“Şiddet öğrenilen bir davranıştır; barış da öyle”
Son günlerde okullarda yaşanan şiddet olayları artık istisna olmaktan çıkmış, neredeyse sıradan haber başlıklarına dönüşmüştür. Akran zorbalığı, öğretmene yönelik saldırılar, sosyal medya üzerinden yürütülen dijital linçler ve okul bahçelerine taşan fiziksel kavgalar, eğitim ortamlarının giderek güvensizleştiğini göstermektedir. Bu tablo, sorunun yalnızca “disiplin eksikliği” ya da “bireysel öfke patlamaları” ile açıklanamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Asıl sorun, okullarda şiddeti besleyen kültürün varlığıdır.
Bugün pek çok okulda şiddet, cezayla bastırılmaya çalışılan ama nedenleri üzerine yeterince düşünülmeyen bir sorun olarak ele alınmaktadır. Oysa her şiddet olayı, görünenden çok daha derin bir arka plana sahiptir. Dışlanan, başarısızlıkla etiketlenen, sürekli baskı altında tutulan ya da sesini duyuramadığını düşünen öğrenciler için şiddet, bir iletişim biçimine dönüşebilmektedir. Şiddet arttıkça güven azalmakta, güven azaldıkça şiddet daha da normalleşmektedir. Bu kısır döngüyü kırmanın yolu, cezaları artırmak değil, okulun kültürünü dönüştürmektir.
Günümüzde yaşanan şiddet vakaları, empati yoksunluğunun ve tahammülsüzlüğün ne kadar yaygınlaştığını da göstermektedir. Farklı olanın hızla “tehdit” olarak algılandığı, hatanın affedilmediği ve güçlünün haklı sayıldığı bir anlayış, okul duvarlarının içine de taşınmaktadır. Sosyal medyada şiddetin ve nefret dilinin sıradanlaşması, öğrencilerin ilişkilerine de yansımakta; alay, aşağılama ve siber zorbalık, fiziksel şiddetin zeminini hazırlamaktadır.
Öğretmenlere yönelik şiddet olayları ise meselenin ne kadar vahim bir noktaya geldiğini göstermektedir. Öğretmenin otoritesini şiddetle sorgulayan bir anlayış, eğitimin kendisini hedef almaktadır. Bu durum yalnızca bireysel saldırılar değil, aynı zamanda öğretmenin değersizleştirildiği, sorunların diyalog yerine güçle çözülmeye çalışıldığı bir iklimin sonucudur.
Tam da bu nedenle, şiddete karşı barışçıl bir okul kültürü inşa etmek artık ertelenemez bir zorunluluktur. Barışçıl okul kültürü; öğrencilerin kendilerini güvende hissettikleri, sorunlarını konuşarak çözebildikleri, farklılıkların çatışma değil öğrenme vesilesi olduğu bir ortamı ifade eder. Onarıcı adalet, arabuluculuk ve şiddetsiz iletişim yöntemleri, okullarda sistemli biçimde uygulanmalıdır. Öğrencilere yalnızca matematik ya da edebiyat değil; öfkeyi yönetme, çatışma çözme ve empati kurma becerileri de öğretilmelidir.
Öğrencilerin okul yaşamına aktif katılımı sağlanmadıkça şiddetle mücadele eksik kalacaktır. Kendi karar süreçlerinde söz sahibi olan, dinlendiğini hisseden öğrenciler, şiddeti bir araç olarak görmez. Aynı şekilde ailelerin de bu sürecin dışında kalması mümkün değildir. Evde şiddetin meşrulaştırıldığı bir ortamda, okuldan barış üretmesi beklenemez.
Günümüzde okullarda yaşanan şiddet olayları açıkça göstermektedir ki sorun tek tek bireylerde ya da “problemli” olarak etiketlenen öğrencilerde değil, şiddeti normalleştiren ve yeniden üreten yapılardadır; rekabeti dayanışmanın önüne koyan eğitim anlayışı, cezayı çözümün merkezine yerleştiren disiplin yaklaşımı ve farklılıklara tahammülsüz toplumsal iklim, okul ortamlarında şiddeti beslemektedir. Okullar ya bu yapının pasif bir yansıması olarak gücün haklı sayıldığı, sessizliğin dayatıldığı alanlar olmaya devam edecek ya da barışın, adaletin ve birlikte yaşama kültürünün bilinçli biçimde inşa edildiği mekânlara dönüşecektir. Bu dönüşüm, yalnızca öğrencilerden beklenemez; öğretmenlerden yöneticilere, ailelerden karar alıcılara kadar herkesin sorumluluk almasını gerektirir. Çocuklara şiddetten uzak durmayı söylemek yetmez, onlara adil ve şiddetsiz bir dünyanın nasıl kurulduğunu göstermek gerekir. Tercih bugünün yetişkinlerine aittir; alınan her karar, kurulan her ilişki geleceğin toplumunu şekillendirecek, bedelini ise yine çocuklar ve dolayısıyla hepimiz ödeyeceğiz.
(AÖ/NÖ)







