Coğrafya kaderdir. Bu coğrafyada yaşayan herkesin kaderi birbirine bağlı. Sadece Kürtlerle, Türklerin değil, Suriye ve Irak’ta yaşayan halkların da. Er veya geç fark edeceğiz ki gidebileceğimiz başka bir yer yok; burada birbirimizin yüzüne bakarak yaşamak zorundayız. Bakmak zorunda kalacağız.
Bir şeylerden vazgeçebilme, bir şeylerden uzak durma ve yine bir şeyleri kararlılıkla muhafaza etme, savunabilme konusunda ne kadar cesaretli ve dirayetli olduğumuzun sınandığı zamanlardayız. Savaşa hayır diyebilmeliyiz.
İklim krizi nedeniyle her şey daha da kötüye giderken, ya beraber yaşamanın bir yolunu bulacağız ya da içinde yaşadığımız coğrafyayı savaşarak daha da yaşanmaz bir hale getireceğiz.
‘Bizi nasıl bir gelecek bekliyor?’ sorusuna yaşanan iklim krizini de hesaba katan bir açıdan bakmak; bir parça da olsa bunu yapabilmek bir gereklilik.
O zaman çocukların vatan uğruna öldürülebildiği bir ülkede, vatan denilen şeyin de öldüğünü, öldürülen çocuklarla birlikte yaşanabilir bir geleceğe sahip olma imkânının da ortadan kalktığını başka bir çerçeveden de görmek olanaklı olabilir.
Yakın bir gelecekte iklim değişikliğinin yol açacağı sorunlar bizi çepeçevre saran ve ezelden ebede hiç değişmeyeceğini, hep var kalacağını sandığımız her şeyi aşındıracak, değiştirecek: Devlet yapısı, kurumlar, sınırlar, sanayi, kentleşme…
Yıllardır içinde olduğumuz şiddet ortamı konuşulması, tartışılması gereken pek çok sorunun üzerini örtüyor.
Bu durum tesadüfi de değil; devlet denilen heyulayı eline geçiren siyasal iktidar bu ülkede yaşayan herkesin kaderini esir alan; yapıp ettikleriyle, var etmeyi değil de yok etmeyi şiar edinen bir tutum içinde. Bunca talan, yağma ve yıkıma meşruiyet kazandırmanın başka bir yolu kalmadı.
Siyasal iktidarın yol açtığı şiddet hayatımızı derinden etkileyen ve etkileyecek her sorunun gözden kaçırılmasına, çözümsüzlüğe mahkûm edilmesine neden oluyor. Konuşamıyoruz.
En öncelikli konu toplumsal barışı sağlamak olmasına rağmen bu ülkede yaşayan halkların ortak geleceğini mahvetmek için canla başla çabalayan bir siyasal iktidar var işbaşında. Bu coğrafyada bir arada yaşama, ortak bir gelecek tahayyül etme yetimizi yitiriyoruz ve bu çok büyük bir tehlike.
Vatan dediğimiz, yurt bellediğimiz bir yer her şeyden önce hayata elverişli olmalı. Savaş yol açtığı insani acılar bir yana en çok da uğruna savaşılan, bir karışından bile vazgeçilmeyeceği kibirli bir dille vurgulanan yerleri gün be gün daha yaşanmaz bir hale getiriyor.
Günümüz savaşlarının yıkıcı etkilerinin sürekli olduğunu, çok daha ciddi ve kalıcı bir kirlenmeye yol açmak suretiyle zaman içinde yaşanabilir mekânları ıssızlaştıracağı gerçeğini dikkate almalıyız.
Savaş kirletir
Gazze, Irak, Kosova, Afganistan, Suriye... savaşın yol açtığı yıkım nedeniyle etkileri nesiller boyu sürecek bir toksik kirlenmeye maruz kalan ülkelerdir. Elde kalan vatan, ele geçiren için de yaşanmaz durumdadır.
Bu ülkeler savaşın yol açtığı toksik kirlenme nedeniyle bebek doğum anomalilerinin, çocukluk çağı kanserlerinin dünyada en fazla görüldüğü ülkeler. Gazze'de her iki çocuktan biri "Mavi Bebek Sendromu" hastalığı taşımakta.
Kirlenme savaş bölgesi ile sınırlı kalmıyor. Savaşın içinde doğrudan yer alsın ya da almasın açığa çıkan toksik kirlilik yeraltı ve yerüstü sularının hareketliliği ya da atmosferik taşınım gibi yollarla zamanla çevre ülkelere de yayılıyor.
Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir çalışmada Gazze'den toplanan toprak örneklerinin tamamının en kanserojen maddelerden biri olan mavi asbest (Crocidolite) parçacıkları ile kirlendiği belirlendi. Bu kirlilik Gazze ile olan sınırına ne kadar duvar örerse örsün kirlenmenin baş sorumlusu İsrail'i de etkiliyor.
Savaş bitse de her şeye bulaşan toksik kiri kalıyor. Seyreltilmiş uranyum gibi radyoaktif maddelerden, kurşun, kadmiyum, cıva, dioksinler, PCB’ler ve asbest parçacıklarına kadar her türlü toksik kimyasal çevreye yayılıyor.
ABD'nin Irak'ta bıraktığı radyoaktivite Çernobil'den 100 kat fazla
Bu kimyasal maddelerle kirlenmiş bölgelerde yaşamak çok riskli. Birleşmiş Milletler Irak'ta ABD ordusu tarafından kullanılan ve en az 165 farklı yerleşim bölgesini radyoaktif kirlenmeye maruz bırakan seyreltilmiş uranyum miktarının 2 bin ton olabileceğini belirtiyor. 2013'de yayınlanan bir çalışmada mermi ve bombalardan saçılan radyoaktivite miktarının Çernobil’den 100 kat daha fazla olabileceği belirtiliyor.
