Sabah gazetesinde "İşkence Gören Bebek Ailesine Verilmeyecek" başlıklı bir haber yer alıyor. Habere göre Bursa'da "Trafik kazası geçirdi" denilerek 26 Ekim'de Bursa Devlet Hastanesi'ne götürülen 15 aylık E.D.T'nin vücudunda darp ve sigara yanığı, kolunda kırıklar tespit edilmişti.
26 Ekim 2007'de de aynı bebekle ilgili bir diğer haberden bebeğin annesinin de 17 yaşında bir çocuk olduğunu öğrenmiştik. Koruma altına alınan çocuğu annesi geri almak istemiş fakat başvurusu reddedilmişti. Bu haber aslında bir istismar vakasının takip edilmesine ilişkin olduğu için çok önemli.
Buraya kadar olanlar, yani hem bu derece şiddete maruz kalan bir bebeğin koruma altında olması, hem bu olayın takipsiz bırakılmamış olması olumlu gelişmeler. Ancak, çocukları korumak için doğru işleyen bir sisteme sahip olup olmadığımızı anlamak için şu an sahip olduğumuz bilgiler yeterli değil.
Bu çocuk için en iyi karar mı?
Şimdi şu soruları sormalı ve yanıtlarını aramalıyız:
- Bu durumda çocuk için en iyi olan şey yapıldı mı?
- Yapılması gereken başka şey var mı?
- Varsa, bu kimin tarafından yapılmalı?
Yani şunu sormak istiyorum: "Bu çocuk yurtta, annesi de eski yaşam koşullarında yaşamaya devam edecek olması ve anne-babasının çocuğu zaman zaman ziyaret edebilecek olmaları yeterli mi?"
Akla gelebilecek senaryolardan bahsetmek istiyorum, böylece neye takıldığımı biraz daha açıklamam mümkün olur.
Çocuk için olası üç senaryo var
İlk senaryo en iyi senaryo. 17 yaşında anne ve cezaevinden yeni tahliye olmuş baba, kurumda bulunan çocuklarını zaman zaman ziyaret ederken bir yandan da hayatlarına çeki düzen vermeyi başarırlar ve bir süre sonra çocuklarını alabileceklerine kurum yetkililerini ikna edecek bir yaşam standardını elde ederler ve çocuk ailesine kavuşur.
Bu son belki bir eski zaman Türkiye filmi senaryosunda yer alabilir ama işsizlik ve yoksulluk bu boyutlarda (Türkiye İstatistik Kurumu -TÜİK- verilerine göre 12,5 milyon aile yoksulluk sınırında yaşıyor, bu sınır Türk-İş’e göre açlık sınırı) olduğu için pek de gerçekçi değil.
2. senaryo en kötü sonu öngörüyor. 17 yaşında anne ve cezaevinden yeni tahliye olmuş baba, kurumda bulunan çocuklarını zaman zaman ziyaret ederler, ama hayat şartları çok ağırdır bir türlü bu şartlarla baş edip hayatlarına çeki düzen veremezler, bir süre sonra bu küçük aile tamamen dağılır, çocukla bağlar tamamen zayıflar, düzensiz bir ilişki devam eder gider.
Ancak hayatta olan ve velayet hakkına sahip bulunan bir anne-baba bulunduğu için çocuk evlat da edindirilemez, koruyucu aileye de verilmez ve bu şekilde kurumda yaşamaya devam eder. Bu da dosdoğru "olan durum"u anlatan bir senaryo.
3. senaryo en zoru öngörüyor. 17 yaşında anne ve cezaevinden yeni tahliye olmuş baba, kurumda bulunan çocuklarını zaman zaman ziyaret ederken, onlara bir süre verilir ve bu süre içerisinde hayatlarını bir düzene sokmaları istenir. Bu arada anne ve babaya destek olunur.
