Bir çok açıdan sorunlu, kuşkulu bir toplantı...
El ne der sonra?
Adı sanı bilinmeyen üç yabancı uzman ya da profesör katılınca, bir sempozyum otomatik olarak uluslararası olmuyor. Üstelik bu uluslararası sözcüğü artık neredeyse Batı anlamında kullanılıyor. AKPnin toplantısına katılan uluslararası uzmanların hepsinin Batılı olması anlamlı. Türkiyeyi, Ortadoğuyu, İslamiyeti, genel olarak Doğuyu daha iyi bilen, hisseden, göstermelik bile olsa Pariste Londrada yaşayan iki-üç Doğulu siyasal bilimci aramamışlar mı?
Kimlik sorunu olan ve demokrasi kültürü yeteri kadar gelişmemiş toplumlarda, kendine güven eksikliği nedeniyle, bir meşruiyet arama makamı olarak yabancılara genellikle de Batılılara başvurulur.
* Bak Amerikalı profesör ne güzel konuştu?
* Thomas Friedmanın New York Timesda yayınlanan Türkiye-AB yazısını bizimkiler neden yazamıyor?
Bu batı hayranlığı kimi zaman aşağılık kompleksine kadar gidebilir.
Başbakan Erdoğan da, artık sempozyumun başlığından mı cüret etti bilinmez, konuşmasında bir ara mealen, sempozyumun sadece AKP ve Türkiye açısından değil bütün dünya açısından son derece önemli olduğunu iddia etti. Tabii Türkiye bin yıldır dünyaya siyaset felsefesi, siyaset bilimi, sosyolojisi, epistomolojisi konusunda dahi uzmanlar yetiştiriyor, rol modeller üretiyor, hatta uygulamalı dersler veriyor! Cehaletin en kötü yanı, insanın cahil olduğunu bilmemesidir. İktidarda olmanın verdiği rahatlık hatta kibirle siz oturduğunuz yerden, ne teoride ne uygulamada bulunan teorimsi postulatlar üretebilir, üç tane Doğudan beş tane de Batıdan filozof adı sıralayıp çok önemli fikirler ürettiğinizi sanabilirsiniz. Bu kanaat sizle ve sizi dinleyip, sizi önemli ve değerli sanan kişilerle sınırlı kalır. Olsun...
İki ileri iki geri!
Muhafazakarlıkla Demokrasi kavramlarının yan yana getirilmeye çalışılması da, daha ilk oturumda Prof. Ali Yaşar Sarıbay ve daha sonra da Prof. Mustafa Erdoğan tarafından sorgulandı.
Ancak Taha Akyol gibilerinin merakını çekebilecek doktora tezlerinden özetler sunan genç akademisyenler, salondaki siyasetçileri kulislere sevk ettiyse de, amiyane tabirle laf salatasının bolluğu, olağanüstü bir sığlık, Fransızların gadget dediği türden hoş ama boş formülasyonlar sempozyuma damgasını vurdu.Muhafazakarız ama tutucu değiliz mesela. Felsefe gibi görünen ama aslı astarı olmayan üstelik içi de okyanusça boşluklar içeren konuşmalar revaçtaydı çoğunlukla. Hani kimileri anlamını bilmeden sık sık entteresaannn ya da orijinaaalll der ya, o türden bir ortam, o cins bir söylem. Aziz Nesinin hikayelerinde, kasabada oy avcılığı yapan siyasetçilerin bol bol ilaç adı ezberleyip, kendini çok şey bilirmiş gibi göstermeye çalışması akla geliyordu kürsüdekileri dinlerken.
AKPnin bir derdi var: Seçmenin büyük bir çoğunluğunun oylarıyla iş başına gelmiş olması, Türkiye gibi siyasi haritası oynak ve sık değişken bir ülkede, yüzde 34lük çoğunluğun büyük ölçüde eski koalisyon hükümetine duyulan tepkiden beslendiğini kabullenememek.
