bulur! Yahu şaka be kardeşim! O odunun kafana değmesi kadar gerçektir hayat!” diyerek ve bunun uzantısı olan mizahî sohbetimizle o akşamı da sonlandırdık.
Hayatımızı düzenleme hatta daha ileri giderek karakterimizi değiştirme iddiasıyla yazılan kişisel gelişim kitaplarından medet ummak rüya hali gibi, bizleri; süreli ve karşılığı olmayan ve mağlup olacağımız hazin bir finale ulaştırır. Başkasını okuyarak veya izleyerek kendimiz olamayız.
Bu kitap türlerine göre; nerede bulunduğumuz, hangi zamanda olduğumuz; yaşadığımız hüzünler, mutluluklarımız, travmalarımız ve tüm deneyimlerimiz yok sayıldı.
Dengeyi, maddi ve manevi imkanlarını yerinde ve zamanında kullanarak başarıya ulaşmış insanların hikayesi yazılabilir ama bunlar başarının formülleri kitabı olamaz. Formül; hayatımızın deneyimlerinde, ruhumuzun zenginliğinde ve aklımızın muhakeme gücündedir.
(YSE/EMK)