Irak'ta çocuklar savaşın yol açtığı toksik kimyasal kirliliğine maruz kaldıkları için çeşitli anomalilerle doğuyor ya da erken yaşta kanser oluyor. Basra ve Felluce gibi kentlerde doğum kusurları ile ilgili vaka sayısında savaş öncesi döneme kıyasla 17 kat, bazı kanser vakalarında ise 12 kat artış olduğu bildiriliyor.
Savaşın yol açacağı toksik kirlenme sorunu Suriye’de de yaşanıyor ve zamanla Irak'ta, Gazze'de yaşayan insanlarda gözlenen sağlık sorunları Suriye'deki insanlarda da gözlenecek.
Savaş bitse ve bir toparlanma sürecine girilse bile Türkiye, Irak ve Suriye’nin içinde yer aldığı coğrafi bölge önümüzdeki 20-30 yıl içinde iklim değişikliği nedeniyle su varlıklarının en az üçte birini kaybedecek.
Suriye'de savaş bitse de toksik kirlenme hayatı zorlaştıracak
Suriye’de iç savaş başlamadan önce birkaç yıl boyunca süren şiddetli kuraklık gıda maddeleri üretiminde büyük düşüşlere ve ülke içinde göç hareketlerine neden olmuştu. İç savaşın nedenlerinden biri bu kuraklıktır.
Savaşlar bitse de toksik kirlenme ve kuraklık Irak ve Suriye’de yerleşik bir hayata devam etmeyi zorlaştıracak ve yeni göçlere neden olacak. Su kıtlığı gıda üretimini azaltacak, savaşın yol açtığı kirlilik ise üretilen gıdaların toksik kimyasallarla bulaşık olmasına yol açacak.
Ülkemize sığınan milyonlarca insanın geri döneceği yaşanabilir bir ülkeleri olmayabilir. Bu insanların kalıcı olduklarını düşünmek ve sorunlarını bu bakış açısı ile ele almak gerekiyor.
Savaş insanların geleceğini de elinden alıyor; onca insanı acının yanı sıra, yol açtığı toksik kirlenme ile sağlıksız etkileri uzun bir zamana yayılan, insanların geleceğe umutla bakmalarını, hayatlarına kaldıkları yerden devam etme veya yeni bir hayat kurma iradelerini nesiller boyunca sakatlayan bir coğrafya oluşturuyor.
Savaş istemek, savaş çığırtkanlığı yapmak savaşın yol açacağı yıkım ve yoksunluğu bilmemekle de ilgilidir. Bilerek, isteyerek savaşçı politikalara dâhil olmaksa insanlık suçu olarak görülmelidir.
Meseleye bir sürü çatışan örgüt, mezhep, kendi meşrebine göre savaşan grupları destekleyen ülkeler, çıkar grupları, vatan, millet vs… açısından değil gündelik hayatın içinde var olma mücadelesi veren insanlar açısından da bakmalıyız. İktidarın şiddeti köpürten dilini değil fotoğrafta savaşın yol açtığı yıkıntıların içinde hayatta kalma mücadelesi veren baba ve oğlunun hikâyesine kulak vermeli; onların sözünü çoğaltmalıyız.
İbn’i Haldun coğrafyanın bizi çepeçevre kuşatan, dışımızda yer alan bir şey değil içimizde kök salan bir şey olduğunu söylüyordu. İçinde yaşadığımız coğrafi bölge halkların birlikteliğini veya ancak bir arada yaşayarak var olabilecekleri bir geleceği dayatıyor. Bu ekolojik bir zorunluluktur. Birlikte yaşamak mümkündür. Bu duygunun içimizde kök salmasını sağlamalıyız.
Çatışarak sorunların çözülebileceğini düşünmek en çok da bir gelecek tasavvurundan yoksun olmakla mümkün.
AKP iktidarının kendi bekasını sağlama almak dışında hiçbir gelecek tasavvuru yoktur. İktidarın savaş diline ortak olan muhalefet partilerinin siyasal tutumları da bir gelecek tasavvuru içermiyor. Afrin operasyonu AKP hükümetinin OHAL rejiminin ömrüne ömür katacak. Muhalefet partilerine düşen Suriye'de barış koşullarının nasıl oluşturulacağı üzerine politikalar üretmek olmalıydı.
Savaş yaşanabilir bir geleceği yok ediyor
İklim krizi nedeniyle her şey daha da kötüye giderken ya beraber yaşamanın bir yolunu bulacağız ya da içinde yaşadığımız coğrafyayı savaşarak daha da yaşanmaz bir hale getireceğiz. Ancak savaşla birlikte yaşanabilir bir geleceğe sahip olma imkânının da ortadan kalktığını görmek, anlamak, anlatmak zorundayız. Savaş dilini fısıltıyla veya bağıra çağıra dile getiren her siyasal oluşumu güçsüzleştirmek zorundayız. Her ortamda, her fırsatta ve sözümüz, gücümüz ne kadarına yetiyorsa.
Bu coğrafyada uzun süreli bir toplumsal hayatın hayalini kuruyorsak sadece insanların ölümüne yol açmayan, olumsuz etkileri çok daha geniş bir coğrafyaya ve zamana yayılacak olan savaşları durdurmak için çabalamalıyız. (BŞ/HK)