Devletle toplumu barıştırmak şiarı ile seçim kampanyası yapan bu parti, bir yıllık iktidarı boyunca, ekonomide, Kemal Dervişin yumuşatılmış IMF programının semeresini toplamanın dışında toplum açısından neredeyse hiç bir olumlu, önemli bir proje gerçekleştiremedi. Gerçekleştirebileceği yolunda da en küçük bir girişimi başlatmadı. Kıbrıstan Kürt meselesine, Iraktan ABD ile ilişkilere kadar ayrıca eğitimden sağlığa, iş hayatından kültüre kadar tüm alanlarda geleneksel resmi politikaları zigzaglarla uygulamaya koymaya çalıştı. Çalışanlara karşı tutumu ise pek olumsuz. Medya konusuna hiç girmiyorum, Başbakan Erdoğan birer hafta ara ile Aydın Doğan ve Turgay Cinerin yeni tesis açılış törenlerine katılarak eski alışkanlıkları sürdürdüğünü gösterdi.
Bu arada AKPnin hakkını yemeyelim, AB konusunda son derece dinamik ve etkili bir politika saptadılar ve uygulamaya çalışıyorlar, ne var ki AKPnin bir yıllık iktidar icraatının özü devlet reflekslerini sindire sindire benimsemek olduğu için, AB konusundaki olumlu politikalar da, AB muhaliflerine karşı etkili bir araç oluşturamıyor. Çocuklarına Kürtçe isim vermek isteyenlerin listesini isteyen askeri yetkili hakkında soruşturma açtırabiliyor musunuz? Hayır! Ama Atatürkün Meclisteki askeri giysili portresini eleştiren milletvekilini hemen disiplin kuruluna veriyorsunuz değil mi?
Devlet reflekslerini benimsemek
AKPnin bir de aman gerginlik olmasın! telaşı var. Kavga istemez bir görüntü sunuyorlar, devlet içindeki rakipleriyle hiç bir zaman yüz yüze, karşı karşıya ideolojik anlamda mücadele veremiyorlar, hep by-pass yöntemiyle yapmak istediklerini yapıyorlar.
AKP, muhalefette iken toplumun hislerine daha kolay, daha gerçekçi bir şekilde tercüman olabiliyordu. Aslında bugün de AKPnin tabanı ve orta kademe yöneticileri bu devlet-toplum çelişmesini toplum lehine çözmek için alçak sesli fikirler geliştirebiliyor. Ne var ki, Parti içi demokrasi gibi bir gelenek olmadığı için bu itirazlar ne medyaya ne de kamuoyuna yansıyabiliyor.
AKP şimdi iktidarda, dolayısıyla hikmet-i hükümetin gereklerini yavaş yavaş yerine getiriryor. Derin bürokrasi (bu da derin devlet deyimini kullanmamak için icad edilmiş nötr, steril, ama şık bir deyim) bizi kuşattı, her adımımızı ihtiyatla atmamız gerekir, dedi bir Kürt milletvekili kuliste ve baş başa görüşmede.
AKP, hala meşruluğunu yerleşik düzene kabul ettirmenin sevdasında. Dışarıda ABDye içeride derin devlete ve egemen sermaye kesimine. AKPyi olduğundan daha güçlü gösteren çeşitli faktörlerin arasında CHPnin muhalefetsizliği, devlet sözcülüğü bulunuyor. Keza toplumda, akademide ve tabi ki medyada AKPyi aslında olumlu yönde etkileyebilecek bir muhalefetin olmaması da AKPnin elini kolunu daha serbest kılıyor.
Resmi bilim adamları
Sempozyumda bildiri sunan, kulislerde muhabbet eden çoğunu tanımadığım bilim adamlarına baktım. Profesör, doçent, yardımcı doçent gibi akademik unvanları vardı. Sayın Başbakan pek esaslı, pek derin bir konuşma yaptı diyorlardı da başka bir şey demiyorlardı. Partinin stajyer ideologları gibiydi bir çoğu. İzzet ikbal peşindeydiler sanki. Bir daha seçime artık bir milletvekilliği verirler herhalde bize.... Bilim adamının bağımsızlığı, özerkliği, eleştirel ve sorgulayıcı tutumu, kamu çıkarını kollayan ruhu uçup gitmişti. Onlar da gazeteciler gibi davranıyordu. Toprağı bol olsun Foucault ile Bourdieu (onların adı hiç geçmedi tabii bu sempozyumda) iktidarın insanları nasıl bozduğunu, köleleştirdiğini, kimliksizleştirdiğini yıllar önce yazmışlardı.
Sağcı mı gerici mi demokrat mı?
