Telaş nedir? Teşvik olunca ne oluyor? Bazı vergilerden vazgeçiliyor, muafiyet tanınıyor, bazı sübvansiyonlar uygulanıyor. Yatırımdan Hazine'ye ne vergi giriyor, ne sübvansiyon çıkıyor ki, "patlayacak yatırımları(!)" teşvik etmekle bundan Hazine mahrum kalsın, IMF'nin üstüne titrediği faiz dışı fazla hedefi yara alsın? Dedik ya, bu IMF'ciler derslerini belli ki iyi çalışmamışlar.
IMF politikaları
Ama açık olan bir gerçek var: IMF, Türkiye'de bazı dengelerin sulandırılmasını istemiyor. İki nedenle:
* Birincisi hâlâ Türkiye'den önemli borç alacakları var ve Türkiye vitrinlerinde tuttukları önemli bir denek.
* İkincisi, Türkiye'nin yeni bir stand by arayışı durumunun devamından memnunlar ve bunun politik-diplomatik anlamını da ABD Dışişleri Bakanı Rice, NTV'ye verdiği mülakatta açıkça dile getirdi.
IMF'ye, Türkiye'nin mecburiyetinin devamı, ABD için önemli bir koz. Bu kozu kaybetmemek için ABD, kontrolünde tuttuğu IMF'nin kulağına "Türkiye'yi elden kaçırma" demez mi?
Biliyorum, bazıları yine komplo teorisi kokuları alıyor burnumuz, diyecekler ama, yıllardır söylediklerimizi Allah sonunda nasıl da Rice'a söylettirdi!
Sözün kısası, ne Türkiye IMF'den sıyrılabilecek durumda, ne de IMF'nin Türkiye'nin yakasını bırakma niyeti var. Yeni stand-by her halükarda yapılacak ve IMF'den yeni kaynak ve borç takviminin yeniden yapılandırılması, bir tür borç ötelemesi istenecek. IMF'nin bu şartları kabul etmesi, kendi hedeflerinin kabulüne ve Türkiye'nin ABD ile stratejik müttefik olarak "duruş"una da bağlı tabii.
Brezilya ve biz
Herkes gıpta ile Brezilya'ya bakıyor ve Lula'nın IMF'siz bir Brezilya yolunda ne kadar ilerlediğini konuşuyor. Lula'nın, bunu ne kadar başardığı tartışılır ama böyle bir imaj vermesi bile önemli ve bu, tamamen politikasının , niyetinin, Türkiye'nin de ayağına gelen şansı hovardaca kullanmamasının sonucu.
2004'te sadece Türkiye değil, birçok orta gelişmiş ülkede yüksek büyüme hızları gerçekleşti ve bu gelişmenin kaldıracı sıcak para girişi oldu. Uluslararası Finans Enstitüsü'nce yayımlanan verilere göre, 2004'te, aralarında Türkiye'nin de olduğu "yeni gelişen piyasalar"a net özel sermaye girişi 2003'e göre üçte bir oranında artarak 280 milyar dolara yaklaştı. Bu 1997'den bu yana en büyük akış. Bu akışta en yüksek pay yüzde 52 ile Asya/Pasifik bölgesindeki "yükselen piyasaların" olurken Türkiye'nin arasında bulunduğu Avrupa bu akıştan yüzde 35 pay aldı.
"Yeni gelişen piyasalar"ın bu sıcak para akışı ile yüksek büyüme oranları gerçekleştirdikleri, ihracatlarını ithalattan daha hızlı artırdıkları, yerli paralarını hiç de aşırı değerlendirmedikleri, büyüme ile istihdam yarattıkları ve sonuçta cari işlemler dengesinde 160 milyar dolara yakın fazla verdiği gözlemlendi. Bu gruptaki ülkelerin "döviz rezervleri de 2003'te 317 milyar dolar iken 2004'te 377 milyar dolara çıktı.
Kötü kullanım
Türkiye gibi bazı ülkeler ise akan sıcak paranın döviz kurunu aşırı değerlendiren etkisine kayıtsız kaldılar. Paraları hızla değer kazanan bu ülkelerde istihdam yaratmayan büyüme, düşük reel ücretlerle rekabet gücü bulan, ithalata dayalı bir ihracat ve tüketici kredileri ile kışkırtılmış bir iç pazara dayalı büyüme yaşandı. Sonuçta da diğer bölgelere göre oldukça düşük bir cari işlemler fazlası ortaya çıktı. Bu ülkelerde kredi kullanımı, borç yaratmayan sermaye girişlerine göre oldukça yüksek kaldı.
Bu tanıma giren Türkiye'nin dış borçları da 2004 sonunda 155 milyar doları buldu. Aşırı değerlenmiş kur sonucu, üretim, ihracata dönük üretim daha çok ithal girdiye yöneldi, bu durum yerli girdi üreten sanayinin zayıf düşmesini, erimesini getirdi.
Nitekim ,Türkiye'nin 100 birimlik sanayi ürünü ihracatı yapabilmesi için gerçekleştirmesi gereken aramalı ve hammadde ithalatı 66.5'e yükselmiş durumda.
Gerçek şu
* Türkiye'de giderek büyüyen ithalata ve dış açığa teslim olan,
* Düşürülmüş reel ücretlerle beslenen,
* İşsizlikle terbiye edilmiş bir nüfusun aşırı istismarına dayanan bir düzenek yapısallaşmaya başladı.
Bu düzenek,
* Ucuzlatılmış ithalatla baş edemeyen girişimciyi tasfiye ediyor,
* İşgücünün yerine ucuz makine kullanmayı teşvik ederek işsizliği artırıyor,
* Artan işgücünü daha ucuza çalıştırıp emek-sermaye ilişkilerini tehlikeli bir düzeye çekiyor,
* Tüketici kredisi kışkırtmalarıyla toplumu hızla borçlandırıp son varlıklarına da ipotek koyduruyor,
* Genel olarak gelir eşitsizliğini büyütüp işsizliği artırıyor, Asayiş sorununu büyütüp kentleri korku tünelleri haline getiriyor.
Bu tür komplikasyonlara göz yumanların, sıcak paranın ani bir yön değişikliği, örneğin ABD'deki faiz artışlarına yüzünü çevirmesi durumunda, uğranılacak kırılmaya karşı yeterli rezervi, kalkanı, önlemi yoktur.
Sıcak paranın bu hovardaca kullanımı, büyüyen cari açığı, sanayideki erimeyi, borç yükündeki artışı, toplumsal gerilimlerin artmasını, eşitsizliklerin büyümesini umursamıyor ve hatta ABD karşısında ülkeyi iyice bağımlı olmaya, köşeye sıkışmaya götürüyor.
Bu durumun kim, ne zaman farkına varıp önlem alacak, bekleyelim görelim.
(MS/TK)