Bütün Türkiye'nin televizyonlardan evlere giren ölü çocuklara, ağlayan annelere, boş bakan babalara ağladığını sandığım bir "an" hatırlıyorum.
Çocuk olduğumdan öyle sanıyorum. Sanıyorum ki bütün evlerde bizimkinde olduğu kadar ağır bir atmosfer var, sessiz kurallar yüksek sesle gülünmemesini, gereksiz konuşulmamasını, bol bol sıkılmayı, evin içinde koşturmamayı söylüyor.
Sanıyorum ki her çocuğun annesi benim annem kadar üzgün. Ne kadar sürdü bilmiyorum, bir gün mü bir ay mı bir yıl mı emin değilim belki de yarım saatti...
Benim zihnimde anlar var, saniyelik anlar...
Annemi dua okurken, gözlerinden yaş süzülürken hatırlıyorum. Ama ağlamıyor, sesi çıkmıyor. Somurtmuyor ama gülmüyor da, toprak gibi yani, düşünceli, dalgın, sessiz.
Anne kokusu da hatırlıyorum. Demek ki ona sarıldım.
Sonralardan bir de Zlata'nın günlüğü'nü hatırlıyorum. Her sabah onu okumak için ne kadar heyecanlandığımı... Bir gazetede yazı dizisi olarak yayınlanıyor günlük. Zlata'yı arkadaşım sanıyorum.
Günlüğünü okurken birazdan çatımızın üzerinden uçakların geçeceğini, yakındaki komşularımızın belki de evlerinin bombalandığını, bir daha onları göremeyeceğimizi düşünüyorum.
Rolüm gereği metin olmam gerekiyor. Hazırım her şeye...
Sırp, Hırvat, Boşnak... Kategorize etmeye çalışıyorum olmuyor. Ben sadece savaşla meşgulüm aslında, ve bu meşguliyetimin nedeni evde ciddi bir sessizliğin olması. Bu sessizliğe anlam biçmek demek zaten şartları anlamak için sorular sormak demek? Yanıtsız binlerce soru... "Annem neden üzgün" gibi...
Mutfağa girip yiyecek stoğumuzu kontrol ediyorum. Az yemek yemeye çalışıyorum. Belki sonra ihtiyacımız olur diye... Kömürlüğümüzü sığınak olarak kullanıp kullanmayacağımızı planlıyorum. Ya fareler varsa diye korkuyorum. Üstelik Bosna-Hersek'de olanlar kadar karanlık bizim kömürlük de...
Zlata bana güç veriyor. Bu günlüğü de sığınakta un çuvalların ardında yazmıyor mu zaten?
Bu oyunu kurgulamamın bir nedeni varsa o da birebir karşılaşmadığım ama hissettiğim bu acıyı yaşamak isteyişim olabilir. Günlük bitince bu dramatik rolü oynamayı da bırakıyorum.
Bu hüzünlü oyunu bugün hatırlamamın nedeni ise bugünün Srebrenitsa Katliamının yıl dönümü olması. Evdekilerle konuşmadım. Ama Mostar'ın altından akan suyun renginin kızıl olduğu zamanlar için İstanbul'da ve diğer şehirlerde duaların okunduğunu biliyorum.
Yine sessiz kurallar, konuşulmayan, paylaşılmayan ortak geçmiş, hep savaşların gölgesinde sessizleşmiş, içine kapanmış hüzünlü bir Balkan ezgisi, kırık bir akordeon sesi...
Ortada konuşulmayan bir hikaye olunca edilecek son söz de konulacak nokta da yok. Sadece kelime hazineme "sığınak"ı kazandıran zamanlar...
Srebrenitsa'da neler oldu?
Üzerinden 13 yıl geçen Srebrenitsa katliamına kadar olaylar şöyle gelişti:
Nisan 1992:
Bosna-Hersek'te savaş başladı. Sırp ordusu doğuya doğru hızla ilerledi ve nüfusun yüzde 75'ini Müslümanların oluşturduğu 36 bin nüfuslu Srebrenitsa'yı ele geçirdi. Birkaç ay sonra Boşnaklar kasabayı geri aldı.
Ocak-Mart 1993:
Sırplar Boşnakların elindeki bölgelere karşı saldırıya geçti. Srebrenitsa ve Zepa, Sırpların elindeki bölgenin oldukça içlerinde, düşman birlikler tarafından kuşatılmış bölgeler haline geldi.
Çevre bölgelerden kaçan Boşnakların göçü sonucu Srebrenitsa'nın nüfusu 60 bine çıktı. Su, gıda ve tıbbi malzeme kıtlığı başladı.
Nisan 1993:
Birleşmiş Milletler, Srebrenitsa, Zepa ve Gorazde'yi, diğer üç bölge ile birlikte BM koruması altındaki 'güvenli bölge' ilan etti.
BM Barış Gücü, bu bölgelere asker sevk etti ve Sırp saldırıları durdu. Ancak Srebrenitsa etrafındaki Sırp kuşatması devam etti ve sonraki iki yıl içinde çok az sayıda insani yardım konvoyunun kasabaya girmesine izin verildi.
Mart 1995:
Karaciç, Srebrenitsa ve Zepa'nın tamamen dış dünyadan koparılmasını emretti ve yardım konvoylarının bu kasabalara ulaşması engellendi.
9 temmuz 1995:
Karaciç, Srebrenitsa'nın alınması emrini verdi. Sırplar kasabayı ele geçirmek için 'Krivaya 95 Operasyonu'nu başlattı.
Srebrenitsa'yı kuşatan Sırplar, BM Barış Gücü'ndeki Hollanda askerlerinin gözetleme mevzilerine saldırdı ve 30 kadar Hollanda askerini rehin aldı.
10 temmuz 1995:
Sırp ordusu Srebrenitsa'ya top ateşine başladı. Hollanda güçleri Sırplara, sabaha kadar geri çekilmezlerle NATO'nun hava saldırısı düzenleyeceği tehdidinde bulundu.
11 temmuz 1995:
NATO savaş uçakları Srebrenitsa etrafındaki Sırp tanklarını bombaladı.
Sırp ordusu kasabaya bombardımana yeniden başlayacağı ve rehin Hollanda askerlerini öldüreceği tehdidinde bulundu. Aynı günün akşamı Sırp Genelkurmay Başkanı Ratko Mladiç Srebrenitsa'ya girdi.
11-18 temmuz 1995:
Aynı akşam 15 bin kadar Boşnak askeri ve sivil, dağları aşarak Srebrenitsa'yı terk etti.
Birçok Boşnak bu sırada topçu ateşi ve keskin nişancı ateşiyle öldürüldü. Sırp askerleri yakalayabildiklerini de öldürdü.
Srebrenitsa içindeki Sırp askerleri ise kadın ve çocukları ayırarak, otobüsler ve kamyonlarla Boşnakların elindeki bölgelere gönderdi.
16 yaş ile 70 yaş arasındaki yaklaşık 8 bin Boşnak erkek, depolara, okullara ve ambarlara dolduruldu ve kurşuna dizilerek toplu mezarlara gömüldü.
(EZÖ)