AKPnin ideoloji danışmanları belli ki zor bir dönüşüm sürecine girmişler. Eskiden İslamiyetin eleştirilmeyen, sorgulanmayan bir dizi dogması üzerine inşa etmiş oldukları fikri yapıyı Türkiyenin gerçekleriyle bağdaştırabilmek için bol bol milliyetçilik ve devletçilikle kaynatınca, popüler bir söylemle işi az çok idare ediyorlardı. Ama şimdi neo-liberal küreselleşmenin tek düşüncesinin kelepçelerine bağlanan iktidar partisi, hem eski ideoloji ve söyleminden kurtulmak zorunda hem de yeni bir ideoloji ve söylem üretmek zorunda. İşleri aslında zor: Açık açık biz sağcıyız diyemiyorlar, Müslümanız hiç diyemiyorlar, Amerikancıyız da denemez tabii.
Ama aslında Komünizmle Mücadele Derneği kökeninden kaynaklanan derin bir sağcılık var AKPde. İslami kimlik hem ABD hem de Türkiyedeki asker-bürokrat ve iş dünyası ile ilişkileri zedeler. Amerikancılık, bu devirde ağıza hiç alınmayacak bir tutum. Ivırıp kıvırırken muhafazakarlık kavramına sarıldılar. Türkiyede böyle bir gelenek yok, bu kavramı daha önce kullanmış bir siyasi oluşum da yok. Muhafazakarlığın günlük siyaset Türkçesindeki karşılığı gericilik ya da sağcılıktır. Bunun kuşkusuz bilincindeler. E, bu aralar demokrasi de moda ya...Bir de demokrat diyelim kendimize demişler sanki. Bana öyle geliyor. Taşra ticaret burjuvazisinin fikri yapısı ancak bu kadar olur. Bizans oyunları ile İslami takkiye deneyimlerini de hesaba katarsak AKPye bu yakışır...
Serok başvekil
Sempozyumun kulislerinde Diyarbakırlı bir meslektaşa rastladım. 10 yılı aşkın bir süre PKK ile devlet arasındaki çatışmaları izlemişti:
Bugün burada duyduklarımı ben sanki daha önce de bir yerlerde duymuştum. PKKnin en güçlü olduğu dönemlerdeki söyleme benziyor. Onlar da biz sadece Türkiye için değil bütün Ortadoğu hatta bütün dünya için bir modeliz demişlerdi. Öcalan da demokratizm diye bir sözcük icat etmişti. Yoksul köylünün silahlı hareketi, kentlere taşıp Ortadoğuya ve Avrupaya yayılınca Fis köyündeki söylemle amaçlar zayıf kalmıştı.
Bir çok boyutu dışarıda bırakacak olursak ilginç bir benzetme. Özellikle de 1925ten bu yana resmi ideolojinin kendisine kestirdiği (biçtiği?) iki büyük rakip olan şekavet ve irtica, yani bugünkü deyimlerle Kürt meselesi ve Şeriatçılık, gerek devletle çatışırken gerekse çatışma öncesi ve sonrası dönemlerde tesadüfi olmayan benzerlikler gösterebiliyor.
AKPnin kafası karma karışık. Çok zengin bir kadının lüks bir giyim mağazasına gidip, soyunma kabininde habire elbise denemesine benziyor bugünkü halleri:
Ay bu yakıştı ama eteği çok kısa...
Bu şapka güzel ama tesettüre mi benziyor ne?
Bu renk beni açtı ama çok frapan!
Bu ekose eteğin üstüne uzun kollu dik yakalı bej bir bluzunuz var mı acaba?
Amerikan tarzı muhafazakar ve demokrat
AKPnin ideolojik kurmayları aşırı kısa görüşlü. Dünyayı pek izlemedikleri de hemen belli oluyor. Çevre duyarlığı, yurttaş bilinci, kolektif iletişim, insan hakları, alter-küreselcilik gibi kavramlar Amerikan dergilerinde bile irdeleniyor. Enron skandalından sonra post-kapitalizm hakkında çok canlı bir tartışma var. Cola Turka pazarlamanın dışında da ekonomik, mali meseleler konuşuluyor dünyada.
Resmi kayıtlara göre üç yıllık bir parti, iktidarının ikinci yılının başında oturup sempozyum düzenliyor. Maksat, siyasi ve ideolojik kimliği netliğe kavuşturmak. Bu arada İncirlik Üssü Meclis tezkeresine ihtiyaç duyulmadan Irakta savaşan Amerikalı askerlerin geçiş istasyonu haline getirilmiş. Aile, din, gelenek bizim önem verdiğimiz değerlerdir.
Ayinesi iştir kişinin sempozyuma bakılmaz! (RD/EK)