Aile sosyal hizmet uzmanıyla görüşmeli
Örneğin bebek bakımı, bebekle ilişki konusunda bir programa devam etme; iş bulma ve düzenli bir işte çalışma alışkanlığı edinme; sağlık sorunlarını gidermek üzere tıbbi destek; oturulabilir bir konut yardımı vb. hizmetler sunulur. Aile izlemeye alınır, sosyal hizmet uzmanıyla düzenli görüşmesi sağlanır.
Aileye eğer çocuklarıyla birlikte yaşamak istiyorlarsa belli bir süre içerisinde hayatlarını düzene sokmaları gerektiği, aksi takdirde çocuğun velayetinin kendilerinden alınacağı ve evlat edindirileceği söylenir. Hatta Türk Medeni Kanuna göre böyle bir velayetin kaldırılması kararının yeni doğan çocukları da kapsayabileceği bildirilir.
Öngörülen süre içerisinde şartlar yerine getirildiğinde yine sosyal hizmet uzmanı gözetiminde çocuk ailesine verilir ve izlenir. İşler yoluna girdikten sonra bu izlemenin şekli ve aralıkları değişir ve sonunda aile kendi halinde yaşamaya devam eder.
Bu yapılır, çünkü o bebeğin öncelikle kendi ailesiyle birlikte yaşamak ama bu mümkün olamıyorsa kurumda değil bir aile yanında yaşama ihtiyacı ve hakkı bulunuyor.
Sistem değişmedikçe çocuğun yararına sonuç alınamaz
Eğer bugünkü sistemimiz içinde 3. senaryo gerçekleştirilemiyorsa ne çocuğun ne de ailenin yararları korunmuş olmayacağı gibi, sorun da çözülmüş olmayacak ve hatta daha da karmaşıklaşak.
Sabah Gazetesindeki haber, 26 Ekim’de yaşanan olayı takip etmek bakımından önemli ama sonucu göstermesi bakımından yetersiz. Çünkü toplumu asıl ilgilendiren bu çocuğun yararının korunması için ne yapıldığı, bundan sonra çocuğu nasıl bir yaşamın beklediği.
Bu soruların yanıtlarını verecek bir haber daha yapılması ne kadar iyi olur. Aynı zamanda da keşke haberde şu sorulara yanıt bulabilsek;
- 17 yaşında olan anne de bir çocuk olduğuna göre, o ne tür bir sosyal hizmetten yararlandırılmakta?
- Anne bu sırada yeni bir bebek sahibi olacak olsa, bundan kimin, nasıl haberi olabilir ve takip edebilir ve o bebek benzer bir riske maruz kalmadan nasıl tedbir alınabilir?
- Anne-babanın birbirleriyle ve bebekleriyle ilişkilerinin düzenlenmesi için yararlanabilecekleri ne tür hizmetler var?
Kamu, vicdanını rahatlatmak için acele etmesin
Sonuç olarak şunu söylemek isterim; “işkence gören bebeğin” bu işkenceden kurtulması, işin sadece 1. basamağı. Bu aşamada kötü muamele gördüğü ortama geri gönderilmemesi kamu vicdanını rahatlatmak açısından önemli ama kamunun vicdanı biraz daha titiz olmak zorunda.
Çünkü o ilk an için önemli ve yerinde olan bir tedbirin uygulanması uzun bir zamana yayıldığında korunma hakkını ihlal edici bir hal alabilir. O zaman kamu vicdanı rahat olmayı sürdürmek için "Ben kamu olarak, bu bebeğin anne-babasının yanında veya uygun bir ailenin yanında korunması için ne yapıyorum, yapmam gerekeni yapabiliyor muyum" diye, sorması gerekir.
Bunu sorduğu zaman kamunun dönüp, "Bunun için yeterli kaynağı ayırıyor muyum, yeterli sayıda ve uzmanlıkta personeli bu alanda istihdam ediyor muyum, bu alanda araştırma yaptırıyor muyum" diye de, bakması gerekir. Vicdanımızı nasıl rahatlattığımızdan biz sorumluyuz, dolayısıyla o bebeğin bundan sonra nasıl bir yaşamı olacağından da biz sorumluyuz. (SA/GG)